Şiddetin egemen olduğu ortamlarda eşitsizlik ve sosyal adaletsizlik artar, yaşam alanları daralır, özgürlükler kısıtlanır. Şiddet, demokrasi ve toplumun iyilik halini zayıflatarak, toplumları uç noktalara iter ve milliyetçiliği arttırarak çekişmeleri idame ettirir.
Şiddet, kullanılan yöntemler ve gerekçeler değişse de, canlar almaya devam ediyor. Şiddetin günlük yaşamımızda her geçen gün daha çok yer alması, şiddetin kanıksanmasına neden oluyor.
Nelson Mandela, "Sürekli olarak şiddet yaşayan pek çok kişi, bunu insan hayatının doğal bir parçası olarak kabul ediyor. Ancak bu böyle değildir. Şiddet önlenebilir. Şiddet, kültürleri tersine çevrilebilir. Hükümetler, topluluklar ve bireyler bu farklılığı yaratabilir" der.
Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü!
1 Eylül; bu tarih bir savaşın bittiği değil, başladığı tarih. O savaş, arkasında elli iki milyon ölü, milyonlarca yaralı, sakat ve moloz yığını haline gelmiş kentler ile acı ve gözyaşı bıraktı.
Savaş halk sağlığı sorunudur
Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur.
Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara neden olarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir.
Çocuklar ve kadınlar savaşın ve çatışmanın en büyük mağdurlarıdır. Çocuklar ailelerini yitirmekte, evsiz kalmakta, ölmekte ya da ciddi biçimde sakatlanmaktadır.
Kadınlar ise başta tecavüz olmak üzere cinsel şiddetin hedefi haline gelmektedir. Evlerini ve ailelerini yitiren, tecavüz edilen, zorunlu göç ettikleri yerlerde en düşük ücrete çalışmaya mahkûm edilen kadınlar psikopatolojik sorunlar yaşamaktadır.
Savaşta, çatışmada evlerini kaybeden ve temel gereksinimlerini karşılayamaz hale gelen insanlar, göç etmek zorunda kalmakta; mülteci, sürgün durumuna düşmektedir.
Yersiz yurtsuz kalan bu insanlar, gittikleri yerlerde içine düştükleri yoksulluk ve yoksunluk sarmalında sağlıksız ve umutsuz bir şekilde yaşamaya çalışıyor.
Savaştan, çatışmadan kurtulmayı becerebilenler, özellikle de çocuklar ve kadınlar, ileriki yaşlarında psikolojik travmaların gölgesinde bir hayat sürdürmek zorunda kalır. Zira travma, bir şeyin sona erdiği değil, halen yaşandığı ve etkilerinin yıllar sonra bile ortaya çıkabileceği anlamına gelir.
Baskıcı şiddet yöntemlerini sorgulamayıp onaylamanın ve desteklemenin kendisi de travmatize edici bir toplumsal yaşantıdır.
Savaş salt insanları etkilemekle kalmıyor, ekolojik tahribata, diğer canlıların ölümüne de neden oluyor. Bu anlamda insanların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını da ortadan kaldırmış oluyor.
Toprağın, ormanın, doğal kaynakların kısaca bütün bir ekosistemin zarar görmesi insanların yeterli ölçüde beslenememelerine ve kimi zaman açlık tehlikesiyle yüz yüze kalmalarına neden oluyor. Gıda yetersizliği birçok fiziksel ve ruhsal rahatsızlığın kapısını aralıyor, salgınlarla ölümlere neden olabiliyor.
Savaş, çatışma ve şiddetin egemen olduğu yerlerde özgür, bağımsız basın susturulmakta, kriminal olaylar, hak ihlalleri, fuhuş, uyuşturucu ticareti ve kullanımı artmaktadır.
Savaş ve çatışmanın kaçınılmaz sonuçlarından biri de çevre felaketidir, zira savaş ve çatışma yalnızca insanları değil, doğayı da tahrip eder. Bitki, hayvan ve toprak yapısı alt üst olur.
Yakıcı ve kimyasal silahlar, bombalar, petrol atıkları, yüksek tonajlı araçlar tüm doğayı tahrip eder. Su kaynaklarını kirletir. Tarımın olumsuz etkilenmesi gıda kaynaklarının yetersizliğine ve ciddi beslenme sorunlarına neden olur.
Geçmişin mirası olan tarihi eserler yok olur veya tahribata uğrar.
Savaşın etkileri sadece bombardıman ve saldırıların doğrudan yarattığı yıkımla sınırlı değildir. Savaşta çok ağır yaralar alan yüz binlerce insan, eğer hayatta kalmayı başarabilirse yaşamlarına çok ciddi bedensel ve ruhsal engellerle devam edecektir.
İyilik hali
Ölü doğumlar, düşük doğum ağırlığı, gelişme geriliği, beslenme bozukluğuna bağlı hastalıklar, kanserin yaygınlaşması ve çok ciddi düzeyde ruh sağlığı hastalıkları kısa ve uzun dönemde beklenen temel sağlık sorunları arasında yer alır.
Savaş, toplumları, kültürleri ve ekolojik çevreyi yıkıma uğratırken halk sağlığını doğrudan ve dolaylı olarak onarılması güç bir biçimde etkiler.
Toplumsal kaynaklar, askeri harcamalar için kullanılır. Kalkınmaya ayrılan harcamalardan çok daha fazla yer tutan askeri harcamalar, kaynakların sağlık hizmetleri için kullanılmasını engellediği gibi sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesinde de gerilemeye neden olur.
Sağlık emekçileri, salt bireylerin hastalıklardan korunmaları için değil, aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü'nün sağlığa ilişkin tanımında olduğu biçimiyle onların fiziksel, ruhsal ve toplumsal açıdan tam bir iyilik hali içinde olmaları için de çaba gösterir.
İnsanın ve toplumun sağlığını korumak, geliştirmek, iyileştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için mücadele verenlerin, savaşın ve çatışmanın karşısında yer almaları kaçınılmazdır.
Sağlık emekçileri barışın korunmasında ve geliştirilmesinde önemli rol oynayan aktörlerden biridir.
Savaş bir halk sağlığı sorunudur, savaş öldürür! Sivil silahlanma ve paramiliter güçlerin varlığı da tüm insanlık için tehdittir.
Barış, sağlığın olmazsa olmaz ön koşuludur
En örgütlü şiddet olan savaşla baş etmenin yolu, adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır.
Barış, yalnızca fiili savaş, çatışma, şiddet ortamının olmaması durumu değildir. Barış ayrıca savaş, çatışma ve şiddet korkusunun ve olasılığının da bulunmadığı bir ortamdır.
Barış, her türden farklılıklarımıza rağmen bir diğerinin gerçekliğine saygı duymak ve bir arada yaşamaktır.
1 Eylül Dünya Barış Günü'nde artık silahların susmasını istiyoruz.
Savaşın sağlığı olmaz. Savaş, sağlıksızlık demektir.
Barış ise sağlığın olmazsa olmaz ön koşuludur. Daha iyi bir dünya, daha sağlıklı insanlar; ancak barış ile olanaklıdır.
Barış olmadan sağlık olmaz.
(Nİ/NT)