Yazının başlığı çoğu tartışmalarda dile getirilen ve polemik konusu yapılan "sorunu adıyla çağırmalıyız" özdeyişinin bir ifadesidir. Yine de "sorunu adıyla çağırmak her zaman doğrudur" anlamına gelmiyor. Yer, zaman ve koşullar bu tespitin doğruluğunu belirleyen temel çizgilerdir.
Örneğin tespitimiz Silopi'ye teslim olmak için gelenlerden önce yapılsaydı anlamsız ve anlaşılmaz olabilirdi. Ama şimdiye tam denk geliyor. Özetle şunu söylüyorum: PKK ve Abdullah Öcalan Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) çizdiği plana uymayı kabul etmekle birlikte bunun onurlu bir şekilde olmasını istemektedir.
Bu plan ABD yönetiminin dünya ve Orta-doğu politikasının bir parçasıdır. Bu planın iki aşamalı olduğunu düşünüyorum.
Planın birinci aşaması
Birinci aşamada taraflar arasında etkin olan militarist-savaş yanlıları ve onların taraftarlarını pasifize etmek ve süreci bozmayacak oranda zayıflatmak yer alıyor. Planın uygulamalarını hatırlamaya çalışalım:
* Her şeyden önce çatışan taraflardan devlet yanlısı güçlerin silahlı birimlerinin ulusalcı (solcu) kesimlerle işbirliği yapanları (yani sözde anti-Amerikancı olanları) ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetini devirmeyi amaçladıkları iddiasıyla bunların "örgüt yönetici"leri tutuklanmış ve etkisiz hale getirilmiştir. Ergenekon tutuklanmaları bu planın zorunlu bir sonucudur.
* Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) yönetimi bu plana başlangıçta karşı çıkmış ve plan uygulayıcısı AKP Hükümeti tarafından ikna edilememiştir. ABD yönetiminin istihbarat paylaşımı ve sınır ötesi operasyon konusunda TSK ile anlaşması ile bu psikolojik eşik aşılmış ve askerlerin sorunu silahla çözme isteklerine her türlü destek verilmiştir. Yalnız bu sınırsız destek süreli oldu. Görülmüştür ki süre bittiğinde TSK sınırdan ancak iki kilometre içeri girebilmiş ve verilen söze uyarak derhal geri çekilinmiştir. Eriyen buzlar çerçevesinde askerler arasında silahsız çözüm anlayışı daha geniş bir yer edinmiştir. Dolayısıyla barış açılımının devlet politikası olması ve Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından sürdürülmesi bu ve benzeri gelişmeler sonucundaki uzlaşılarla hayat bulmuştur.
* Taraflardan devlet yönetiminin desteklediği ve savunduğu militarist görüşler toplumun önemli bir kesiminde yankı bulmuş ve içselleşmiştir. Halk arasındaki bu anti Kürtçü şoven duygular, ölen askerlerin cenazeleri ve acılı ailelerin tepkisi milliyetçi/faşist unsurlar tarafından geliştirilip yaygınlaştırılmıştır.
Bu duyarlılığı hesaplayan AKP yönetiminin ve askerlerin, 'Kürt Açılımı'ndan, 'Demokratik Açılım'a ve 'Milli Birlik Politikası'na doğru geri çekilmesinin arkasında yatan gerçek bu gibi görülüyor.
Çözüm adına bir görüşün öne sürülmeyip kişi, parti ve kurumlardan sürekli görüş talep edilmesi de bu 'hassasiyet' ile ilgilidir.
Devlet ve toplumdaki bu iyileştirme ve uyum çalışmaları yani yolu temizleme çalışmaları sürerken diğer yandaki gelişmeler de şöyleydi:
* ABD'nin İran ile ilgili henüz netleşememesinden dolayı PKK'nın İran kanadı ile ilgili görüşme ve gelişmeler gizli olarak sürdürüldüğü yazılıp çiziliyor. Öte yandan, Suriye kanadı ile ilgili Suriye hükümetinden plana destek sözü alınmıştır.
* Irak Kürdistan Bölge Yönetimi programın uygulaması için planlanan ana üstür. Planın Türkiye devleti tarafından benimsenmesi ile "Açılım"ın başarısındaki temel itici gücün Kürdistan Bölge Yönetimi geçtiğini söyleyebiliriz.
Şöyle ki: Irak Kürdistan Bölge Yönetimi, PKK'ye askeri operasyon yapılmasına karşı çıkmış ve onların barış sürecine katılmalarında önemli rol oynamıştır. Plan çerçevesinde belli bir aşamadan sonra eğer bu sürece dâhil olmazsa ABD-Türkiye ve Kürdistan Bölge Yönetimi'yle Suriye ve İran'ın destekleyeceği beşli bir operasyon ile tasfiye edileceklerinin kaçınılmazlığının PKK yönetimine anlatıldığını düşünmek yanlış olmaz.
Bu nedenlerle de PKK ve Öcalan sürece onurlu teslim koşulları ile zorunlu olarak katılmışlardır. Bu tarihten itibaren her kesimin kendi kitlesine yönelik teatral bir şov içinde olduğunu bilmemiz gerekir.
Planın ikinci aşaması
Planın ikinci aşaması, yolun temizlenmesinden sonra devreye girecektir diye düşünüyorum. Tarafların (TSK ve PKK yönetimi) sürece dâhil olmayı kabul etmeleri ile birlikte bu aşamanın öncülleri kapıdan gözükmeye başladı bile.
Örneğin Türkiye'nin uluslar arası enerji koridoru olması yönünde yeni sözleşmelere imza atması bu politikanın bir gereği değil mi? Türkiye artık bölgede inisiyatif alıyor.
"Ermeni açılımı" da bu çerçevede düşünülebilir. Afganistan ve Pakistan'daki gelişmeler ve enerji alanlarının tehlike altına girmesiyle Orta Doğu'nun, militarist İsrail devleti ve Monarşik Suudi Arabistan-Mısır-Ürdün gibi ülkelerle değil yeni ve yıpranmamış İslami kökenli dost güçler (Türkler ve Kürtler) tarafından kontrol edilmesini, yönetilmesini zorunlu kılıyor. İşte bu nedenlerle Türkler ve Kürtler barışma sürecine sokulmuştur.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yönetici kliği, asker ve sivil bürokrasi içinde kimi unsurlar, köy korucularını da kontrol eden Kürt Feodalleri ve benzerleri PKK'nın tasfiyesini amaçlayan bu açılım sürecini kabul etmiyorlar. Çünkü PKK'nın tasfiyesi eğer yerine geçecek uygun bir düşman güç bulunmazsa varlık nedenleriyle ilgili sorunlu bir durum anlamına geliyor.
Açılım karşıtı anılan çevrelerin, bu oyuna müdahale edecek kimi imkânlara sahip olmakla birlikte uluslar arası destek yoksunluğu nedeniyle "başarı"larının uzun vadeli ve etkili olmaları beklenmemelidir.
İbre ABD planının güçlenmesi ve hayata geçmesi yönündedir. Esas sorun bu açılımın kısır ve acılı olmasını engellemektir. Bunu da bizlerin önleyebileceğini düşünüyorum.(SP/EÜ)