"Biz AKP yazıp duruyoruz ama, bu Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kısaltması tüzüğünde AK Parti diye geçiyor. Ne yapalım?"
"İyi de, partinin adının kısaltması resmen 'AK' tır demek bir iletişim kurnazlığı değil mi? Gazeteci olarak bunu yutacak mıyız? Bence AKP demeye devam edelim."
Bu diyalog yaklaşık yedi yıl önce, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) genel seçimleri kazandıktan sonra, birlikte çalıştığımız bir editör arkadaşımla aramızda geçmişti. O gün bugündür AKP diye yazıyorum, AKP diyorum. Çalıştığım yayınlarda da böyle oldu.
Bugün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bize "AK Parti demeyenler edepsizdir, iftiracıdır" diyor. Sözlerinin tamamı şöyle:
"Partimin kısaltılmış adı Ak Parti'dir. AKP değildir. AKP diyenler ne yazık ki, demokratik noktadaki etik kurallara uymadan, siyasi etiği hiçe sayarak, bunu edep dışı söylemektedirler. Bizim Yargıtay Başsavcılığı'ndaki kısa adımız Ak Parti'dir. Herkes bunu böyle yazmaya mecburdur. Benim yasal olarak kısaltılmış adım neyse sen onu söylemelisin. Söylemiyorsan eğer, o zaman iftira atıyorsun. Bizi olmadığımız şekilde gösteriyorsun. Bizi olmadığımız bir şekilde anmaya çalışıyorsun. Şüphesiz bizim onlara saygımız olmaz. Oradaki AK temizliği, adalet ve kalkınmayı ifade etmektedir."
Yani, temizliği ifade ettiğini savunduğu "Ak"ı kullanmayınca ak olmadığını iddia ediyor oluyoruz, bu da bir iftira.
AKP'nin tüzüğünün 3. maddesindeki "Partinin kısaltılmış adı 'AK PARTİ' şeklindedir" ifadesini oraya koymayı kimlerin, nasıl akıl ettiklerini, bu cin fikri bulduktan nasıl gülümseyip birbirlerini kutladıklarını merak ediyorum.
Ama bu "Benim adım ak, siz de bana ak deyin, o zaman algılarınızda ak olayım, demeyeni de zorlayayım" kurnazlığını yutmamayı, üstelik Erdoğan'dan bir özür beklemeyi de sürdüreceğim.
Başbakan'ınki basit bir tahammülsüzlük değil aslında. Üslubunu bir yetişkin-çocuk ilişkisi ekseninde, "Ben böyle diyorsam öyle yapılacak, yoksa çık odana" der gibi kurması bilinen bir durum.
Kurduğu, inanılmasını istediği imgeyi zedeleyebileceğini düşündüğü her ifadeyi karalamaya, yasaklamaya çalışması boşuna değil. "Tayyipler alemi" ve Cüneyt Zapsu karikatürlerinden sonra karikatüristlere açtığı davaları, "açız" diyenin gözaltına alınmasını seyretmesini, "ananı da al git" demesini anımsamak yeter.
Ama bu son çıkışın tonunda, medyadaki egemenlik alanının genişlemiş olmasının, Mustafa Sönmez'in deyişiyle "AKP kuşatmasının" payı büyük. Bu güçle egemenliğini daha kolay dayatabileceğine inanıyor. Erdoğan en değerlilerimizden birini, "dilimizi" nasıl kullanacağımızı belirlemeye çalışıyor. İktidar bunu yapar. Dayatamayınca da hırçınlaşıyor, nobranlığını yeniden gösteriyor.
Kısaltmanın teknik olarak nasıl yapılabileceği, gazetecilik uygulamasında üç vuruşluk AKP'nin yedi vuruşluk AK Parti'ye göre kısalığından dolayı uygunluğu, tali konular. Mesele iktidarın/gücün iletişim oltasını yutmamak. Adında demokrasi geçen her örgütün demokrasi için çalışmadığını bilmek ve yazmak gibi. Israrlıyım, yutmayacağım. (TK)