*Fotoğraf: Murat Bay
Taner Akçam’ın "Toplum olarak ihtiyaç duyduğumuz şeyin artık 'barış' kelimesi ile anlatılabileceğini zannetmiyorum" diyerek başlattığı bu tartışmalı cümle üzerine kafa yormak gerekiyor.
"Barış" sözcüğü üzerinde her düzeyde oynanabilir.
Doğrudan konuya girersek, savaşan devletlerin anlaşması barış olarak nitelendirilebilir mi? Evet görünürde silahlar susmuş, "barış" görüşmeleri başlamış oluyor.
Aracı devletler devreye girer, ateşkese uymayan taraflar birbirlerini suçlar, sonra da oturur konuşurlar; hikâyeler hep böyle olmuştur. Yakın tarihimizde yaşadığımız Azerbaycan ile Ermenistan savaşı da benzer prosedürleri izledi, sonuçta durdu da "barış" mı oldu?
Sözcükler
Savaş durdu, silahlar sustu. Eyvallah, fakat barış olmadı. Çünkü savaşanlar Azeri halkı ile Ermeni halkı değildi. Savaşan Azerbaycan devleti ile Ermenistan devleti idi.
Türkiye Cumhuriyeti devleti bu konuda köklü geleneklere sahiptir. Mesela, Kıbrıs savaşının adını "Kıbrıs Barış Harekâtı" olarak tanımlamıştır. Ve hatta "Adaya barış götürdük" demiştir!
Yakın tarihimizde Afrin operasyonunun adı "Zeytin Dalı Harekâtı" oldu. Bu konular ayrıntı gibi görünse de böyle. Bunun üzerine polemik yapmaya dahi gerek olmadığını düşünüyorum.
Barış sözcüğünü, isteyen işine geldiği gibi kullanıyor. Türkiye’de veya başka ülkelerde yaşayan halkların birarada eşit yurttaşlık temelinde yaşama hakkını kim ihlal ediyorsa barış istemiyor demektir.
98 yıldır
1923’de kurulan Cumhuriyet'in bir arada yaşamayı esas alan bir toplumsal uzlaşılmış sözleşmeye ya da anayasaya sahip olmadığını biliyoruz.
Farklı kimlik ve kültürlere sahip yurttaşları yok sayan bir zihniyetin konjonktüre de uygun olarak kurduğu ulus-devlet, yaklaşık yüzyıldır devam eden çatışma, tasfiye, yok sayma ve katliamlar ve sorunlarıyla bugüne kadar geldi. Militarizmin uhdesinde siyaset kıskacından hiç çıkmadı.
Son 20 yıldır iktidarda bulunan siyasal İslamcı parti olarak tanımlanan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 1923'te kendisinin de tüketemediği hesabı ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, kendi hikâyesini ‘Kemalist’ cumhuriyetle nasıl sonuçlandıracak, yeni rejim tasarımı "barış" ile mi, "tasfiye" ile mi sonuçlanacak?
‘’Çözüm Süreci" diye tanımlanan dönemde 1923'te olmayanlar oluyor diye düşünenlerin hevesleri ortada kaldı. Bugün devam eden Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) kapatılma davası aslında bir nevi "Çözüm Süreci" davasıdır.
"Savaş"a "barış" demek
1923’ü koruma adına milliyetçileşen Türkiye solunun önemli bir kısmı nasıl da barış karşıtı hareket oluverdi?
Yine aynı şekilde Çözüm Süreci'nden vazgeçen AKP nasıl da sarıldı tekrar 1923 ruhuna.
Silahlı ayrılıkçı örgütler genellikle kendi meşruiyetini kanıtlamak için barış kavramın kullanırlar. Devletler ise savaşan taraflar konumuna düşmemek için bu kavramı kullanmazlar. Kullananları da "teröre destek" olmakla suçlarlar.
Birarada yaşamı savunan siyasal bir örgüt aynı coğrafyada, aynı sınırlar içinde bir irade beyanında bulunuyorsa, yeni bir toplumsal sözleşme, anayasal düzeyde güvence talep eder.
HDP’ye açılan kapatma davası, HDP İzmir İl örgütünde Deniz Poyraz'ın katli, yeni bir toplumsal sözleşmeyi ret eden, savaşa devam diyen bir siyasetin tezahüratıdır.
"Masa"
Demek istediğim şudur ki barış kavramı insandan, yaşamdan, doğadan yana olan şiddetsizliği savunanlara aittir.
Şiddet aygıtları, militarist yapılar barış kavramını kirletirler. Sivil demokratik siyaseti savunanlar içi boşaltılmış barış kavramından bunalmış olmalarını gerektirmiyor.
Aksine yeni bir toplumsal düzen için toplumsal dönüşüm ve değişim için mücadele etmeleri gerekiyor. Barışın masada tarafların imza altına alabileceği bir şey olmadığı artık anlaşıldı.
Barış toplumsal bir talebin, siyasal egemenliğini ilan etmesiyle gerçekleşebilecek bir şeydir. Masa bunun üzerine kurulursa taraflar barış kavramını kirletemez.
Kürt meselesinde saray siyasetinden çözüm için adım atmasını beklemek, yakın zamanda mümkün gözükmüyor. Devlet içindeki farklı fraksiyonların cirit attığı bir dönemden geçiyoruz.
Bariyerler
Küresel sermaye odakları, mafya siyaset ilişkileri, Avrupa Birliği'nin (AB) tutarsız ve çıkarcı tutumu, sivil siyasetin her düzeyde önünü kesiyor. Bütün bunlara bir de Millet İttifakı'nın "liberal milliyetçiliği" eklenince barış siyasetinin toplumsallaşması önündeki bariyerler fazlalaşıyor.
HDP ise sıkışmışlığını demokratik siyasete sıkı sıkıya sarılması ile aşabilir. Şu ana kadar bu noktada dik durduğunu söyleyebilir. Yerel seçimlerde gösterdiği tutumla batıda seçimlere "girmeden’" seçimi kazanan parti olmayı başardığı gibi.
Türkiye’de barış, birarada yaşama iradesini engelleyen bütün faktörlerin kaybetmesiyle sağlanabilecek bir şeydir. Bu da şimdilik kolay bir şey olarak gözükmüyor.
Sadece şu bilince çıktı: Türkiye Kürt sorununu çözebilirse Türkiye olacak, aksi takdirde Türk asıllı yaşamak sürekli savaşı ve gerilimi büyütecek, barışı mücadelesini geriletecektir, yeni bir toplumsal düzende kurulamayacaktır. (SE/APK)
BARIŞA BİR YOL AÇMAK İÇİN
1- "Barış" niçin ana sorunumuz değil? TANER AKÇAM