Şehrin karmaşasında kendini arayan mutsuz insanlar, bir süredir alternatif yaşam öğretilerini şerbet niyetine içiyor. Bu öğretilerin ortak ve temel kurallarından biri, affetmek. Geçmişin ağırlığından, size acı veren olaylardan, sizi yaralayan insanlardan kurtulmak, geleceğinizi özgürleştirmek istiyorsanız, affedin: şartsız, koşulsuz affedin ve o yükten azade yolunuza devam edin. Son yıllarda hayatla alacağı/vereceği, özel hayatının bireysel acılarından ibaret orta/üst sınıf şehir insanlarının diline pelesenk oldu bu kural. Doğu kökenli, lakin Batı’dan ithal. Oysa uzağa gitmeye gerek yoktu, çünkü bu topraklarda İlahi adalete dair güven zaten çok güçlü. Yüzyıllardır bu topraklarda “hakkımı helal etmiyorum”, “Allah’ından bulsun/bulacak”, “öte dünyada da elim iki yakasında” demek büyük bir ceza addedilmiyor mu? Dünyevi adaletten umut kesilince, İlahi’ye bel bağlanıyor. Tecellisinden şüphe duyulmadığı için de, Anadolu insanı beddua ederken aslında affediyor ve özgürleşerek yoluna devam ediyor.
Bu tavır kuşkusuz insana hayata devam etme gücü veriyor. Kişi hesabı kesiyor, alacağını öte dünyaya havale ediyor. İnsanın kalbindeki öfke sönüyor, kini yıkanıyor, acısı azalıyor, yaraları iyileşiyor. Aslında bu tavır barıştan yana. İnsan savaşa devam etmek yerine, kaybetme korkusunu alt edip barışa cesaret ediyor.
Lakin bu barış tek taraflı. Böyle bir barışta, affedilen ölmemişse, affedenin arkasını dönüp gitmesi, onu hayatından çıkarması gerekli. Böyle bir barış, acının kaynağı kişi ve mekan terk edilirse imkanlı. Çünkü bu barışta birlikte yaşama ihtimali söz konusu değil. Eşinden, patronundan, ana babasından veya arkadaşından haksızlığa, şiddetin farklı türlerine maruz kalan, mücadeleden yorulan ya da daha fazla mücadele etmenin faydasız olduğuna kanaat getiren bir insan, gidebilirse affetmek işe yarar. Aksi takdirde, benzer olaylar kısa veya uzun vadede tekrarlanır; affeden kişiyi mutsuzluğa, umutsuzluğa ve dahi öz yıkıma varabilecek bir sürece mahkum eder. İki tarafın da birbirine zarar verdiği bir savaş sürer gider. Çünkü acının, savaşın kaynağı kişi, affederek değişmez.
Birlikte yaşamak için iki taraflı bir barışa ihtiyaç var. Bunun anlamı, “zalim”in hatasını fark etmesi, suçunu kabullenmesi/itiraf etmesi, pişman olması ve(ya) özür dilemesi. Anadolu’nun ilahi adalet bilgisiyle yoğrulmuş bizler, bu gerçeğe gözümüzü kapayıp bir çok durumda çok kolay affediyoruz sanki. Özgürleşmek ihtiyacıyla dünyevi adalette ısrarcı olmuyor, erken ve fazla affederek barışla hayata devam etmeye çalışıyoruz.
Maalesef bu tavır salt özel hayatımıza mahsus değil. Toplumsal acılara, bu acıların kaynağı bireylere de aynı tavrı takınıyoruz. Birlikte yaşamak arzumuz, barışa olan hasretimizle, adaletin çoğunu Allah’a, cezanın tamamını öbür dünyaya havale etmeye meyilliyiz. Misal, Kenan Evren öldüğünde sosyal medya beddualarla yıkıldı, lakin adalet sağlanmadı.
Barışın ve birlikte yaşamanın umut ışığına kolayca kanan naif bir tavır bu.1915, Maraş, Çorum, Sivas, faili meçhuller, Diyarbakır cezaevi ve daha nicesiyle yüzleşmeyen bir devletin ve bu devlet anlayışını sahiplenen bir iktidarın barış söylemine inanmamızı başka türlü açıklayamıyorum. Dersim katliamını “katliam” olarak telaffuz edebilmesine mi kandık? Bu hamlede yaşanan acıları değil, kendi siyasi çıkarını gözettiğini anladık elbette; fakat “barış” ağzından düşmediği için kalan yekûnü Allah’a mı havale ettik? Özgürlükler yavaş yavaş azalırken, kadınlar, eşcinseller, translar öldürülür, Aleviler, Ermeniler, Rumlar ve diğer azınlıklar ayrımcılığa uğrarken susan ve devletin zırhına giderek daha çok bürünen bir iktidardan ne umduk?
Ne bulduğumuz malum. Allah’ın Kenan Evren’e ve diğer “zalim”lere öte dünyada ne ceza verdiği, bu dünyada yaşarken beni ilgilendirmiyor. Henüz suçlarıyla yüzleşmemiş, bırakın pişman olup özür dilemeyi mazeretlerle kendini aklamaya çalışan bir bireyle veya devletle barış bu kadar sürüyor. “Mazlum”u birlikte yaşamaya dair gerçekçi olmayan hayallere itiyor, en ufak bir darboğazda yerini savaşa bırakıyor. İktidarın şiddetten, savaşmaktan başka çaresi yok; malum, korkaklar savaşa devam eder, çünkü kaybetmekten korkarlar. Lakin biz korkmuyorsak, barış için cesaretimiz varsa ve en önemlisi gitmek değil kalmak, bu cânım ülkede bir arada yaşamak istiyorsak, adaleti bu dünyada tesis etmek için savaşmak gerekiyor. Şiddetle değil, hep bir ağızdan, dilimizde tüy bitene kadar söylemek, herkes için adalet, barış demek. Susmamak. Pes etmemek. (AGB/HK)