Bu sözcük yazılı, sosyal sitelerdeki sayfalarımda yer alan resimlerimde.
Oraya koydum çünkü "Barış İstiyorum!"
Brecht tersini yazmıştı "Duvara Tebeşirle Yazılan" şiirinde:
"'Savaş istiyoruz!' / En önce vuruldu / Bunu yazan."
Savaş istiyorlar!
Yalnız istemiyorlar, savaş kararı alıyor, uyguluyor ve savaşıyorlar.
Erkeklere seslenmiştim defalarca:
"Doğuramayacağınız, var edemeyeceğiniz çocukları öldürmeyin" diye...
En "kritik" nokta burasıydı benim için.
Kadınlara güvenmiştim!.. Erkekler onların bazılarını da etkiledi. Yanılttılar beni!..
Kimse dinlemedi, dinlemiyor, dinlemeyecek...
Çocuklar ölecekler, analar, bacılar, eşler, kardeşler, evlatlar ağlıyor, daha da ağlayacak...
Ağlayacağız!..
30 bin yetmedi, 40 bin oldu... Şimdi o da yetmiyor belli ki! Daha çoğalacak.
Ama bilin ki bu öyle 50'de, 100'de filan durmaz, bu gidiş "kötü" gidiş. Hep öyle oldu!
Bu gidiş "top yekun" bir savaşın ayak sesleri.
Evet, ilk önce "savaş istiyoruz" diyenler vurulacak belki de...
Ama inanın bana, ölenlerin çoğu "savaş istemiyoruz, barış istiyoruz" diyenler olacak.
12 Haziran gecesinde "doğar gibi olan umut" bitti, ne yazık ki!
Ne zaman ki baş köşedeki koltuğa yalnız başına oturuldu, işte o zaman bitti bence "o umut".
Borcu olanlar borcunu öderler. Ödemezlerse duramazlar, varolamazlar.
Borç ödeniyor şimdi. Borç ödetiliyor. Ödetilecek...
O borçlar bizim değil!
Ama bizim de borçlarımız var. Bizden sonrakilere...
Bir tarihte bununla ilgili bir şiirimsi karalamıştım: Çocuklara yönelmiş ve "bu borçlar benim" demiştim, adı " 'Barış' Borcu" olan bu şiirimside.
"en çok borçlu olan benim / ve tüm borçlar elbette benim / ama inanın ödeyebileceklerimin /
hepsini ödedim / ölmeden önce // tek borcum yoktur / kimseye sizden başka... // tek borcum "barış"tır! / tek bırakabildiğim / bu borçtur / sizlere // barışamadık, / barıştıramadık..."
Bu borçların önemli bir bölümü "barış"ı yeterince çok, derin, geniş, sürekli ve gönülden istemediğimiz için bizim hanemize yazıldı. Şimdi artık o borcu ödememizin zamanı.
Hep birlikte"barış istiyorum" diyerek başlayabiliriz buna.
Şimdi, şu anda, hemen... Ama hep birlikte...
'El Guernica'yı kim yaptı?
"El Guernica"nın önünde bir Alman subayının Picasso'ya "bunu siz mi yaptınız" diye sorduğu ve onun da "hayır siz yaptınız" dediği söylenir.
Savaşı en iyi anlatan yapıtlardan birisidir o! En iyi anlatan sözlerden birisi de bu yanıttır.
Picasso "El Guernica"da savaşı çok iyi anlatır. Tolstoy da öyle yapmıştır "Savaş ve Barış"'ta... Brecht de "Cesaret Ana" başta olmak üzere, hemen hemen tüm eserlerinde savaşı çok iyi anlatmıştır!
Bunlar savaşı anlatan bir kısa filmin bağlantısı ulaşınca aklıma geldi bu gece.
O filmin adı "WarDisease" Türkçeye çevirmeyi denersek "Savaş Hastalığı" diyebiliriz belki de. İnanılmaz görüntüler var o sekiz dakikayı biraz aşan filmde.
Yönetmeni "Marie Magescas" adında bir Fransız "kadın". 8-14 Kasım 2010'da İstanbul'da gerçekleştirilen "22. Uluslararası Kısa Film Festivali"nde gösterilmiş.
Festivalin kitapçığında onun için verilen kısa biyografide "Yaşamını ve çalışmalarını Paris'te sürdürmektedir. Tiyatro öğrenimi görmüş, kendi tiyatro grubunu kurmuş ve oyunlar yazıp yönetmiştir. 1992'de resim yapmaya başlamış ve 1993'te ilk sergisini açmıştır. Ressamlığın yanı sıra 2000'de video çalışmalarına başlamıştır. Bugün Fransa'da resimlerini ve dünyanın çeşitli yerlerindeki festival, galeri ve bienallerde de videolarını sergilemektedir" deniliyor.
Neden böyle bir film yaptığını bu biyografi bence çok açık anlatıyor.
İki temel belirleyen var bence: Birincisi "kadın" olması, ikincisi de "bir sanatçı" ama özellikle de bir "tiyatrocu" olması.
Bu nefis filmi o zaman izleyemedim, haberim bile olmadı, bu geceye kadar.
Bu yazıyı yazmadan hemen önce ondan haberim oldu ve bana iletilen bağlantıdan izledim.
Bir görüntü ile aktarılabilecek pek çok savaşın görüntülerinden oluşmuş bir "kolaj"dı "Marie Magescas"ın bu kısa filmi.
Duyarlığım yüksekti belki. Onu izlediğim sırada, yeni saldırı ve ölüm, yeni savaş ve çatışma haberleri geliyordu çünkü... Televizyondan, radyodan, internetten. Ölüm haberleriyle dolu bir geceydi... O gencecik insanların bir anda "yok" oluşları karşısında bir şey yapamamanın "acıtan çaresizliği" altındaydım, o filmi izlerken...
Yine de sabırla izledim pek çoğu belleğimin bir yerlerinde zaten kayıtlı olan o görüntüleri...
"Hastalık değil!"
"Savaş" bir toplumda ortaya çıktığında herkesi ilgilendiren en temel sağlık sorunlarından birisi olur, bu doğru; üstelik hızla yayılır ve çevredeki diğer toplumları etkileyen bir boyuta da erişebilir. Bu da doğru!
Ama "savaşma isteği" ya da "eylemi" aklı başında, kârını, yararını, zararını düşünebilen insanlar bilinçli bir şekilde karar verdiği ve uyguladığı gerçekliktir.
Dolayısıyla savaş bir "hastalık" değildir. Belki bu kavram Sontag'ın yaptığı gibi bir "eğretileme" amacıyla kullanılabilir. Ama "savaş"ın ne olduğunu doğru tanımlamak gerekir.
"Keşke bir hastalık olsaydı" diye düşündüğüm olmuştur; o zaman belki de hekimler bu tanıyı koyup tedavisini bulmak için çaba sarf ederlerdi ve eninde sonunda başarabilirlerdi.
Ama öyle değil ne yazık ki!
Yukarıda söz ettiğim festival kitapçığında filmin tanıtımı için yazılan şu sözler de bence bunun çok sağlam bir kanıtı:
"10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni onayarak ilan etti. Bugün dünyanın en büyük silah tüccarları Birleşmiş Milletler üyesi beş ülkedir. Arşiv görüntülerinden derlenen savaş hastalığı, zaman dizine bağlı kalmaksızın, bu ekonomik gerçekliğe oyuncak olan insanların eşdeğer durumunu inceler. Kadınlar, erkekler, çocuklar. Koşarlar, ağlarlar, düşerler, ölürler, silahlanırlar. Ve yeniden başlarlar."
Altıncıyı yazmayı unutmuşlar belli ki!
Bu savaşı reddediyorum. Barış birkaç ay önce, bu kadar yakınımıza gelmişken bu savaşı reddediyorum. Biliyorum; savaşan iki taraf da bana kızacak, hatta kimbilir belki beni "ortak" düşmanları belleyecek. Çok korksam da bu sözü en yürekten, en açık bir şekilde yineliyorum:
"Barış istiyorum!" Başka yol yok çünkü. Yaşamak için, varolmak için... Benim istemem yetmeyecek, bunu da biliyorum. Onun için sizin de bu haykırışa katılmanızı diliyorum!
Bunun için o kısa filmi izleyip, belleğinizi tazelemeniz yetecek, bundan da eminim. Çünkü sizlerin de benim gibi bu savaştan herhangi bir çıkarınız olamaz. Tam tersine hep birlikte kaybedeceğiz.
Onun için size önerim bu: Gelin izleyin o görüntüleri sonra hep birlikte söyleyelim:
"Barış İstiyoruz!" diyelim. Daha yüksek sesle, daha kuvvetlice, daha inanarak ve daha yürekten. (MS/YY)