Türkiye, altmış yıldır aynı labirentin içinde dönüp duruyor: Darbeler, şiddet döngüleri, bitmeyen güvenlikçi politikalar, yarım kalan çözüm girişimleri… Devlet aklı ile toplumsal talepler arasındaki tarihsel gerilim, ülkeyi her defasında demokrasi dışı müdahalelere açık hale getirdi. Bugün artık bu fasit dairenin kırılması gerekiyor. Bunun yolu ise tartışmayı kişilere değil hukuki güvenceye taşımaktan geçiyor.
Tam da bu noktada Abdullah Öcalan’ın son mesajlarında ısrarla vurguladığı “barış yasası”, Türkiye’nin demokrasi dışı müdahale mekanizmalarını kalıcı biçimde ortadan kaldırabilecek en somut araç olarak karşımızda duruyor. Bu bir öneri değil; Türkiye’nin içine sıkıştığı siyasal yapının zorunlu kıldığı tarihsel bir gereklilik.
Darbe mekaniği: Türkiye’nin görünmez prangası
Türkiye’de “darbe” yalnızca bir askerî müdahale değildir; devletin siyasal reflekslerine sinmiş bir alışkanlıktır. Bourdieu’nun kavramıyla bu bir habitustur.
1960’ta başlayan bu mekanizma, 1971, 1980, 1997 ve 2016’da kendini yineledi. Her yeni girişim, toplumun demokratik hafızasında derin bir yarık açtı. Siyasi alanı düzenleyen görünmez bir el gibi çalıştı.

Abdullah Öcalan: Barış yüzyılına geçiş yasası çıkarılmalı
Öcalan’ın bu mekanizmayı “bir ülkenin kaderini rehin alan zihniyet” olarak tanımlaması, devlet–toplum ilişkisinin çözülmemiş karakterine işaret ediyor. Barış yasası, tam da bu alışkanlığı kökünden sökecek bir siyasal sigorta olarak öne çıkıyor.
Barış yasası neden zorunlu? Çünkü Türkiye’nin sorunu güven değil, garanti sorunudur.
Türkiye’de barış girişimlerinin tamamı — Oslo, Dolmabahçe, hatta 2013-2015 çözüm süreci — ortak bir nedenle çöktü:
Siyasi değişimi güvene dayalı olarak yürütmek. Oysa siyaset güvenle değil, hukuki garantiyle yürür.
- Öcalan’ın önerdiği barış yasası tam olarak bunu hedefliyor:
- Siyasal şiddeti sonlandırmak,
- Devletin çözüm iradesini sabote eden odakları etkisiz kılmak,
- Kimlik temelli talepleri yasal zemine taşımak,
- Darbe mekanizmasını kalıcı olarak devre dışı bırakmak.
- Bu yasa, Türkiye’nin “iyi niyetle başlayan ama her defasında duvara çarpan” döngüsünü kırabilir.
Dünya örnekleri neyi gösteriyor? Barışın ancak yasa ile kalıcı olduğunu.
Kolombiya’dan Kuzey İrlanda’ya, Güney Afrika’dan Endenozya ya kadar bütün büyük çatışmalar aynı formülle çözüldü:
Süreçler kişilere değil, yasal mimariye bağlandı.
Ve hepsinin bir ortak sonucu var:
Silahlar sustu, siyaset normalleşti, ekonomik canlanma başladı.
Türkiye neden bu yolu denemesin?
Üstelik bu modellerin tamamı, Öcalan’ın 2013’ten beri işaret ettiği “yasal güvence – demokratik entegrasyon – şiddetsiz siyaset” üçlüsüyle birebir örtüşüyor.
Siyasette nadir görülen bir fırsat anı
Bugün siyasi iklim, uzun yıllardır görülmemiş ölçüde uygun:
- İktidar kanadında barışa kapıyı tamamen kapatan bir söylem yok.
- Devlet Bahçeli’nin son açıklamaları, süreci tümüyle reddetmek yerine hukuki çerçeveye işaret ediyor.
- Muhalefetin büyük bölümü barış yasasına kategorik itiraz etmiyor.
- TBMM’de komisyon arayışları ilk kez ciddi bir gündem haline geldi.
- Bu tür konjonktürel pencereler sık açılmaz; açıldığında da uzun süre açık kalmaz.
Barış yasası: Kürt sorununun ötesinde Türkiye’nin geleceğini kurtarır
Barış yasası yalnızca bir “Kürt meselesi” düzenlemesi değildir.
Aynı zamanda:
- Darbe girişimlerine karşı demokratik sigorta,
- Siyasi şiddeti dışlayan yeni bir oyun kuralları seti,
- Kimlikleri tanıyan kapsayıcı cumhuriyet modelinin hukuki zemini,
- Ekonomik istikrarın ön koşulu,
- Devlet-toplum ilişkisinin modernizasyonu anlamına gelir.
- Bu nedenle yasa çıkarsa sadece Kürtler kazanmaz; Türkiye’nin tamamı kazanır.
Sonuç: Şiddeti reddeden, hukuku önceleyen bir yüzyıl mümkün
Türkiye’nin yüz yıldır yaşadığı kırılmalar bize bir gerçeği gösterdi:
Barış irade ile değil, yasa ile olur.
Yasa yoksa süreç kırılgandır.
Yasa yoksa darbe mekaniği her an devreye girebilir.
Yasa yoksa siyasi şiddet yeniden üretilir.
Barış yasası ise bu kısır döngüyü kırma fırsatıdır.
Türkiye’nin demokratik cumhuriyete geçişi, işte bu fırsatın değerlendirilmesine bağlıdır.
Bu nedenle bugün, siyasetçilerden topluma kadar herkesin önünde tarihi bir sorumluluk duruyor:
Barışın hukukta karşılığı olmayan hiçbir sözü, Türkiye’yi geleceğe taşıyamaz.
Barış yasası çıkarılırsa, Türkiye yeni bir yüzyıla, yeni bir cumhuriyete, yeni bir toplumsal mutabakata adım atabilir.
Ve bu kez, geri dönüş olmadan.
(MY/Mİ)










