İç savaş Katalunya’sının Ekonomi Bakanlığı’nın kolektivizasyonlardan sorumlu sekreterliğini yapmış Albert Peréz-Baró, "Katalunya’da kolektivizasyonun 30 ayı" adlı kitabına iç savaş öncesi İspanya’nın ideolojik coğrafyasından bahsederek başlar. Farklı devrimci örgütlenme pratiklerini kabaca Madrid ve Barselona eksenli olarak ikiye ayırır. Birinci Enternasyonel ayrışmasından da dolayı, merkezî hiyerarşik yapılarla işleyen Marksist partiler ve sendikalar Madrid merkezli konumlanmışken, yatay ve öz-örgütlenmeci yapılar ile ayaklanmacı anarşistler ise Barselona çevresindedir. İspanya Cumhuriyet tarihinde belirleyici rol oynayacak olan bu ayrışmanın doneleri, 2013 Öfkeliler isyanı sonrası İspanya’sında da görülmekte: Merkez komitesi, hiyerarşik yapısı ve kişi kültü ile klasik ama kitlesel bir sosyal demokrat parti olan Podemos Madrid'den çıkarken, kararların halk meclisi tarzı forumlarda oy birliğiyle alındığı ve sokak muhalefetinin öncülüğünde parti, sendika ve kooperatiflerin birlikte örgütlendiği siyasi ağlar ise ilk olarak Barselona'dan çıkarak diğer şehirlerde de benzer platformların kurulmasına önayak oluyor.
Aslında birbirini dışlamayan bu iki farklı yapıdan bize nispeten daha yabancı gelen Müşterek Barselona’nın seçimleri kazanmasının nedeni acaba, uluslararası basının ifade ettiği gibi, gerçekten Podemos'tan aldığı rüzgar mıydı yoksa İspanya'da 90’lardan itibaren tekrar alevlenmiş öz-örgütlenmeci pratikler miydi, ayrıntılarıyla inceleyelim.
Geçen hafta sonu İspanya’da yapılan yerel seçimler, ana akım medyada pek de konuşulmayan çok önemli bir özellik taşıyordu, o da sol yapıların kentlerini çift partili merkez siyasetten kurtarmak için uyguladıkları strateji idi. İspanya’nın yetmişten fazla yerelinde, partiler, sendikalar, kooperatifler ve sokak muhalefeti kentlerini geri kazanmak üzere siyasi ağlar örgütlediler. Bir parti koalisyonu olmayan, ancak örgütlerin birlikteliği şeklinde tanımlanan bu seçim platformları, halk meclisleri aracılığıyla öz-örgütlenmeci pratiklerle inşa edildi ve birçok şehirde de başarıya ulaştı. Bunun en önemli göstergesi bu platformların İspanya'nın 8 büyük şehrinde doğrudan ya da koalisyonlar aracılığıyla elde ettikleri sonuçlar. Bütün bu sürecin nerede ve nasıl başladığına baktığımızda ise, hareketlerin temelinde, eski adı Barselona'yı Kazanalım (Guanyem Barcelona) olan Müşterek Barselona (Barcelona en Comú) platformu tarafından İspanya'nın bütün vatandaşlarına yapılan çağrı olduğunu söyleyebiliriz.
Bir hareket liderliği yapmayı hedeflemeyen Müşterek Barselona, 2014 yılının Temmuz ayında yaptığı ilk toplantıda, bütün sokak muhalefetlerinin kendi şehirlerini devralmak üzere yerel seçim platformlarını oluşturmaları için çağrıda bulunmakla kalmadı, aynı zamanda ihtiyaç duyabilecekleri bilgileri ve araçları da rahatça erişebilecekleri şekilde dolaşıma soktu. Bu broşürde anlatılanlar bir yandan çok pratik bilgiler barındırırken, diğer yandan da anlattığı öz-örgütlenmeci prensiplere bakıldığında, aslında Müşterek Barselona'nın sol siyasi ideolojisinin rengini de çok güzel açıklıyor.
Aslında bu hareketin Barselona'dan çıkmasına şaşırmamalı, zira Müşterek Barselona'nın yerel seçim platformu oluşturma fikri ilk değil. 5 ayrı Katalan bağımsızlıkçısı devrimci örgütün seçim koalisyonu olarak kurduğu ve Katalunya Parlamentosu’nda da yer alan Candidatura d’Unitat Popular (Halk İttifakı Adaylığı, CUP) yerel seçimler için oluşturulacak daha geniş bir platform için Müşterek Barselona'dan çok daha önce kolları sıvamıştı. Bir süre Müşterek Barselona'da da yer almayı tartışan ancak sonradan kabul etmeyen CUP, kendi kurduğu platformla da tarihi bir başarı göstererek, 3 temsilci ile Barselona Belediye Meclisi’ne girmeyi başardı. Her ne kadar şehir yönetiminde Müşterek Barselona’yla ittifak kurmayacak gibi gözükse de, özellikle şehircilik programlarının çok benzer olması nedeniyle, CUP’un Ada Colau'ya dışarıdan destek olması bekleniyor.
Podemos'un birlikteliğe destek verdiği ve kendi adaylarını da Ada Colau'nun listesinde soktuğu bir gerçek. Ancak, bu listenin Belediye Meclisi’ne seçilen 11 üyesinden sadece 2’si Podemos üyesi. Bunlardan en önemlisi avukat Jaume Asens, Podemos kimliğiyle değil devlet şiddetine karşı yürüttüğü mücadele ve anarşist siyasi tutukluların avukatlığını yapması ile Katalunya'da yaygın olarak tanınıyor.
Podemos, ulusal ve uluslararası medyada genellenenin aksine, İspanya'nın yerel seçimlerini kazanan vatandaş platformlarının hiçbirinde önderlik pozisyonunda olmadığı gibi, birçoğunda aslında yer bile almadı. Bunun önemli örneklerinden biri, kuracağı koalisyon ile Valensiya'nın 24 yıllık PP'li (Partido Popular) Belediye Başkanı’nı yerinden etmek üzere olan Compromís (Mutabakat) koalisyonunun, Valensiya'nın bölgesel cumhuriyetçi sol partileri ve Birleşik Sol Parti’den kopan Yeşiller’den oluşması. Podemos bu koalisyonun içinde olmadığı gibi, içinde bulunduğu Müşterek Valensiya (Valencia en comú) platformu da yalnız başına kalarak toplam 33 belediye meclisi sandalyesinden sadece 3 tanesini alabildi.
Aslında buna çok şaşırmamak gerek, bunun nedeni de Podemos'un Madrid merkezli siyaset yapması ve dolayısıyla, Katalunya, Valensiya, Balearlar gibi siyasi karakteri çok farklı ve zengin olan otonomilerde taban bulamaması. Sosyal hareketlerden gelen bazı insanların partiye entegre olması ile Katalunya'da parti tabanını oluşturabilmiş Podemos'un, otonomilerde yürüttüğü politika da bazı durumlarda merkez politikaları ile çelişkili gözükmekte. Katalan bağımsızlığı konusunda ulusal birliği savunarak sürecin başlayabilmesi için anayasa değişikliğini öncelikli gören bir Podemos'un, Müşterek Barselona platformunda bağımsızlıkçı Procés Constituent ile bir araya gelmiş olması bu çelişkili duruma bir örnek.
Yerel seçim sonuçlarına genel olarak bakıldığında bağımsızlıkçı partilerin, toplamda ulusalcılardan daha fazla oy aldığı gözüküyor ancak buna rağmen seçimin kazananı iki gruba da dahil olmayan ve Katalunya’da bağımsızlıkla ilgili kararın bir halk oylamasıyla alınmasını savunan Müşterek Barselona oldu. Bu resim bize, nihai olarak seçimde belirleyici olanın ekonomik ve yerel yönetimle ilgili konular olduğunu anlatıyor. Bunun en belirgin göstereni ise, Müşterek Barselona’nın içine dahil olduğunu yüksek sesle ifade ettiği yerel yönetimcilik hareketi.
Yerel yönetimciliğin ayrıntılarına baktığımızda, demokratik özerklikle paralellik taşıyan bu hareketin, radikal devrimci bir demokrasinin ancak yerel yönetimler düzeyinden başlayarak gelebileceğini savunduğunu görüyoruz. Müşterek Barselona’nın seçimleri kazanmasını demokratik bir devrimin başlangıcı olarak ifade etmesinin sebebi de biraz bu. Yerel yönetimlerin vatandaş denetiminde ve vatandaşların katılımında idare edilerek kamu müşterekleri yararına sosyal politika üretilmesi gerektiğini savunan Müşterek Barselona, pratikte neler yapacağını, yönetimin ilk 100 günü içinde uygulayacakları “Şok planı”nda anlatıyor.
İspanya’nın eşitsizlik konusunda bir numaralı şehri olan Barselona için hazırladıkları bu planda, şehrin en yoksul kesimine para yardımı, elektrik dağıtımı şirketlerine fiyat düzenlemesi, su hizmetlerinin Belediye tarafından kamulaştırılması, ucuz ve kaliteli toplu taşımanın planlanması ve AVM genişletme projelerinin durdurulması öngörülüyor. Bütün bunların gerçekleştirilmesi için kaynak sıkıntısı yaşanacağının bilincinde olan Müşterek Barselona, bu sebeple ilk olarak belediye hesaplarını denetleyerek yerel politikacıların maaşlarını düşürmeyi planlıyor. Biraz da bunun korkusundan olmalı, Barselona eski Belediyesi görev süresinin son haftasında yıllarca bağlayıcılığı olacak birçok hizmet anlaşması imzaladı. Yine de bu pratiğin en sığ noktası, seçimlerden hemen sonra, daha Ada Colau başkanlığa atanmadan, Telefónica ile 3.2 milyon Avro’luk Hizmet Anlaşması’nı yenilemek üzere masaya oturulmasıyla yaşandı. Ada Colau’nun seçim kampanyası sırasında, seçildiği takdirde çalışanlarına 40 saat çalışma güvencesi ve yaşanabilir bir maaş vermeyen Telefonica şirketiyle Belediye’nin çalışmayacağı taahhüdünü vermesi bir yana, Telefónica-Movistar teknisyenlerinin 50 günden fazladır taşeronluğa karşı grevde olması ve şehrin göbeğindeki Mobile World Center’ı işgal etmiş olmaları da bu kararın önemli bir nedeni. Müşterek Barselona’nın konuyu medyaya taşıması vesilesiyle, şu an görevdeki eski başkan Xavier Trias geri adım atmış gözüküyor. Ancak yaşanan bu olay, daha görev başına gelmeden bile Ada Colau ve Müşterek Barselona’nın yerel düzeyde nasıl pratik ve etkin bir sınıf siyaseti yürütebileceğinin önemli bir işareti oldu.
Müşterek Barselona’nın kent planlaması ve ekonomik eşitsizliğe karşı uygulayacağı politikalarının yanında, yerine getireceği çok önemli başka bir görevi daha var: polis şiddeti ile mücadele. Bunun nedeni farklı polis yapılarının düzeni sağladığı Barselona’nın, işkence konusunda hesabı en kabarık olan polis kurumu Guardia Urbana ve çevik kuvvete denk düşen birimi anti-avalotlarının belediye kontrolünde olması.
Devlet şiddeti ile yıllardır mücadele eden Jaume Asens gibi aktivist avukatların ifadesiyle, polisin görevi kötüye kullanmasına yapısal olarak göz yuman Barselona Belediyesi’nin, polis soruşturmalarında aktif görev alması ve insan hakları ihlallerine göz yummaması gerekiyor. Yıllardır bu davalarla ilgilenen Jaume Asens’li bir Müşterek Barselona’nın, bir anlamda Guardia Urbana’nın başına getirilme ihtimali, on yıllardır polis şiddeti sebebiyle mağdur olmuş sokak muhalefeti için çok büyük bir umut oldu. Müşterek Barcelona’nın, kampanyası sırasında Desmontaje 4F [2], Justícia Juan Andres Benitez gibi gruplardan insanların yanı sıra polis tacizine devamlı maruz kalan Öfkeli Fahişelere ve hatta şiddet hikayelerini sızdıran emekli Guardia Urbana polislere kadar bir çok muhalif grubu kendi çatısında toplayabilmiş olması da bunun doğal bir sonucu oldu.
Polis şiddeti, Müşterek Barselona’nın forumlardan oluşan halk meclisi yapısı içindeki eksenlerden sadece biri. Eşitsizlik, barınma, toplumsal cinsiyet, turizm gibi birçok farklı konuda toplanan bu forumlar kendilerini tematik eksenler olarak anlandırıyor ve içlerinde uzmanları olduğu kadar sokak aktivistlerini de barındırıyor. Eksenlerin işlevi ise yazdıkları raporlar ve düzenledikleri toplantılar ile Müşterek Barselona’nın hedeflemesi gereken siyaseti belirlemek. Bu eksenlerde üretilen politikaların işlerliğe konması görevini de teknik komiteler üstleniyor. İhtiyaca göre, iletişim, lojistik, veri analizi gibi farklı alanlarda olabilen bu teknik komitelerin kendi aralarındaki organizasyonunu ise koordinasyon komitesi sağlıyor. Halkın katılımına açık bir şekilde örgütlenen bu komite toplantılarında sadece oy birliği ile karar alınabiliyor.
Öz-yönetimci anarşizmin halk meclisi tipi örgütlenmesiyle kampanyasını yürütmüş bir Müşterek Barselona’nın, Barselona gibi bir dünya metropolünde seçimleri kazanmış olması, sadece güncel İspanya tarihi açısından değil, dünya sol tarihi açısından da çok önemli bir olay olarak değerlendirilmeli. Ada Colau’nun, 24 Mayıs’ta yaptığı galibiyet konuşmasında “itaat ederek yöneteceğini” ifade etmesiyle Zapatist öz-yönetimci prensiplere bir kez daha açıkça selam çakması, Müşterek Barselona’nın da kendini dünya sol hareketler tarihi içerisinde nerede konumlandırmak istediğini açıkça gösteriyor.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda Müşterek Barselona’nın seçim sonucu, sansasyonalist uluslararası basının basitleştirmek istediği gibi “bir Podemos başarısı”ndan çok daha önemli bir anlam taşıyor. Bu başarı, kent içinde farklı farklı konularda mücadele veren grupların, kentin yönetim araçlarını ele geçirmek üzere mücadelelerini ortaklaştırarak başarıya ulaşmaları olarak düşünülmeli. Bu açıdan Podemos, bu birlikteliğin paydaşlarından sadece bir tanesiyken onlara bu birliktelik imkanını sağlayan Müşterek Barselona öz-yönetimciliği ise İspanya seçimlerinin asıl kazananı. (BK/HK)
* Bu başlığı Elif Görgü’nün Evrensel’de yayınlanan isabetli Podemos tespitlerine atfen koydum.
[1] İspanya yerel seçim sisteminde sadece belediye başkanı değil, aslında belediye başkanını seçecek olan belediye meclisi üyeleri seçilmekte. Seçimin gerçekleştiği şehirlere bağlı olarak, belediye meclisinde yapılacak koalisyonlar aracılığıyla belediye başkanlığına en yüksek oy yüzdesini alan partinin liste başı dışında biri de seçilebilmekte.
[2] 4F hareketi, 2006 yılında bir işgal evi partisine müdahale etmeye gelen polislerden birinin ölümcül bir şekilde yaralanması ve bunu müteakip, konuyla ilgisi olmayan kişilerin düzmece soruşturmalarla yargılanarak suçlu bulunması ile ilgili olarak kurulan bir dayanışma platformu idi. Belediye polisi Guardia Urbana’nın işkencesine maruz kalan şüphelilerden Patricia Heras, 5 yıllık hapis cezasını çektikten sonra dışarıda intihar etmişti. Bu olayları ve polisle beraber belediye ve otonomi televizyon kanallarının konuyu örtbas girişimini anlatan Ciutat Morta belgeseli, birçok ödül alarak İspanya’da çok ses getirmişti.