Sayın Başbakan sistematik olarak meşruiyetinin kaynağını karıştırıyor. Başbakan olarak meşruiyetinin kaynağı aldığı yüzde 50 oy değil, ona bu oranda oy aldığı seçimlerin yapılmasını sağlayan hukuk düzenidir. Oyunun kuralı da bu hukuk düzeninin temel ilkelerine uymak, onları her türlü icraatta, eylemde, söylemde içselleştirmek ve koruyup geliştirmektir. Ancak o zaman ona oy veren vermeyen herkes nezdinde meşruiyeti olur.
Başbakan her fırsatta “Ben de aynen oyunun kurallarına uyuyorum, aksine ne yaptık, kimin neyine karıştık..” vb. demektedir ve bu bağlamda ana hatları ile haklı olduğu da söylenebilir. Başbakan’ın döneminde birçok alanda önemli ilerlemeler kaydedildiği de doğrudur. Son olarak başlattığı “çözüm süreci” çok önemli bir kazanımdır. Ama özellikle söylemde yukarıdaki karışıklığın yol açtığı ciddi hatalar yapıyor ve ister istemez gelecekteki eylemine ilişkin yersiz de denilemeyecek olumsuz algılamaya yol açıyor.
İçki düzenlemesini ele alalım. Birçok Avrupa ülkesinde içki satışının benzer şekilde düzenlendiği, her apartmanın altında içki satılamayacağı gibi konular doğrudur. Bu açıdan uygun bir düzenlemeye itiraz pek güçlü olamazdı. Ama Başbakan (mealen) “İki sarhoşun düzenlemesi oluyor da dinimizin öngördüğü bir düzenlemeye niye karşı çıkılıyor” deyince işin rengi değişti.
Eğer düzenleme din referanslı yapılıyorsa, bu meşruiyetinin temeli olan hukuk düzeninin dışına çıkmak anlamına geliyor. İktidarın bu güdüyle hareket ediyor olabileceği olasılığından tedirgin olmamak mümkün müdür? Düzenlemenin dayanağı dinse bunun sınırı nedir? Bu durumda insanların yaşam biçimlerini tehdit altında görmesi doğal değil midir? “Ben içmiyorum, içen de bana görünmesin, evinde tıksırsın” ve benzeri aşağılayıcı üslup da cabası. Üstelik başbakan sürekli bir “çoğunluktan” bahsedip onların hakkını ezdirmeyeceğini söylemektedir. Onun mantığıyla soralım: Bu ülkede “çoğunluğa” zorla içki mi içirilmiştir ki her fırsatta olduğu gibi bu bağlamda da çoğunluğun hakkını savunurum demek durumundadır?
Başbakan’ın birçok vesile ile ifade ettiği “Kimse kusura bakmasın 'çoğunluk' bana yetki verdi bundan böyle 'çoğunluğa' bu zulmü yapamazsınız, genel yaşam alanını 'çoğunluğun' değerlerine göre düzenlemekle yükümlüyüm” söylemi de anlatmaya çalıştığımız meşruiyet kargaşasının tam ifadesi oluyor.
Kimdir bu “çoğunluk”? Kim neye göre tanımlıyor? Bunun ima ettiği sakat anlayış en sonunda Başbakan’ı “Ben de gerekirse milyonları toplarım” dehşet verici noktasına getirmiştir. Meşruiyetini temeli olan hukuk sistemi çerçevesi dışında düşünmenin, meşruiyeti yanlış yerde görmenin geleceği nokta da ancak bu olabilir. Bugünlerde gösteri yapanlar otoriteyi protesto ediyor, özgürlüklerinin sınırlarını dayatıyor, hoşgörü istiyor. Peki, bu “milyonlar” çıkıp ne diyecek? Neyi protesto edecek? Bu söylemin sonu nereye varır? Bu tür sorular çoğaltılabilir ve hiçbirinin de hayırlı bir cevabı yok.
Başbakan sadece kendine değil, partisine ve oradan da Türkiye’de siyasete zarar verir noktaya yaklaşıyor. Oyunu kendi yaptığı yasalara göre oynama eğilimine giriyor. Bunun uç noktası da “partili başkanlık” sistemini hiç gerek de yokken zorla gündeme yerleştirmesi. Başbakan’ın bu girişimi kesinlikle engellenmelidir. Üstelik bunu başta AKP kendi içinde yapmalıdır. Batı demokrasilerinin temel unsuru olan siyasi partilerde partinin ana felsefesinin “sahibi” denetleyicisi olan ve lideri bu anlamda kontrol altında tutan bir sistem var. Bizde yok. Anavatan Partisi Özal’ın çekilmesiyle birlikte sonun başlangıcına geldi ve yok oldu. Çünkü aslında ortada bir parti yoktu. AKP daha köklü bir geleneğin taşıyıcısı ve umalım partinin uzun vadeli varlığı ve performansı açısından lideri kontrol edebilen, gerektiğinde ana çizgiye çeken içsel mekanizmalar vardır. Son günlerde Bülent Arınç aracılığı ile gösterilen hoşgörü ve girişilen temasların bu konuda iyimserliğe vesile olmasını dilerim. Tabii Başbakanı hukuk dairesinde tutmak konusunda genel olarak muhalefetin görevi çok büyük. Ve bunu yaparken de Başbakan’ın “çoğunluğunu” rencide edecek onları hak arar duruma düşürecek eylem ve söylemden kaçınarak, hepimiz için birleştirici olacak, hepimizin yaşam biçiminin teminatı olacak bir hukuk düzenin yerleşmesini esas almak gerekir. (NKE/HK)