1986, Hakkari: İsmail Tan doğdu.
İsmail, İbrahim amcanın oğlu. İbrahim Amca diyor ki, “Biz arkadaş gibiydik, İsmail sadece oğlum değil aynı zamanda arkadaşımdı benim”.
2014’te İbrahim Amca en iyi arkadaşını kaybetti. Bu kaybın ardından İbrahim Amcanın sesinin tonu değişti, konuşurken verdiği esler ve yüzündeki gülümseyişi de...
“İsmail, çok iyi huylu bir çocuktu, çok fedakardı” dedi İbrahim Amca onu anlatırken. Bakışlarını sakladı, gözleri doldu. Hiç bir ayrılık, gözyaşı olmadan hatırlanamazdı çünkü.
“Benim çocuğum da diğer çocuklar gibi zulmü erken tanıdı. Benim bir bakkal dükkanım var. Sene 2005. O zaman İsmail liseye gidiyordu. Bir sabah dükkana geldi. Dersleri boşmuş. Baba sen eve git kahvaltı yap, ben dükkana bakarım dedi. Dükkandan çıkarken masada sigara paketimi unutmuştum. Sonra eve gittim ve kısa bir süre sonra polis karakolundan bir telefon geldi. İsmail’in karakolda olduğunu öğrendim. Koşa koşa karakola gittim. Selam verdiğim görevli polis “Allah’tan korkmuyor musun, bu gençleri zehirliyorsun, bir de bana selam veriyorsun” dedi bana. Şaşkınlık içinde kaldım. O sırada İsmail ve okuldan bir arkadaşı ayakta bekletiliyorlardı. Çocuklar ben gittikten sonra masadaki sigaradan içmişler, polis de bunları gözaltına almış ve suçlu da bendim, gençlere sigara sattığım gerekçesiyle. Çocuklarla birlikte emniyete gittik, hastaneye savcılığa derken bir kaç saat kadar da adliye koridorlarında bekledik. İki polis eşliğinde üstelik. Savcılık tarafından resmen süründürüldüm. Defalarca mahkemelere gitmek zorunda bırakıldım. Ve bu sadece tek bir sigara için yapıldı bize. Sadece bir bahaneydi. İsmail’in bu durumdan çok etkilendiğini isyan ettiğini çok üzüldüğünü hatırlıyorum.”
İbrahim Amca hala aynı bakkal dükkanında. Bu anısı bir anda çıktı derinliklerden. Uzun uzun anlattı. Gözleri hep dolu dolu. İsmail’in liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi kazandığını ve okumaya gittiğini anlattı. Üniversiteyi kazandığında ailecek çok sevindiklerini anlattı... Kars’ta.
Fakat İsmail üniversite hayatında da aynı cenderenin içinde kalmış. Kürt öğrencilere yapılan baskılar onun bakış açısını tamamen değiştirmiş. Okulu bırakıp gerillaya katılmış. 2008’de.
İki yıl boyunca İbrahim amca oğlundan hiç haber alamamış. Sonraki yıllarda da bir kaç defa haber almış ve onu bulup geri getirmek için çok uğraşmış. Fakat her defasında Hakkari’ye tek başına geri dönmek zorunda kalmış.
Yıllarca onun ölüm haberini alacağı korkusuyla yaşamış. Bir gün bir telefon gelmiş. 15 Kasım 2014’te. Arayan İsmail’miş. “Baba belki bir daha görüşemeyiz. Ben Kobane’deyim demiş. Artık beni bulmaya çalışma.” İbrahim Amca henüz hiç bir soru soramadan telefon kapanmış. İbrahim Amca panikle ondan haber almak için çok uğraşmış. Sormuş, soruşturmuş. Elbette bunların hepsi onun için çok zor geçmiş. Sonunda oğlunun ölüm haberini almış. İnanmamış.
“Yok mu bir mezarı diye sordum. Hayır dediler. Kobane’de bir bombanın patlaması sonucu öldü. Bedenler paramparça olmuş.”
“Dört oğlum vardı, şimdi üç tane. Üstelik beni aradığı gün ölmüş.”
İbrahim Amca’ya daha da fazla soru sormak istemiyorum. Acısı katmerleniyor çünkü. Biliyorum. Ölümün kol gezdiği her yerden biliyorum. Çocuklarını, eşlerini, yakınlarını kaybeden insanlardan biliyorum. Kimisinin yıllarca yas tutmasından biliyorum, hayatı savaşta geçen herkes kadar iyi biliyorum. Her gün kayıplarının acısıyla yaşayan, kayıplarını asla unutmayan insanlardan biliyorum. Kalabalıklarla uğurlanan cenazelerden biliyorum. Gözyaşlarıyla söylenen şarkılardan biliyorum. Yapılan anmalardan biliyorum. Biber gazı fişeklerinin mezarlıklarda kol gezmesinden biliyorum. İnsanların acılarına bile saygı gösterilmeyen bir ülkeden biliyorum. Mezarı çalınmasın diye mezarına beton dökülen ailelerin sancılarından biliyorum.
Barış için toplanan insanların arasında patlayan bombalardan biliyorum. O bombanın kaybı olan insanların hayatında yarattığı hatırlayışlarından, sitemle unutuşları konuşmalarından biliyorum. Bu bombanın İbrahim Amca’nın kalbinde de patlamasından biliyorum.
“Ankara’da bomba patladığını duyduğumda dizlerime vurdum. Bizim çektiğimiz acıyı çekecekler, dayanması ne zor ben bilirim” dedi İbrahim Amca.
“Barış olsun artık Barış, hepimiz için Barış olsun artık. Biliyorum...Onlar bu acıya dayanamaz, alışmamışlar. Bizim gibi değiller. Burada hangi kapıyı çalsan bir ölüm var. Orası başkent, onlara çok zor. Ah keşke bunlar olmasa. Kimsenin çocuğu ölmese.”
Ankara Katliamında hayatını kaybeden insanların yakınlarına söyleceğim tek şey var dedi İbrahim Amca. “Güçlü olun ve barışı istemeye devam edin. Bizim acımız böyle hafifliyor.”
İbrahim Amca çocuğunu savaşta kaybetti. Acısı yalnızca Barış’tan vazgeçmeyerek hafifliyor. Bunu da biliyorum, Barış’tan vazgeçmeyen bütün insanlardan biliyorum. (DÖ/ÇT)