Barış ve demokrasi arasında tercih yapmak zorunda değiliz
Bu kafa karışıklığını gidermenin çok net, çok açık bir yolu var: Türkiye'de önemli bir süre boyunca en güçlü muhalefet odağı olarak, tarihsel yerini çoktan edinmiş olan Kürt siyasetinin, gücünü özgürlüğe, eşitliğe, demokrasiye ve antifaşizme yaptığı vurgudan aldığını hatırlaması gerekiyor. Akıllarda, "Düşmanımın düşmanı, dostumdur" siyaseti güdüldüğüne dair soru işaretlerinin bırakılmayacağı, daha net, daha açık bir yöntem izlemekte fayda var.
Acayip günler yaşıyoruz. 17 Aralık 'Operasyonuyla bloklar birbirinden bir daha bir araya gelmeyecekmişçesine ayrıldı; eski dostlar düşman, eski düşmanlar dost oldu.
Komplo teorileri havada uçuşuyor; siyaset de buna hiç olmadığı kadar uygun. Aktörler, roller, paralel yapılar, örgütlenmeler, kadrolaşmalar...
Yargının, polisin, ordunun, bürokrasinin ne mene araçlar olduğunu da bundan açık göremezdik herhalde. Bugüne kadar dilediği gibi at koşturanların, "Hiçbir şey için hesap vermek zorunda değilim" diyenlerin, bunu derken neye güvendiğini de anlamış olduk.
Sarsıntı, bir yanıyla devletin otoriter, milliyetçi ve mukaddesatçı olduğu kadar da militarist öğelerini yeniden bir araya getirmişe benziyor.
İşkenceden müsabık bir eski emniyet patronu, polis zulmünün müsebbibi sayılan bir Başbakan'a sahip çıkıyor. Ölüm kuyularının, faili meçhullerin şanlı paşalarının dostları, en yüksek bürokratik makamlara atanıyor. Küfürden ve biatten başka becerisi olmayan iktidar muhibi köşeciler, bir yıl önce gırtlağına sarıldıklarının televizyonlarında devam ediyor yeteneklerini sergilemeye. "Af" gibi, torbadan çıkınca bir daha torbaya sokmanın mümkün olmadığı sözcükler ortalığa saçıldı.
Biz, gerçekten bağımsız kalabilen bir hukukun özlemiyle yürekleri yananlar ise "Türkiye tarzı hukuk"un işin içine girdiği her şeyden biraz korkuyoruz doğrusu.
Diğer yanda sermayeyle ilişkisi ve dahası sermayeye bakışı malum bir odak, bu otoriter koalisyona karşı kendi kozlarını oynama gayretinde. Anladık ve dahi anlamış idik ki yargı da, emniyet de bugüne kadar onlardaydı ve belli ki diz boyu hukuksuzluğa ortak çıkarlar gereği (vicdanları körelmemiş ve bu iki odağa da göbek bağıyla bağlanmamış olanlar dışında) ses çıkaran da olmadı.
Saflar değişirken kafalar en çok da Kürt siyasetinin söylemleriyle karışıyor. Toplumsal hareketliliğin arkasında "Ermeni lobisi" aramaktan tutun, Başbakan'ın krizden kurtulmak için kullandığı, “yabancı güçler” reçetesini destekleyecek nitelikteki ifadeleri açıkça ve arkasında durarak kullanmaya kadar, akıllarda soru işaretleri doğuran beyanatlar arka arkaya geliyor. "Tam ne demek istediler acaba?" diye düşünüp duruyoruz. Söylenenlerin bazılarını kabul etmek istemiyoruz.
Demokrasi mi? İktidar mı?
Barış sürecinin, bu siyasi tavırdaki en önemli neden olduğunu anlamak zor değil. Kalıcı bir barış için siyasi istikrarın önemli bir öncül olduğu da doğru. Lakin halihazırdaki siyasi iktidarın “istikrar”ı artık epeyce tartışılır bir hal aldı. İlkesel bir biçimde “demokrasi”yi savunmakla, mevcut iktidarın muktedir kalmasını savunmak arasında da gözden kaçması mümkün olmayan bir uçurum var.
Bir noktada Kürt siyasetinin, bianet’teki yazısında Hüseyin Şengül’ün ortaya koyduğu “demokrasi mi, barış mı?” ikiliğinde, ikinci maddeyi savunmak pahasına birinciyi en azından şimdilik görmezden geldiğine dair şüphelerin doğmasında barış için bu “istikrar” arayışının önemli bir rolü var.
Bu kafa karışıklığını gidermenin çok net, çok açık bir yolu var: Türkiye'de önemli bir süre boyunca en güçlü muhalefet odağı olarak, tarihsel yerini çoktan edinmiş olan Kürt siyasetinin, gücünü özgürlüğe, eşitliğe, demokrasiye ve antifaşizme yaptığı vurgudan aldığını hatırlaması gerekiyor.
Akıllarda, "Düşmanımın düşmanı, dostumdur" siyaseti güdüldüğüne dair soru işaretlerinin bırakılmayacağı, daha net, daha açık bir yöntem izlemekte fayda var.
"Roboski daha iyi anlaşılıyor"
Gezi sürecinde, "Gezi direnişinin kalbindeyiz" diyen Selahattin Demirtaş'ın yaptığı bir konuşma, beni en çok etkileyenlerden biri olmuştu.
Diyordu ki Demirtaş; "İstanbul'dan bakınca artık, Roboski daha iyi anlaşılıyor. Gezi Parkı'ndan bakınca, Dikmen'den bakınca, Roboski daha iyi anlaşılıyor. Yıllardır Türkiye toplumuna söylenen yalanlar daha iyi anlaşılıyor artık. Gezi Parkı'yla ilgili, bu direnişle ilgili ortaya çıkan ruhu; Kürt halkının duygusunu, Türk halkının duygusunu, Alevi toplumunun duygusunu, işçinin, köylünün, emeklinin duygusunu anlamak yerine halen mikrofonların karşısına geçip yalanlar söylenebiliyor (...) Gözaltına aldıklarınız arasında bir tane faiz lobicisi var mı? Hepsi devrimcidir. Ceplerinde halk otobüsü parası yoktur. İşte, faturayı bir kez daha devrimcilere, emekçilere çıkarmanın yolunu arıyorlar". Bugün bu harekete umut bağlamış olanların sırtını dayadığı, işte bu ve bunun gibi net tutumlardır.
Daha eşitlikçi bir demokratik sisteme erişebilmek için önümüzde duran maddelerdir aslında Kürt siyasetinin en önemli gündem maddeleri:
Seçim barajının kaldırılmasıdır ki siyasi temsil eşitsizliği ortadan kalksın, bir halkın oyları siyasi temsilde yerini bulsun. Roboski'nin hesabının derhal verilmesidir ki gözyaşı azalsın, ağıtlar yerini umut türkülerine bıraksın.
Rojava'nın iradesine saygı gösterileceğinin beyan edilmesidir ki kendi siyasi iradesini eline almış bir toplum artık kendisini tehdit altında hissetmesin.
Anadilde eğitim gibi rafa kaldırılmaya çalışılan hakların tekrar ve net bir biçimde tartışılmasıdır ki yüzlerce yıllık kimlik davası meyvelerini toplayabilsin.
Gezi'de yaşanan iktidar odaklı şiddetin hesabının verilmesidir ki "Biz zulüm gören herkesin yanındayız" dediğinizde eller sizle birlikte yukarıya kalksın.
Polisin bugün bile seslerini duyurmak için bir araya gelen herkesi düşmanlık dolu bir üslupla gaza, plastik mermiye boğmasıdır ki Lice unutulmasın, 1992'nin Cizre'si unutulmasın.
Gündemi belirlemek
Dolayısıyla, gün bu gündür. Kürt siyaseti, tarihteki rolünün gereğini yerine getirip, biat kültürüne dayalı otoriter ve tek sesçi bir sistemle mücadelede safını açıkça ortaya koymalı, elindeki kartları, her zaman yaptığı gibi, sırtını dayadığı halkının önüne sermelidir. Aksi halde, küçük bir ihtimal olsa da, Türkiye devletinin örtülü ve karanlık siyaset geleneğinin ikincil bir aktörü olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Bu hafta hareket, demokrasiyi ve özgürlükleri savunana güçlü muhalif sesini bir kez daha duyurdu. Önümüzde, Ali İsmail Korkmaz davasında Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ve Halkın Demokratik Partisi (HDP) tarafından gösterilen net ve cesur tutum var; yıllar boyu köşe başlarında devletçe ve onun kullandığı güçlerle katledilen çocuklarının acısını duyanların bu davaya doğrudan müdahil olma iradeleri var. Kürt siyaseti kendisini gündeme uyarlayan değil, gündemi belirleyen bir nitelikte kalmaya devam etmelidir.
Dem dema bi hêztir parastina demokrasî û azadîyê ye.* (MÇ/HK)
* Zaman, demokrasiyi ve özgürlüğü daha güçlü savunmanın zamanıdır.