“Evrensel ve kalıcı bir barış ancak sosyal adalet temeline dayanır.”
Bu cümle, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Anayasası’nın giriş bölümünün ilk satırında yer alıyor. Sosyal adaletin barış için bir önkoşul olduğu açık bir biçimde ifade ediliyor. Benzer şekilde, sendikaların yaygın olarak kullandığı “Savaşa, sermayeye değil emekçiye bütçe” sloganı da sosyal adalet ve barış arasındaki sıkı ilişkiyi ortaya koyuyor.
Giriş bölümü, evrensel ve kalıcı bir barış ile sosyal adalet arasındaki sıkı ilişkiye ek olarak, tersi durumda neler olacağına da dikkat çekiyor. Anayasa, “çoğu insanın adaletsizlik, sefalet ve yoksulluk koşullarında çalışmasının dünya barışını ve toplumsal ahengi bozma tehlikesi içerdiğine” dikkat çekiyor.
Sağ iktidarların arttığı günümüzde yoksulluk, sefalet ve adaletsizlik dünyanın gündeminde giderek daha fazla yer alıyor. Örneğin, Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei Aralık 2023’te iktidara geldikten sonra kamusal eğitim bütçesini kısma yönünde politikalar izlemeye başladı. Bu süre zarfında, yükseköğretim emekçilerinin alım gücü %40 oranında azaldı.
Milei’nin bu politikaları, eğitim emekçileri bakımından yoksulluk ve sefalet anlamına gelirken, eğitim alanlar bakımından adaletsizliğe yol açıyor. Maddi imkânı bulunanlar eğitim hakkından yararlanırken, yoksullar eğitim hakkından mahrum bırakılıyor. Sendikalar ve öğrenciler Arjantin sokaklarında bu uygulamaları protesto ediyor. Kamu hizmetlerine yönelik bütçe kesintisi, neoliberal politikalar izleyen sağ iktidarların olduğu ülkelerde görülüyor.
Sorun herkesi etkiliyor, çözüm de herkes için olmalı
ILO Anayasası’nın giriş kısmının dikkat çektiği bir konu da işçi, emekçi haklarının yani ekonomik sosyal hakların tek bir meslek, kesim, grup veya ülkede yaşama geçmesinin yeterli olmayacağı. Bu nedenle, ILO ekonomik sosyal haklara ilişkin düzenlemelerin tek bir ülkede yapılmasının bahse konu sorunları ve yarattığı yıkıcı sonuçları ortadan kaldırmaya yetmeyeceğine dikkat çekiyor.
Sermayenin küreselleştiği günümüzde ILO’nun bu tespiti can yakıcı hale geliyor. Esasen, insan hakları belgelerinin dili hakkı tanımlarken “herkes, tüm insanlar” vb. genelleyici ifadeler kullanılıyor. ILO Anayasası’nda da bu niteliği görebiliyoruz.
Ekonomik sosyal hakların bazı çalışma alanları
Anayasa, ILO’nun ve imzacı taraf devletlerin çalışma yapması gereken hususlardan bazılarını şu şekilde belirtiyor: Çalışma sürelerinin belirlenmesi, işe alım (istihdam), işsizlikle mücadele, yeterli yaşam koşullarını sağlayacak ücret, mesleki hastalıklar ve işyerinde yaşanan kazalar, çocukların, gençlerin ve kadınların korunması, yaşlılık ve maluliyet aylıkları, eşit işe eşit ücret, sendikal özgürlükler ilkesine riayet, teknik ve mesleki eğitimin düzenlenmesi vb.
ILO Anayasası, imzacı tarafların bu hususlarda ‘acilen’ önlem alması gerektiğine vurgu yapıyor.
Bütçe görüşmeleri sırasında sesimizi duyurmak
Esasen, ILO Anayasası’nın imzacı taraf devletlerin önüne görev olarak koyduğu istihdam, azami çalışma süreleri, işsizlikle mücadele, eşit işe eşit ücret, teknik ve mesleki eğitim vb. alanlar genel kamu bütçesini doğrudan ilgilendiriyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) devam eden bütçe görüşmeleri ve yakında başlayacak olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmaları bu nedenle insan hakları savunucuları, sendikalar açısından son derece önemli.
Hükümetin 13 Mayıs’ta duyurduğu Kamuda Tasarruf Paketi, istihdamı ve ücreti doğrudan etkiliyor. Sadece özel sektörde değil, kamuda da eşit işi yapanlara eşit ücret ödenmediği biliyor. Bu ayrım bilhassa kadın ve erkekler arasında yaşanabiliyor.
Maalesef iş sağlığı ve güvenliği konusunda da iyi bir noktada değiliz. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG Meclisi) verilerine göre, 2024 yılının ilk on ayında en az 1540 işçi hayatını kaybetti. Gerekli önlemler alındığında önlenebilecek ya da en azından minimize edilecek olan bu iş cinayetlerinin önlenmesine yönelik 2025 yılı kamu bütçesinde ne kadar bütçe ayrılacağı ve bunun nasıl kullanılacağı son derece önemli.
Eğitim ve sağlığa ayrılan bütçe yetersiz
Sadece işçi güvenliği açısından değil, eğitim ve sağlık gibi temel kamu hizmetlerine ayrılan bütçeler bakımından da durumumuz iç acıcı değil.
Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü (OECD) ülkelerinde, gayrisafi millî hasıladan (GSMH) eğitime ayrılan harcamaların oranı %4,9 iken, Türkiye bakımından bu oran %4,2. Benzer şekilde, OECD 2022 raporlarına göre sağlık harcamalarında da gerilerdeyiz. Eğitim ve sağlık alanındaki ihlallerin artmasına yol açan faktörlerden birisi de bütçe yetersizliğidir. Herkesi ilgilendirmesi münasebetiyle kamu bütçesi bir insan hakları meselesidir.
Artan yaşam maliyetleri
Alınan ücretlerin yetmemesi nedeniyle konfederasyonlar seslerini yükseltiyor. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ), 20 Ekim’de “Zordayız Geçinemiyoruz” mitingi düzenledi.
Benzer şekilde, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) “Büyük İşçi Buluşması”nı 3 Ekim’de Ankara gerçekleştirdi.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ise 30 Kasım’da “Geçinemiyoruz, Yoksulluğa Karşı Mücadelede Birleşiyoruz” sloganıyla Ankara’da merkezi bir miting düzenleyecek.
Kamu bütçelerinden kesinti küresel bir problem
Arjantin örneğinde olduğu gibi, bu sorunlar yalnızca Türkiye'ye özgü değil; dünyanın farklı bölgelerindeki birçok ülkeyi de etkiliyor.
Örneğin, Yunanistan Genel İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE), artam yaşam maliyetleri, düşen ücretler ve emekli ücretlerinin erimesi gibi konulardaki taleplerini dile getirmek için 20 Kasım’da genel greve gidiyor.
Benzer şekilde, 29 Kasım’da İtalya Genel İş Konfederasyonu (CGIL) ve İtalyan İşçi Sendikası (UIL), yalnızca yaşam maliyetlerindeki artışa dikkat çekmekle kalmayıp aynı zamanda sağlık, eğitim ve kamu hizmetlerine daha fazla bütçe ayrılması talebiyle genel greve çıkıyor.
ILO’ya taraf olmak ve sonrası
ILO Anayasası’nın giriş kısmında yer alan ideal durum tespitinin, kapitalist sistemin işçilere ve yoksullara bir ‘lütuf’ olmadığını herkes biliyor. Bu kazanımlar, başta işçilerin ve sendikaların olmak üzere tüm toplumsal hareketlerin uzun soluklu mücadelesinin bir sonucu.
Elbette bir devlet, ILO sözleşmelerini imzaladığında bu sorunlar bir anda ve kendiliğinden ortadan kalkmıyor. Tam da bu nedenle, konfederasyonların yanı sıra ekonomik ve sosyal hakları talep eden diğer aktörlerin ve kurumların çalışmaları hayati bir önem taşıyor.
(Oİ/VC)