Hükümet kanadının "Kürt Sorunu"nun çözümüne dair Oslo ve Öcalan'ı merkeze alan eğilimleri ışığında son haftalarda büyük beklentilerin yüklendiği, Adalet ve Kalkınma Parti'nin (AKP) büyük kongresini baştan sona izlemeye karar vermiştim.
Büyük beklentiler diyorum çünkü kamuoyu son dönemde bu kongreye pek çok anlam yüklemiş ve yine bu beklentiler kongrede sorunların çözümüne dair bir adım atılacağı yönünde umut uyandırmıştı. Peki, kongrede bu umutların ışığında neler oldu? Neler yaşandı? Kongre neler hissettirdi?
Baştan şunu söylemekte fayda var sanırım: Kongrede Kürtler ve Kürt sorunuyla ilgili yıllardır söylenilegelen sözlerden gayrı, yeni bir söz duymadı kulaklarımız.
Kongre yalnızca, AKP'nin kemikleşmiş devlet söylemi gömleğini nasıl giyindiğini ve bu gömleği kendine nasıl bir aynaya bakarak yakıştırdığını bir kez daha gösterdi.
Yalnızca Kürtler için klasikleşmiş olan devlet jargonunu tekrarladı, kardeşlik fetişizmine boğulmuş egemenlik diskurunu Kürtlerin taleplerini hiçe sayacak şekilde yeniden ve tabiî ki daha ustaca telaffuz etti. Kimilerine göre halkın duygularına hitap eden Başbakan, acaba kimlerin duygularını hiçe saymıştı?
Başbakan konuşmasında, meseleyi kardeşlik ekseninde kurgulayarak bütün politik, sosyo-kültürel bağlamından koparıp akrabalık gibi kan bağı üzerinden şekillenen organik bir topluluk resmi çizdi. Tabi bu resmin içinde Türkler, devlet sahibi baba ve büyük ağabey; Kürtler de küçük kardeş olarak yer alıyordu.
Başbakan, bir babanın veya erkek ağabeyin kardeşlerine seslendiği gibi sesleniyordu Kürt kardeşlerine. Kucaklaşmaya, barışmaya çağırıyordu. Ortada hiçbir sorun yoktu terörden başka. Zaten ailenin bütünlüğünü bozmaya çalışan, kardeşler arasına nifak tohumları ekmeye çalışanlar da terörist tacirlerdi.
Terör artık bir piyasa olmuştu. Oysa "bizim" ailemiz piyasa değerlerinin yozlaştıran niteliğine kapalı, şefkatli, saygılı, paylaşımcı, dayanışmacı ve birliği esas alan bir özelliğe sahipti.
Peki terörden başka bir sorun yoktu madem ve bu sorunu yaratanlar da yalnızca terör tacirleriydi, neden kardeşler arasında bir kucaklaşmaya devlet daveti ihtiyacı doğuyordu?
Küskünlük neredeydi ki barışmaktan, kucaklaşmaktan bahsediliyor olsundu? Terör tek müsebbip olarak gösterilirken, gizli, gizlenmesi gereken bir başka sorun vardı demek "kardeşler" arasında. Ama fazla kurcalamamak gerek.
Gelenek, görenek, örf ve adetlerimize uymaz ne de olsa aile içi her şeyi öyle ulu orta konuşmak. Ailenin şerefi, birliği, beraberliği, el alem ne der dertlenmeleri gözetilir öncelikle.
Başbakanın çizdiği resme bakacak olursak Mesut Barzani de "bu" geniş ailenin bir parçası. Türkiye'nin diğer aşiret kolu olarak davet edilmiş sanki. Aile arasındaki bir küskünlük, bir husumet çözüme bağlanınca bir barış yemeği tertip edilmesi ve bu yemekte akrabaların bir araya gelmesi de adettendir ne de olsa.
Fakat resme bir de bizim pencereden bakacak olursak, Barzani'nin misafirliği manzarayı daha da netleştiriyor. Adı bile tam konulmayan, konulmak istenmeyen bir 'kardeş' öylece orada oturmakta! Irak'ta bir bölge yönetim lideri!
Kürdistan ismini hala ağza alamamanın kongresinde, Başbakan'a göre, Barzani'nin politik özneliği de Kürt olmasından ileri gelmiyor zaten. O Irak'ın, tanımı ve sınırları belli olmayan, adı ise hiç olmayan bir bölgesinin lideri sadece.
Kongre sırf bu tanımsız tanımlamayla bile kimin nasıl kardeş olabileceğinin, kimin nasıl aileye kabul edilebileceğinin, kimlerinse aile dışında kalacağının sınırlarını çizdi bir kez daha. Sanki on yıllardır duymayan, bilmeyen, anlamayan kalmış gibi.
Bir de Kürt sorunun çözümünde birlikteliğe çağrı vardı Kongre'de. Birlikteliğe davet edilenlere baktığımızda, açıkça görüyoruz ki "sorunun çözümü" denilen şey, siyaset oyunları içinde samimiyet ölçümü ve samimiyetsizlik suçlaması için bir dil oyunuydu sadece.
Bu dilin içinde yine çok iyi bildiğimiz gibi, insanlar yok, hayatlar yok, hikayeler yok, hatta Kürtler yok. Sadece haklı-haksız rekabetine dönüştürülen bir erkeklik oyunu bu, kimin "partisi" daha büyük oyunu, ağabeylikte, devlet sahipliğinde kim daha büyük özne oyunu.
Başbakan, CHP'nin samimiyetine laf atarak, onları çözümün aktörleri olmaya çağırıyor: "Gelin birlikte yapalım". Birliğe birileri dahil ediliyor ve hep aynı birileri dışarıda bırakılıyor.
Yıllarca partileri kapatılmış, siyasal soykırıma uğratılmış bunca Kürt siyasetçi, bunca faili meçhul cinayete kurban gitmiş üyeleri olan, üyeleri hapishanelerde istif edilen ve temsiliyet ise mesele, temsiliyeti adı zikredilen Kürtlük'te en yüksek olan siyasal parti "teröristlerle kucaklaştılar" söylemine kurban ediliyor.
Kürt olduğu muhakkak da kardeş kategorisine bir türlü yerleştirilemeyen, "bölge lideri bile çıkaramamış", "terörün piyasasında değer kazanmış" bir siyasal parti ne de olsa Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) başbakanın çizdiği resimde.
Böylece, sorunun çözümünde 'bir'likte hareket edilmeye davet edilen tek siyasal özne, aslında sorunun çözümünde devletin klasikleşmiş tavrını ve hassasiyetlerini benimsemiş olan parti Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) oluyor.
Son haftalarda beklentisi yükseltilen birlikte hareket etme çağrısı da ancak ve ancak devletin bir'liğinde hareket edecek aktörlere yapılıyor. Zaten, bu iki partinin Kürt Sorununun çözümünde ortaklaşabileceği tek yer devlet aklıdır. Bu kardeş ol(a)mayan Kürtlerin gözünde zaten yıllardır böyle.
Aslında tüm bunlar kurulmuş egemenliği korumanın ve güçlendirmenin özetidir. AKP, bu ülkenin yeni egemeni olarak, miras aldığı Türklük gömleğini, kendi akıl ve inanç sistemiyle yeniden dokumakta, içerebildiğini içermekte, içeremediğini de görünmez kılıp ayıklamakta ve gömleğin eskimişliğinin, söküklerinin, yırtıklarının, artık onarılamazlığının bu "yeni doku" altında gizlenebileceğini umut etmektedir.
Tabi ki bunu terör söylemine yaslanarak yapmasında ve kendine meşruiyet katmasında, bu söylemleri kullanmaktaki ustalığında sual olunacak bir taraf yoktur.
Terör söyleminin bu kadar tekrarlanması ve teröre karşı güvenli, yaşanabilir bir ülke hayali bir ezbere dönüşüp, kapalı bir düşünce yapısı oluşturmakta ve toplumsal korkuları anlamlı hale getirirken iktidarın bu korkuyu bertaraf etmesi gerektiğine olan inancı pekiştirerek iktidarın mevcut gücünü artırmaya yaramaktadır.
Hiç şüphesiz böyle bir düşünme sistemi bir güvenlik ve istikrar duygusu sağlar. Belirsizlik ve istikrarsızlık olarak görülen (ve aslında dünyaya bakışımızda dönüşümler sağlayabilecek) öteki'ne, yeniye, beklenmedik olana ve kontrolümüz dışında kalan şeye karşı bir savunma görünümlü saldırı hattı yaratır.
Total bir görüş için her şey kontrol altındadır ve olmalıdır, her şey egemen kategorilerin bakışına/görüşüne göre düzenlenerek açıklanır. Beklenmedik veya farklı olan her şey onun dünyayı organize etme tarzına meydan okumak anlamına gelir ve çizdiği resimden şiddetle kazınır.
Fakat bu kontrol ve güvenlik, her şeyin yalnızca tekrar olduğu, tılsımı bozacak yeni hiçbir şeyin giremeyeceği -klostrofobik, havasız- bir fasit daireye kapatılmışlık pahasına elde edilir.
Dahası bu düşünme artık düşünmeyen, yalnızca başlama noktasını doğrulayan ve sorgulanmamış bir dogmatizme yuvarlanan düşüncedir.
İşte AK Parti'nin büyük kongresi aslında hangi cümlenin ardına hangi cümlenin geleceğinin ezbere bilindiği, hiçbir sürprize açık olmayan, dile gelecek ve gelmeyecek olanın yıllanmış bir mühürle birbirinden ayrıldığı bu düşüncenin taçlandırılmasıdır.
İşte tüm bunların ışığında, bir Kürt olarak başbakanın kardeşlik kategorisine zaten muhtemelen giremeyecek olan ben, onun Kürt kardeşi olmayı ve dahası Başbakanın yapacağı kongrelerde, konuşmalarda, açıklamalarda hangi Kürtlere kardeşlik, hangi kardeşlere Kürtlük bahşedeceğini beklemeyi, bunlara bel bağlamayı reddediyorum.
Ne olduğunu bilmediğim devlet dilinde bir Kürtlüğün, tarihimi, hikâyemi, ana dilimle telaffuz ettiğim sözcükleri silmesini, anlamını ezip geçmesini ve tüm bunları kurgusal bir kardeşliğe sığıştırmasını ve bu kurgusal kardeşlik üzerinden bir kucaklaşmayı reddediyorum. (WA/ÇT)