Geçtiğimiz ay ortaya çıkan bir telefon görüşmesi kaydı gerçekse, Başbakan Habertürk gazetesinin 24. sayfasında yer alan bir habere ilişkin olarak gazeteci Fatih Saraç’ı fırçalıyor. Haberin başlığı “Bu mu sağlıkta çağ atladığı söylenen Türkiye?” Başbakan “Biz çalışıyoruz, bakraca su dolduruyoruz. Siz bir tekme vurup deviriyorsunuz” diyor.
Türkiye’de 1980’lerde başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP), son 11 yılın güçlü AKP iktidarı döneminde epeyi yol kat etti. Geçen seneki kaptan değişikliğine karşın gemi rotasını değiştirmedi. Dönüşümün felsefesi “insanın sağlığından, hastalığından para kazanmak” olarak belirli. Parola ise “Daha çok hasta bak! Nasıl bakarsan bak!”
Birkaç rakam SDP’yi değerlendirmede kolaylık sağlayabilir.
Nüfusumuz 2000 yılında 67 milyon 803 bin 927 iken 2012’de 75 milyon 627 bin 384 oldu.
Hekim sayısı 92 binden 130 bine yükseldi.
Sağlığa harcanan para 2002’de 18 milyar liradan 2012’de 76 milyar liraya çıktı.
Artık her birimiz yılda üçer kez değil sekizer kez hekime görünüyoruz.
700 milyon kutu yerine artık yılda 1 milyar 900 milyon kutu ilaç tüketiyoruz.
2008 yılında yapılan bilgisayarlı tomografi sayısı toplam 5 milyon, 2010’da 7,5 milyon, 2012’de ise yaklaşık 10 milyon adet.
Bu artışlarda dikkat çeken önemli bir husus da özel sektörün payıdır. Bu sürede devlet hastanelerine müracaat sayısı 2.5 katına çıkmışken özel hastane müracaatı tam 13 katına çıkmış durumda.
Sağlık hizmeti veren özel kuruluşların sayısının giderek arttığını, özel sektörde çalışan hekim oranının 2002’de yüzde 15’ten 2012’de yüzde 22’ye çıktığını biliyoruz.
SDP ile hükümet bir yandan daha çok tıbbi işlemi teşvik ediyor; bir yandan da özel sektörü.
Sağlıkta dönüşümün bir de finansmanı var. Bugün devletin eli vatandaşın cebinde. Zira muayene için, ilaç için, reçete için, önemli bazı tetkikler için, yatak ücreti olarak, önemli bazı tedavi yöntemleri için devletin hastanesine de başvurmuş olsanız sizden ücret talep ediliyor.
Bugün açıkça ifade edilemese de nihai hedefin, devletin birinci basamaktan tıp fakültesine dek sağlık alanından tamamen çekilmesinin ve sağlığın finansmanının doğrudan hasta tarafından sağlanmasının olduğu görülüyor.
Hastanın bir hekimle yüz yüze gelmesi ya da tetkiklerinin süratle tamamlanması –ama iyi bir sağlık hizmeti alması değil- sağlık sisteminin sorunsuz işlediğinin kanıtı olarak sunuluyor.
TÜİK de SDP ile hastaların sağlık hizmetinden memnuniyetinin yüzde 39’dan yüzde 76’ya çıktığını söylüyor.
Ankara Tabip Odası’nın 1120 hekimle yaptığı ankete göre ise; hekimlerin sadece yüzde 6’sı mevcut sağlık sisteminin halka yeterli ve nitelikli sağlık hizmeti sağladığını, yüzde 88’i ise bu sistemle hastaların sağlığının ciddi bir riske atıldığını düşünüyor.
Hekimler böyle düşünürken halkın memnuniyetinin bir anlamı kalmıyor.
Elbette bu çelişik değerlendirmelerin izahı da piyasa terminolojisi ile yapılmalıdır. Bugün Türkiye’de sağlık hizmetinin iyileştiğine dair bir algı yönetiminden söz etmek mümkündür.
“Hekimini seç, istediğin hastaneye istediğin kadar ve tekrar tekrar git, defalarca aynı tetkiki yaptır, ilacını istediğin yerden al, hemen ameliyat ol, işte ambulans uçaklarımız, şehir hastaneleri” İnsanın bir an önce hasta olup doktor koşası geliyor. Sağlık kuruluşları yeni açılan AVM’ler gibi tanıtılıyor. “Bir de oraya gidelim” dürtüsü uyandırılıyor.
Diğer yandan işin mutfağındakiler, yani yemeği pişirip masaya getirenler, her gün hasta bakan hekimler sorunları, işin iç yüzünü biliyor ve alarm veriyorlar: Sağlıkta işler kötü!
Nedir kötü olan? Birkaç örnek verilebilir.
Getirilen aile hekimliği sistemi ile birinci basamakta koruyucu sağlık hizmeti artık yurttaşa yeterince ulaşamıyor. Bu nedenle, bitti denilen kızamık hortladı. Son bir yılda 7.400 yeni kızamık vakası görüldü. Bu rakam 2002’deki vaka sayısı kadar. Cümleyi şöyle kurarsak Başbakan’ı kızdırmayız belki: “Zamanda geri de biz gittik! İşte sağlıkta çağ atlayan Türkiye!”
Yıllar önce AKP hükümeti iş başına geldiğinde ilk icraatlarından birisi Ankara-İstanbul hızlı tren projesi idi. O dönemde dahiyane bir mühendislik sergilenmiş, iki maddelik bir proje yapılmıştı: 1. Rayları güçlendirilecek. Yani virajlarda rayların iki yanına ikişer çivi çakılacak; 2. Trenler hızlı sürülecek. “Hızlı sür!” Ulaşımda çağ atlamış bu proje Pamukova faciasından sonra çöpe atıldı.
Bugün sağlık alanında uygulanan performans sistemi de dahiyane bir projedir. Özü; “Daha çok hasta bak da nasıl bakarsan bak!”tır. Bugün devlet hastanelerinde bir hekim günde 150 hastaya bakmaya zorlanmaktadır. Haftanın her günü, yılın her ayında. Bu tıbben(!) mümkün değildir. Bir hekim günde 150 hastaya baktırılırsa orada hata olasılığı yüksektir. Hekimler bunun iyi bir sağlık hizmeti olmadığını, hastaların ciddi risk altında olduğunu söylüyor. Türkiye’de kim bilir her gün kaç Pamukova faciası meydana geliyor ve bundan hiçbirimizin haberi olamıyor. Hızlı trendeki deha SDP’nin yanında, F-16’nın yanındaki Cesna gibi kalır.
Kısacası Başbakan’ın bakracındaki, içilebilir su değildir. (ÖŞ/HK)