“Barışın olduğu bir Türkiye nasıl olur sizce?” Bu soru Barış İçin Kadın Girişimi’nin Ankara toplantısında sorulan bir soruydu. Soru gayet basit görünüyor ancak ne ilginçtir ki kimsenin bu soruya hazırlıklı olmadığını yani barışın olduğu bir Türkiye’yi tahayyül edemediğini gördük.
Yani yıllardır “barış istiyoruz” diye haykıran bizler, aslında barışı hiç hayal edememiştik, haliyle barışın olduğu bir ülkeyi de. Aslında bu aynı zamanda trajik durumumuzun da göstergesiydi. Hayal kuramayan bir coğrafyanın insanları, kadınları olduğumuzun fotoğrafıydı.
Sahi, eğer her şey olağan devam ederse, herhangi bir provokasyon olmazsa, hükümet bu meseleyi samimiyetle çözmeye niyet ederse birkaç yıl sonra nasıl bir ülkede yaşıyor olacağız, hiç düşündünüz mü?
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki on yıllardır olağanüstü koşullarda yaşamış, her an bir ölüm haberi alma tedirginliğiyle yıllarını geçirmiş olan bizlerin hayatı kolay kolay normale dönmeyecek. Bir travma geçiriyoruz ve bunun etkileri yıllarca devam edecek. Bu travmayı toplumun her kesimi yaşıyor ancak elbette Kürtler, kadınlar, çocuklar yani sistem tarafından birkaç kez ötekileştirilmiş olanlar daha katmerli yaşıyorlar.
Barış döneminin ilk kazanımı, bu travmadan kurtulabileceğimiz bir kapı aralayacak olmasıdır. 30 yılı aşkın bir süredir savaşın yaşandığı bu coğrafyada kadınlar bir taraftan çocuğunu, kardeşini, eşini, sevgilisini yitirdi, bir taraftan devletin baskı unsurlarıyla başa çıkmaya çalıştı, bir taraftan ise yitirdiklerinin yasını tutamadığı için derin travmalar yaşadı.
Ve daha yaşayacaklar. Elbette bu ağır sorunun yanı sıra, sadece kadın oldukları için yaşamak zorunda kaldıkları daha onlarca mesele vardı. Göç ettirildiler, ucuz iş gücü olarak kullanıldılar, tacize, tecavüze uğradılar, yoksullukla baş etmeye çalıştılar ve toplumsal cinsiyetin yüklediği anne, eş, kız kardeş olma rollerini sürdürmeye çalıştılar.
Muhtemelen murat edilen barış dönemi gerçekleştiğinde kadınlar öncelikle yıllardır haykıramadıkları, boğazlarında düğümlenen o acıyı haykıracaklar ve ruhlarının üstüne çöken o ağırlıktan kurtulacaklar. Yaşamları üstüne çökmüş olan o ağırlık kalktıktan sonra ise ufka bakmaya ve daha hızlı, daha güçlü yol almaya başlayacaklar.
Yıllardır yüklendikleri etnik kimlik mücadelesi yükünü boşaltmış olacaklar ve kendilerini keşfetme yolculuğuna çıkacaklar. Kimlik mücadelesi ve var olma mücadelesi gibi ağır bir sorumluluğun altından başarıyla çıkmış olmanın da motivasyonuyla artık kendilerini daha fazla var etmeye yoğunlaşacaklar.
Elbette yürüttükleri mücadelenin içinde kendilerine dair de çok fazla alan yarattılar ancak savaş koşullarının ağırlığı nedeniyle kimi zaman talepleri yeterince desteklenmedi, ötelendi veya başka zamanlara ertelendi. Ve galiba o başka zamanlara artık ulaştık. Kadının özgürlüğüne daha çok yoğunlaşacağımız zamanlardayız.
Kürt hareketinin güçlü bir kadın özgürlük hareketi yarattığı hemen hemen herkesin üzerinde ortaklaştığı bir gerçektir. Kürt kadınları yıllardır silahlı mücadelede, Türkiye siyasetinde, yerel yönetimlerde, sivil toplum örgütlerinde kendilerini var etmeye çalışıyorlar ve bunu büyük oranda başardılar. Siyasi partilerinin tüm organlarında eşit oranda temsil ediliyorlar, yerel yönetimlerde var olmanın ötesinde büyük bir güç olmaya çalışıyorlar ve bu konumlarını kurumsallaştırmanın araçlarını geliştiriyorlar. Kürt kadınlarının büyük bedellerle elde ettikleri bu kazanımlar Türkiye kadın hareketini de etkiliyor ve heyecanlandırıyor.
Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, Kürt kadınlarının mücadelesi ne yazık ki tamamlanmış değil. Siyasette var olmak, kamusal alanda görünür olmak kadın meselesinin yalnızca bir bölümünü oluşturuyor. Yani bir piramidin eteklerini işaret ediyor. Biz kadınların varlığını yüz yıllardır tehdit eden, adına ne derseniz deyin fark etmez, büyük bir tehlike var. Bedenimiz, emeğimiz, varlığımız üzerine tahakküm kurmuş devasa bir yapı. Ve bu yapı devletin tüm kurumlarını ve toplumu şekillendiren tüm yapıları kendi varlığını sürdürmek için kullanıyor. Bu yapı çözülmeden kadınların özgür olduğunu söylemek, düşünmek büyük bir yanılgı olacaktır.
Eğer Kürt meselesini hukuki, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel zeminde çözmeyi başarabilirsek, biz kadınların yeni mücadele hattı patriyarkaya karşı olacaktır. Yüz yıllardır evde, işte, sokakta, yani nefes aldığımız her ortamda boğazımızı sıkan, bizi soluksuz bırakan bu yapıyı yok etmedikçe kadınlar özgür olmayacaktır ve sistemle barışmayacaktır.
Kadın gerillalar “savaş bitse bile biz geri dönmeyiz, çünkü kadın sorunu bitmiş olmayacak” diyorlar. Bu söz, toplumsal cinsiyetin yarattığı hiyerarşilerle mücadele eden kadın örgütleri için çok kıymetlidir. Kadın örgütlerinin beklentisi yeni dönemde Kürt kadın hareketiyle birlikte köleleştiren yapıya karşı ortaklaşa mücadele yürütmektir. Görünen o ki yeni dönem, kadın örgütleri ile Kürt kadın hareketini daha fazla birbirine yakınlaştıracak ve ortak mücadeleyi geliştirecektir. Bu iki yapı tüm güç ve olanaklarıyla Türkiye’de, Ortadoğu’da ve tüm dünyada kurumsallaşmış olan toplumsal cinsiyet ile mücadele etmenin araçlarını geliştirecektir. Yolun sonunda değil, daha başındayız.
Yani kadınların hayalini kuramadığı barış döneminin diğer bir kazanımı da iki yakadaki kadınları birbirlerine biraz daha yakınlaştırmak ve başlattıkları özgürlük mücadelesini daha güçlü sürdürmek olacaktır. Kadınlar yüklerinden tamamen kurtulmuş olmayacaklar ama en azından bir bölümünü boşaltmış olacaklar. (GB/NV)