Dilimiz bilincimiz. Dilimiz, anlam dünyamız. Bir dil içine doğup o dilin olanaklarıyla yaratıyoruz anlam dünyamızı. Kullandığımız kelimelerin yükleri, bir bakıma kültür ya da uygarlık tarihimiz. Kelimelerin güncel anlamlarını mazisiyle yani sözlüklerdeki temsilleri yanında etimolojileriyle anlamak, içinde debelendiğimiz sorunların çözüm yolları için de çeşitli ipuçları verebilir.
Örneğin Eski Türkçe (yalnızca Oğuzca) savaş, “tartışmak, mücadele ve muharebe etmek” fiilinden evrilmiştir. Bu fiil de Eski Türkçe yazılı örneği bulunmayan sava- “söz çarpmak”tan türetilmiştir. Savaş, savdan yani sözden türer. Sözün bitmesidir bir bakıma.
İngilizce savaş anlamına gelen war kelimesi Geç Eski İngilizcede werre, "büyük ölçekli askeri çatışma" anlamındadır. Eski Fransızcada guerre "zorluk, anlaşmazlık; düşmanlık; kavga, dövüş, savaş” anlamını taşır. Farklı dönemlerde Almancadaki temsili werra, werren, verwirren ise "kafasını karıştırmak, kafa karıştırmak" anlamlarına sahiptir. Aynı kökenden gelen farklı kelimelerin orijinal anlamının "karışıklığa yol açmak" olduğu öne sürülür.
Bu iki ayrı kültürün dilinde güncel anlamda savaş olan kelimenin mazileri, savaşın nedenlerine dair de ihmal edilemeyecek durulukta bir hakikat taşıyor. Türkçesindeki söz çarpmak, tartışmak ile Frenkçesindeki kafa karışıklığı anlamlarına bakılarak, savaşın iletişimle, meramın karşıdakine aktarılmasıyla ilişkili bir yanı olduğu savlanabilir.
Her 30 Ağustos’ta Zafer Bayramı kutlanarak anılır. Kim olduğumuz, belli ölçülerde tarihimize içkindir. Zafer Bayramı olarak resmi tatillerden biri olan 30 Ağustos üzerine senelerdir düşünür durur, “Savaşı kutlamak ne demek?” diye sorar, savaşı kutlayanların beraberinde neleri kutladıklarını da merak ederim. Bu yazının muradı, söz konusu soruya ana anlatılarda pek yer bulmayan yanıtlardan birini vermektir.
Zafer Bayramı’nın anlam ve önemine dair genelinde medyada, özelinde sosyal medyada yazılan, çizilen, paylaşılanlara iktidar, statüko, devrim, simge, maneviyat, savaş, kan, ölüm, barış, vicdani ret kavramları açısından da bakalım; bunun yanında ertesi günün -Dünya Barış Günü olmasını göz önünde bulundurarak- perspektifiyle de kritik etmeye çalışalım.
30 Ağustos’ta zafer kutlamaları yapıp savaşa, savaştaki kahramanlıklara övgüde bulunup öbür gün barış mesajları vermek, en makul deyişle tuhaf, bu tuhaflığın üzerine düşünmek öğretici, bilincimizde alternatif kavrayışlara yer açabilir. Bütün bunların bilincimizde yan yana durması etik bir özne olarak bizde kimi yarılmalara neden olur çünkü Zafer Bayramı’nı kutlayıp örtük biçimde savaşı, kanı, ölümü kutsamak, hemen ardından da barış mesajları vermek, kelimenin birinci anlamıyla tutarsızlıktır.
Ucu nereye dokunursa dokunsun her 'zafer'in “Pirus Zaferi" olduğu konusunda anlaşalım; çünkü zafer, savaşa içkindir. Zaferi, kurucu kimliğin bir öğesi olarak anmak, de facto savaş güzellemesidir.
İktidar tarafından üretilip parlatılan takvim günleri ideolojik bir enstrümana dönüştürülerek statüko oluşumuna tuğla taşınır; diğer yandan kale ne denli yükseltilirse o denli dışarıdan gelebilecek tehditlere, aynı zamanda içeridekilere eşzamanlı gözdağı verilmiş olur. Statüko, pekiş(tiril)ir, düzenin olağanına, sanki ‘doğası’na dönüşüverir. Her iktidar, öncelikle simgelere dokunur; mazininkileri yıkar, yenilerini (Bknz. 15 Temmuz) inşa eder. İktidar, kendi maneviyatını simgeler üzerinden görünür kılar. Belli bir düzeni ya da mevcut statükoyu yıkmak demek bir anlamda yerleşik simgeleri parçalamak anlamına gelir. İktidarların devrimciliklerini sınayan ölçü, bir bakıma simgeleri yıkma biçimi yanında yenilerini nasıl, ne kadar zamanda inşa ettiğiyle de ilişkilidir.
Düşünce, özü gereği, sınırı olmayan bir insan başarısıdır. İktidar, arkasına belli bir düşünceyi alır, mevcudu onunla dönüştürür, alternatif üretir, muhalefette olan düşünceler, iktidara dönüşürken statükolaşır, statükolaştıkça da eşzamanlı yozlaşır. Tarih, bu tezi doğrulayacak 'devrim'lerle doludur.
30 Ağustos'u sahiplenip neredeyse dünya görüşüne siper edenlerin, 30 Ağustos’un hemen ardından 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde[1] sosyal medyada hesaplarının rengini "barış" yapmaları, hemen hemen herkesin barış yanlısı oluvermesi yine tuhaftır. Peki, buradaki saik nedir? Barış istiyorsak, bunun kalıcı olmasıysa dileğimiz, iktidar -kimin iktidarı olursa olsun- tarafından üretilen retorikleri, simgeleri ifşa edip kamusal hayattan, hafızadan temizlemenin; savaşın etrafında oluşan dünya kavrayışından bilinçleri arındırmak yönünde eylemliliklerin, barışı söylemin ötesinde egemen kılmak isteyenlerin sorumluluğu olduğu inancındayım.
Dilerim bir gün 30 Ağustos'ta Yunanistan ve Türkiye insanları Afyon'da; tarihte savaşan 'halklar' ya da taraflar da, savaş meydanlarında bir araya gelirler; birlikte şölen yaparlar, sarılıp dans ederler, yanlarında getirdikleri artık ne varsa birbirlerine ikram ederler ve oracıkta barış sarhoşu olurlar. Yine dilerim ki, birinin kaybına sevinmenin, daha fazla ve daha 'başarılı' şekilde öldürdüğü için gururlanmanın insan ruhunu zehirlediğini fark ederler; statükoya dönüşen iktidar retoriklerinin kirlettiği dilimizden, maneviyatımızdan azadeleşir barışçıllaşırız çünkü savaş öldürür, barış yaşatır.
Dilerim savaşı ve nedenlerini merak ettiğimizin yüzde biri barışı merak edip araştırırız. İlgimizi, savaşlar kadar olmasa bile biraz da barış çeksin, arayalım, soralım barışı ve olanaklarını. Barışa da yönelsin ilgimiz. Barışla ilgili örneklerimizi çoğaltalım. Tarihteki barış dönemlerini ve dinamiklerini, onu tehdit eden etmenleri soruşturalım. Kurumlarımızı, yasalarımızı, normlarını bir tür bağışıklık sistemi güçlendirircesine barışı gözeterek yeniden yorumlayıp yapılandıralım. Barışa yönelik yazılar yazalım. Paylaşalım. Yüksek sesle okuyalım, anlatalım.
Zafer, kanın, ölümün taçlandırılmasıdır bir bakıma. Barış taleplerinin çocuksu bulunması, savaşa içkin olan zaferin ve statükonun onaylanmasıdır. Statükoyu bir daha palazlanmayacak şekilde hayatın dışına itmek, onun, üzerinde varlık kazandığı simgeleri(ni) anmamaktır. O nedenle ben de "Zafer Bayramı"nı anmayı, vicdanen reddediyorum. Bununla zaferi, kanı, savaşı, ölümü… kutlamayı da, evladını kaybeden anaların acılarına, sevişemeden ölen gencecik insanların katline de sevinmeyi vicdanen reddediyorum...
Dileğime, hayalime ortak olmayadır çağrım: hayata, dayanışmaya, üretmeye, gülmeye, aşka, yaşamaya yani barışa...
Barışla…
[1] Her ne kadar dünyada 21 Eylül’de kutlansa da Türkiye’de 1 Eylül’de kutlanır. Birleşmiş Milletler kararıyla 1957’den 1981’e kadar Eylül ayının üçüncü salısı Dünya Barış Günü, 1981’den itibaren de 21 Eylül Uluslararası Dünya Barış Günü olarak belirlenmiştir.