Haftasonu Türkiye’nin onlarca ilinden gelen 400’ü aşkın kadınla, barışı, süreci ve uzlaşmayı konuşmak için Diyarbakır’da bir araya geldik.
Çok önemli ve farklı bir toplantıydı, çünkü farklı dünya görüşlerinden, farklı yaşam tarzlarından kadınların buluşmasıydı aslında. Dindar Müslüman kadınlar, Aleviler, Kürtler, Ermeniler, LBT kadınlar, feministler, Roboskili kadınlar, siyasetçiler, ev kadınları, aktivistler…
Böyle bir buluşma daha önce gerçekleşti mi bilmiyorum, sanmıyorum da. Durum böyle olunca elbette gerginlikler de yaşandı, empati ve duygusallık anları da. Ama üçüncü günün sonunda herkes birbirini anladı ve birbirine dokundu diye düşünüyorum.
Başörtülü kadınların okullarda, mecliste, çalışma hayatında yaşadıkları mağduriyetleri, Kürtlerin anadili, kayıplar, işkence, zorunlu göç gibi konularda mağduriyetlerini, Ermeni soykırımından hikayeleri dinledik. Kayıplarımızın anısına helva kavurduk, şarkılar söyledik, kına gecesi bile yaptık.
Bu kadar farklı görüşlerden kadınlar bir araya gelince gerginlikler, tartışmalar da yaşanmadı değil. Bazı konuşmaların “biz” ve “siz” üzerinden yapılması, kullanılan dil üzerine anlaşmazlıklar… Ama bunlar, böyle bir buluşmanın olmazsa olmazıydı. Sonuçta ilk defa yan yana geliyor, kendi bakış açılarımızı anlatıyorduk. Kadınlar, hep televizyondan ya da gazeteden gördükleri, aslında onlardan uzak olan olayları mağdurların ağzından birebir dinleyince, bambaşka bir tablo çıktı ortaya. Tüm tartışmalar bir kenara bırakıldı ve salon (ağlamaktan) kırmızı burunlu kadınlarla doldu.
Herkes, “sessiz kalarak şimdiye kadar hangi mağduriyetlere göz yumdum” sorusunu kendine sordu.
Hazar Derneği bu toplantıyı Diyarbakır’da düzenlemeye karar verince, KAMER de “Biz de sizi ağırlayalım o zaman” demiş ve bu kadar farklı kadının buluşması böylece gerçekleşmiş. Kadınların kimi yerel kadın örgütlerinden, kimi komşusundan, kimi Akil İnsanlar Heyeti ziyaretleri sırasında Kezban Hatemi’den duymuş ve katılmış.
Yani sadece sivil toplumun, siyasetin, mücadelenin içinden kadınlar değildi oradakiler. Geleneksel bir hayat sürdüren ama savaş siyasetine dur demek isteyen, şimdiye kadar sesini duymadığımız kadınlar da oradaydı.
Neler yaşandı?
Her oturumun haberini geçtim ama haber metinlerine sığmayan pek çok şey yaşandı buluşmada.
Konuşmacıların hepsi, salondaki kadınları kendi anadilleriyle selamlayarak başladı lafa, her seferinde büyük alkış aldı. Listag ailelerinden Günseli, LGBT çocukları için eşitlik isterken başörtülü kadınlardan aldığı alkış da heyecan vericiydi.
Leyla Zana ve Merve Kavakçı’nın aynı oturumda konuşması planlanmıştı (gitmeden önce panel programında beni en heyecanlandıran oturumlardan biri bu olmuştu). Zana panele gelemedi ama Yıldız Ramazanoğlu’nun Zana’nın 1991’de mecliste yemin sırasında söylediği “Ez vê sondê li ser navê gelê kurd û tirk dixwîm (Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum)” cümlesini okuması, kadınlardan büyük alkış topladı.
Merve Kavakçı’yı da dinleyeceğim için de heyecanlanmıştım ama benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Kavakçı ne süreçten, ne kadın meselesinden bahsetti konuşmasında. Kullandığı akademik dil ve İngilizce sözcükler yetmedi yaptığı sunumu anlamlandırmasına. Kavakçı’nın konuşmasının hiçbir şey anlamayan kadınlar, “Acaba kullandığı İngilizce sözcüklerden dolayı mı anlamadık?”, “Siyaset bilimi bilmiyoruz biz tabii, belki de ondan anlamadık” diyorlardı.
Roboskili kadınların konuşması tüm salonu ağlattı. Bilmiyorum ama Roboski katliamının, dindar kadınların Kürt meselesinin üzerine eğilmelerinde en itici güç olduğu izlenimine kapıldım. Yine de Roboskililer kürsüye ilk çıktığında “Roboski neresi ki” gibi konuşmalar geçiyordu dinleyiciler arasında. Onlar Uludere’yi biliyorlardı o ana kadar, Roboski’yi değil.
Roboskili kadınlar, çantalarından bomba parçaları ve kayıplarının parçalanmış eşyalarını çıkarttılar. Anlattılar, ağladılar, ağlattılar.
Benim için en çarpıcı cümle şuydu: “Utanıyorum söylemekten, benim kocam korucudur.” Birkaç dakika sonra ise şöyle devam etti aynı kadın konuşmasına: “Bize Kürt diyorlar, evet. Utanmıyorum. Allah beni böyle doğurdu”.
Sürecin selameti için helva gecesi
Buluşmanın en keyifli etkinliklerinden biri helva gecesiydi. Ermeni arkadaşımız Takuhi Tomasyan'la birlikte helvayı, “tüm kayıplar ve sürecin selameti” için kavurduk.
Helva kavrulurken dualar okundu. Ardından Türkçe ve Kürtçe ilahiler söylendi. Alevi nefesleri okundu, her dilde şarkılar söylendi… Farklı kültürler bu tencerenin başında buluştu.
Yazmadan geçemeyeceğim, Hidayet Şefkatli Tuksal, Ünzile şarkısını çok güzel söyledi.
Helva, 30 senelik savaşta verilen kayıplar, Suriye’de ölenler, erkek şiddeti mağduru kadınlar, Berfo Ana, Cemal Kırbayır ve tüm kayıplar, Arakan’daki Müslümanlar, Fethiye Çetin’in anneannesi, Takuhi hanımın 1915’te kaybettiği amcası Mardik ve daha birçok kişi için kavruldu.
“Barış yoksa oy da yok”
Kadınlar üç gün boyunca birbirlerinin mağduriyetlerine kulak vererek önyargılarını kırdılar, barışın “ama”larını aşındırdılar. “Başörtüsü yoksa oy da yok” kampanyasından yola çıkarak, “Barış yoksa oy da yok” dediler.
Bu buluşmanın çok önemli bir noktasını, ilk defa konuşmacı olarak kürsüye çıkmış bir kadın çok güzel özetledi bence: “Ben Buluşan Kadınlar Platformu’nda kendini gerçekleştirmiş bir kadınım. Dün evde çorba karıştırırken, bugün burada moderatörlük yapıyorum.”
Son gün toplantının değerlendirmesini yapan Ayşe Gül Altınay da bu önemli noktaya işaret etmişti: Kadınların kendi içlerindeki gücü keşfetmeleri. Ardından da önemli sorular sıralamıştı:
“Tarihi erkeklerin ve iktidarın değil kadınların gözünden nasıl yeniden yazacağız? Gücümüzü katlanmak için mi kullanacağız, hayatı dönüştürmek için mi? En başta kendi hayatlarımızı dönüştürmek, kendi şiddetimizle yüzleşmek, arınmak, hafiflemek, vicdan sızılarımızı hafifletmek için mi?”
Benim tek rahatsız eden nokta ise üç gün boyunca, arada gelen eleştirilere rağmen bile devam eden, “kardeşlik” ve “annelik” vurgusuydu. Kürtlerle “Müslüman kardeşliği” vardı, “anneler ağlamasın”dı, bu savaşı “anneler” bitirecekti.
“Analar ağlamasın” söylemi, siyasetçi erkeklerin icadı, çok da manasız bir cümle. Başkalarının acılarını anlamak, savaşa karşı olmak için çocuk doğurmuş olmaya gerek yok.
“Kardeşlik” meselesine gelince, yine toplantıda konuşan bir kadından alıntı yapacağım: “Kardeş olmak istemiyorum. Sizi olduğunuz gibi kabul etmek istiyorum.” (ÇT)
"Barış, Anneanneyle Torununun Aynı Dili Konuşabilmesidir"
“Yaraları Sarmak İçin Doğru Merhem Demokrasi”
“Bu Topraklarda Yaralanmayan Kalmadı”