PKK önderi Abdullah Öcalan ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekillerinin görüşmesiyle birlikte başlayan müzakere süreci, 21 Mart Amed Newrozu’nda Öcalan’dan gelen mektubun iki milyon insanın karşısında okunmasıyla birlikte başka bir evreye girdi.
Savaşan tarafların ilk defa bu kadar açık ve meşru bir zeminde yürüttüğü görüşmeler bütün ülkede Kürt meselesinin konuşulmasını beraberinde getirdi.
Nasıl bir barış yapılacağı, Kürt halkının statüsünün-kazanımlarının ne olacağı ve PKK’nin yeni dönemde alacağı pozisyon toplumun bütün kesimleri tarafından enine boyuna tartışılıyor. Süreç hakkında Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve MHP’nin sol versiyonu ulusalcı çevreler dışında olumsuz yönde söz sarf eden yok gibi.
Herkes sürecin akamete uğramaması için sözlerini oldukça dikkatli seçiyor. Çünkü günün en gözde cümlesi ¨Barış sürecini baltalamayın!¨. Dolayısıyla barışa bu denli yaklaşılmışken kimse barış karşıtıymış gibi bir pozisyona düşmek istemiyor.
Ancak süreç eleştirilecek gelişmelerle ilerliyor. Sürecin önemli adımlarından biri olan ve toplumu barışa hazırlaması için oluşturulan akil insanlar komisyonu Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve PKK ‘den olumsuz yönde eleştiriler aldı.
Komisyonun bu haliyle bütün toplumu ikna edemeyeceğini DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk Radikal Gazetesi’nde şöyle ifade etti, "Mevcut iktidarın kafasına koyduğunu yapma konusunda ısrarlı davrandığı her durumda görülüyor. (...) Bu temelde toplumsal barıştan yana herkesi kapsayan Demokrasi Kongresi toplanmalı, süreci ve görevleri analiz ederek inisiyatif almalıdır."
HDK Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü de akil insanlar komisyonundaki isimlerin sadece 16’sının BDP’nin önerdiği listeden seçildiğini, listenin geri kalanının barış süreci öncesinde olumsuz yönde bir duruş sergilediğini belirtti. Komisyondaki kadın sayısı ise sadece yüzde yirmi.
Sürece meclisin de dahil olması önerisi karşılığını mecliste oluşturulan komisyonla bulmuş olsa da komisyona Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) girmemiş olması büyük bir eksiklik olarak duruyor. Bu aynı zamanda toplumun büyük bir kesiminin sürece seyirci kalması sonucunu da doğuruyor.
Ertuğrul Kürkçü Demokrat Haber adlı siteye verdiği röportajda durumu şöyle değerlendiriyor, "CHP'nin kendi haline bırakılmasını doğru bulmuyorum. CHP'yi çözümün ortağı kılabileceğimiz maddi sebepler var. Birincisi bu çatışmanın her iki tarafında duran yoksul kesimlerden CHP'ye oy gidiyor. Öte yandan özellikle Dersim'den başlayarak Kürt Alevilerin hatırı sayılır bir ölçüde oylarını aldığına göre CHP'nin -tabanı itibariyle- barış siyasetinin karşısında durmaması gerekir. Çözüme de müdahil olması gerekir. CHP'yi çözüme ortak etme siyasetinin yerinde olacağını ve böylelikle düzenlemelerin bütünüyle AKP'nin iradesine bırakılmamasının sağlanacağını düşünüyorum."
CHP kendi içinde ulusalcı kanadın etkisiyle meclis komisyonunda yer almasa da içindeki sosyal demokrat kanadın süreç içerisinde yer almak için çaba sarf ettiği görülüyor. Geçen hafta yapılan grup toplantısından çıkan milletvekillerinin Kürt illerinde geziye çıkma kararı sürece utangaç da olsa dahil olma çabası olarak değerlendirilebilir. Ancak yetersiz olduğu açık.
Abdullah Öcalan’dan gelen mesajlardan Aleviler, Rumlar ve Ermeniler pek olumlu etkilenmedi, yapılan düzeltme açıklamaları da bu cenahlarda fazla bir karşılık bulmadı.
bianet’te geçen hafta toplumun birçok kesimiyle yapılan görüşmeler sonucu yayınlanan özel haberler dizisi toplumun çeşitli kesimleri tarafından sürece ilişkin çeşitli tereddütler olduğunu gösterdi.
Bu haliyle sadece Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Kürt hareketinin uzlaşısıyla devam eden süreç, toplumun çeşitli kesimlerini dışarda bırakarak ilerliyor. Bu durum dışarda bıraktığı kesimlerin barış karşıtı olduğunu göstermiyor.
Süreçte AKP’nin rolü ve AKP’nin başkanlık rejimi planı bu kesimlerin sürece dahil olmasının önünde bir bariyer oluşturuyor. Bu bariyer Kürt sorunun çözümü ve başkanlık rejimi tartışmasının ayrı yürütülmesi ile aşılabilir.
Sürece mesafeli yaklaşan tüm kesimlerin çözüm sürecine, Kürt halkının statüsüyle ve anayasayla ilgili görüşlerini paylaşarak dahil olması gerekiyor.
Aksi takdirde barış karşıtı bir duruma düşmeleri kaçınılmaz görünüyor. Henüz ortada olmayan bir başkanlık rejimi tartışması nedeniyle sürece mesafeli yaklaşanların siyaseten çok şey kaybedeceği açık. Ayrıca barıştan yana olmak AKP ile aynı kulvarda yer almak anlamına da gelmiyor.
Barıştan yana olmak, taşeronlaştırmaya karşı mücadeleye engel değil; ODTÜ’den Dicle’ye öğrencilere yapılan zulme karşı mücadele etmeye engel değil; Dikmen Vadisi’nden Emek Sineması’na yıkımlara karşı mücadele etmeye engel değil. Bu mücadeleleri yükseltmek, süreç içerisinde yaşanan olumsuzlukları eleştirmek de barış sürecini baltalamak anlamına gelmiyor.
Tam tersi bir şekilde AKP’nin bütün bu alanlardaki zalimane tutumu müzakere sürecinde takındığı göreli olumlu tavrın görülmemesi anlamına da gelmiyor.
Yetmez ama evet kampanyasının devamı niteliğindeki Çözüme Evet Koalisyonu da sürecin dışarda bıraktıklarını kapsayacak genişlikte bir oluşum olarak görünmüyor. Daha çok akil insanlar komisyonunun bir izdüşümü niteliğini taşıyor.
Aysel Tuğluk’un da önerdiği bir Demokrasi Kongresi ya da Demokratik Barış İnisiyatifi gibi bir oluşum barış sürecinin daha geniş kitleler tarafından sahiplenilmesini sağlayabilir.
Bunun dışındaki her girişim sadece dönemsel bir kazanım olarak kalabilir. Ayrıca ¨Barışa evet, AKP diktasına hayır¨ demek hepimizin boynunun borcu. Bunu hep birlikte Taksim Meydanı’nda daha yüksek sesle haykıracağımız gün giderek yaklaşıyor. (AS/HK)