18 yıl önceydi. Dönemin hükümeti Kürt realitesini tanıdığını açıklamıştı. 12 Eylül'le birlikte yok sayılan, inkar edilen, reddedilen ve adının anılması dahi yasaklanan Kürt gerçeği, Başbakan Süleyman Demirel ve koalisyon ortağı Erdal İnönü tarafından bizzat kabul edilerek dile getirilmiş ve henüz bölgede yaygınlaşmayan TSK-PKK savaşının sona erdirileceği yönünde bir heyecan yaratılmıştı. Başta Kürtler olmak üzere yeni yeni şiddetlenen savaşta bedel ödeyen herkes için bir anda yeni bir umut doğmuştu. Ancak öyle olmadı. 1991'den sonra Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı yerleşim birimleri adeta cehenneme çevrildi. Üç bine yakın köy yakıldı, milyonlarca Kürt göçe zorlandı. Tarım ve hayvancılık geriledi, faili meçhul cinayetler arttı. Savaş tüm hızıyla can almaya ve kan kusmaya devam etti.
1993 yılına gelindiğinde PKK lideri Abdullah Öcalan ile elçiler aracılığıyla görüşen Cumhurbaşkanı Turgut Özal, soruna cesurca yaklaştı ve en azından akan kanı durdurmak, sonra da barışı sağlamak için adımlar atmaya hazırlandı. Abdullah Öcalan 15 Nisan 1993'te Lübnan sınırından Türkiye kamuoyuna barış mesajlarını içeren ateşkes açıklamasını yaptığı günlerdi. Ne tesadüf ki tam da açıklamanın yapılmasından sadece iki gün sonra, Cumhurbaşkanı Turgut Özal esrarengiz bir biçimde aniden yaşamını kaybetti. Bir süre sonra Bingöl'de PKK tarafından öldürülen 33 askerle birlikte barış umutları iyice suya düştü.
En karanlık Çiller...
Turgut Özal'dan boşalan Çankaya koltuğuna Süleyman Demirel, Demirel'in yerine de Tansu Çiller geçti. Çiller'in Başbakanlığıyla birlikte artan cinayet ve çatışmalarla olaylar daha da büyüdü. Susurluk kazasıyla ortaya çıkan özel devlet çeteleri halka adeta kan kusturdu. On binlerce insan hayatını kaybetti. Öte yandan ordu mensubu gibi PKK karşıtı gazeteciler ve siyasiler de yine sır ölümlerle ortadan kaldırıldı. Bu cinayetlerin neredeyse tamamına "PKK yaptı" denildi. Kürt sorunuyla ilgili farklı görüşleri olan Org. Eşref Bitlis, Ergenekon davasına da konu olan Albay Rıdvan Özden, katilleri hala bulunamayan gazeteci Uğur Mumcu, yine Kürt sorunu üzerine kafa yoran ve raporlar hazırlayan Adnan Kahveci bu isimlerden sadece birkaçıydı. Özellikle Bitlis'in ölümünde dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş'in sarf ettiği bir sözü kuşkuları artırıyordu. Org. Güreş, elinde kaza raporu olmadığı halde Bitlis'in öldüğü uçağın buzlanmadan dolayı düştüğü açıklamıştı. Bu görüş, akademik çevrelerce defalarca yalanlandığı halde bizler hiçbir zaman kazanın tam olarak neden düştüğünü öğrenemedik.
15 yıl sonra aynı eşikteyiz
Kürtlerin coğrafyasında akan kan, ancak Kenya'da yakalanıp Türkiye'ye getirilen Abdullah Öcalan'ın silahlı birlikleri sınırların dışına çekme talimatıyla hız kaybetti. 2003 seçiminden sonra iktidara tek başına oturan AKP ilk yıllarda sorunu görmeme yolunu seçti.
PKK'nin ilk silahlı eylerinden bu yana, o dönemde iktidarda olan 1. Özal hükümetini de sayarsak bugüne değin tam 15 hükümet iş başına geldi.
Bu hükümetler sırasıyla şöyle:
45. Hükümet - 1. Özal Hükümeti (13 Aralık 1983 - 21 Aralık 1987)
46. Hükümet - 2. Özal Hükümeti (21 Aralık 1987 - 9 Kasım 1989)
47. Hükümet - Yıldırım Akbulut Hükümeti (9 Kasım 1989 - 23 Haziran 1991)
48. Hükümet - 1. Yılmaz Hükümeti (23 Haziran 1991 - 20 Kasım 1991)
49. Hükümet - 7. Demirel Hükümeti (20 Kasım 1991 - 25 Haziran 1993)
50. Hükümet - 1. Çiller Hükümeti (25 Haziran 1993 - 5 Ekim 1995)
51. Hükümet - 2. Çiller Hükümeti (5 Ekim 1995 - 30 Ekim 1995)
52. Hükümet - 3. Çiller Hükümeti (30 Ekim 1995 - 6 Mart 1996)
53. Hükümet - 2. Yılmaz Hükümeti (6 Mart 1996 - 28 Haziran 1996)
54. Hükümet - Erbakan, Refahyol Hükümeti (28 Haziran 1996 - 30 Haziran 1997)
55. Hükümet - 3. Yılmaz, Anasol-D Hükümeti (30 Haziran 1997 - 11 Ocak 1999)
56. Hükümet - 4. Ecevit Hükümeti (11 Ocak 1999 - 28 Mayıs 1999)
57. Hükümet - 5. Ecevit Hükümeti (28 Mayıs 1999 - 18 Kasım 2002)
58. Hükümet - Gül Hükümeti (18 Kasım 2002 - 14 Mart 2003)
59. Hükümet - Erdoğan Hükümeti - (14 Mart 2003 - 29 Ağustos 2007)
60. Hükümet - II. Erdoğan Hükümeti- (29 Ağustos 2007- )
Bu hükümetlerden Kürt sorununa yönelik çalışmalarıyla elbette en dikkat çekici olanı II. Erdoğan hükümeti oldu. Hükümet başta soruna akılcı yaklaşarak çözüme yönelik ciddi bir umut doğurdu. Ancak zaman içerisinde Hükümet'in çözümden anladığı PKK'nin tasfiyesi olduğu ortaya çıktı.
II. Erdoğan hükümeti, Ergenekon davasıyla kendisine karşı iddia edilen darbe, devirme ve yıpratma çalışmalarını yargıya taşıdı ve ülkede karanlık ellere yönelik operasyonlara hız verildi. Bu gelişme hem Kürtler hem de Türkiye'nin aydınlanmasını dileyenler tarafından sempatiyle karşılandı. İktidarını sağlamlaştırmak için çaba gösteren aynı Hükümet, Kürt illerinde oylarını artırmak için zaman zaman söylemde Kürt sorununu dillendirerek oyalama taktiğini seçti.
2005'te "Kürt sorunu benim sorunum" 2008'de "Ya sev ya terk et"
Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın 5 Ağustos 2005'te Diyarbakır'da yaptığı o meşhur konuşmayla tıpkı Demirel-İnönü hükümetinin yarattığı ilk etki gibi bölgede barıştan yana yeni bir heyecana yol açmıştı. Aynı Erdoğan 3 Kasım 2008 günü Hakkari'de Kürtlere şöyle sesleniyordu:
"Biz ne dedik? Tek millet dedik. Ne dedik? Tek bayrak dedik. Ne dedik? Tek vatan dedik. Ne dedik? Tek devlet dedik. Buna kim karşı çıkabilir yahu. Buna karşı çıkabilenin bu ülkede yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin..."
Bu sözlerinden 7 ay sonra ise "Kürt açılımı" açıklandı. Kürt açılımı birkaç hafta içinde önce "Demokratik açılım", sonra "Milli birlik projesi", son olarak da "Milli birlik ve kardeşlik projesi" olarak isim ve haliyle de anlam değiştirdi.
Başta Genelkurmay, CHP ve MHP'nin barışa direnci, dağlarda askeri operasyonların sürmesi, DTP'nin ciddiye alınmaması ve kapatılması, ardından seçilmiş başkanların operasyonlarla gözaltına alınması, AKP'nin kendi bindiği dalı resmen kesmesi olarak yorumlandı. Yani AKP son icraatlarıyla hem barışı doğmadan öldürdü, hem de prestij kaybetti.
Benzer sorunlar nasıl çözüldü
Biz biliyoruz ki Kürt sorunu PKK'den ayrı ve bağımsız düşünülemez. Tıpkı, İrlanda sorunu İRA'dan, Filistin sorunu FKÖ'den ayrı düşünülmediği gibi. Yıllarca İRA'ya, FKÖ'ye "terörist" denildi. İngiltere ve İsrail yetkilileri ağız birliği etmişçesine, "Teröristleri muhatap almayız" demeçleri verdi. Ancak ne dünya kamuoyunun ne de medyasının gözünde hiçbir zaman bu iki hareket de terörist olarak kabul görmedi. Kimilerine göre her iki örgüt, ya "direnişçi" ya da "özgürlük savaşçıları", kimilerine göreyse "silahlı militanlar" olarak adlandırıldı. 15 yıl İRA ile görüşmemek için direnen Britanya hükümeti de, yine en az bu süre kadar FKÖ'yü "muhatap almam" diyen İsrail hükümeti de gerçeği görmek ve kabul etmek zorunda kaldı.
"Barış için gerekirse şeytanla bile görüşürüm" diyen Tony Blair, doğrudan İRA'yla değil, İrlanda'nın BDP'si Sinn Fein ile masaya oturdu. Bunun gerçekleşebilmesi için başta İRA ve İngiltere devleti olmak üzere Blair hükümeti Sinn Fein'in önünü açtı. Türkiye'de ise DTP kapatılarak, seçilmiş belediye başkanları örgüt üyeliğiyle suçlanıp tutuklanarak resmen siyasi ve silahsız alan daraltılmış oldu. Hal böyle olunca 1990'lara dönme endişesi kamuoyunda yaygın bir kanı haline geliyor. Bu savaşın yeniden şiddetlenmesi demek.
Öte yandan kışkırtılmış ve örgütlendirilmiş sağcı ve milliyetçi kalabalıklar ellerinde bayraklarla 1930'ların Nazi Almanya'sını, Franco İspanya'sının Madrid'ini aratmayan gösteriler düzenliyor, Kürtlere saldırılar düzenleniyor, konvoyları taşlanıyor, bazı internet siteleri ve basın organlarınca Kürtler hedef gösteriliyor. Yaygın olmasa da büyük medya organları savaş çığırtkanlığı yapmaya devam ediyor. Ordu operasyonlarına ara vermiyor, Kürtlere dair barışçıl her mesaj bölücü ve terörist olarak addediliyor.
12 Eylül 1980 darbesiyle başa gelen ve yaptırdığı Anayasa ile "Kürt yoktur" tezini yasalaştıran Kenan Evren bile 2007'de "Bölgesel özerklik"ten söz etti. Yıllarca Kürtlere yönelik kirli operasyonların koordinatörlüğünü yürüten Mehmet Ağar, PKK'yi kastederek "Dağda silahla gezeceklerine ovada siyaset yapsınlar" dedi.
Kısaca çözümün yolu önce Kürtlere ve Kürtlerin iradesine saygıdan geçiyor. Bu saygı ve haliyle çözümün yolu, seçilmiş Kürt başkanlarını kelepçeleyerek gittikçe daraltılıyor!..
Barışın inşası ve yolunun yeniden açılması ancak ve ancak, "Kürdüm" diyenlere özgür örgütlenme ve sivil siyasetin önündeki yasal engellerin kaldırılmasıyla mümkün olur.(FA/EÜ)