Thanks giving, Solstice, Christmas, Hanukkah, Kwanzaa, Kurban derken kimseyi gücendirmemek için bizim buralardaki deyişle "happy holidays", "mutlu kutlamalar " deyip herkesin gönlünü almaya çalıştık.
Artık Yeni Yıl bile herkes için bir değil. Yılın sonu geldi. Bu kutlamayı nasıl uygun bir dile sokarız bilmiyorum. Yeni Yılın barış ve huzur içinde geçmesi dileğiyle mesajlar yağarken Pakistan'da kanlı bir saldırıyla Benazir Butto da tarihe karıştı.
Ziya Ül Hak'a sorulan soru
Unutamayacağım anılarımdan birirdir. Bak sana ne anlatacağım.
12 Eylül 1980 darbesinden bir süre sonra ülkemizi ziyarete gelen ilk devlet başkanı Pakistan'ın eli kanlı cunta lideri Ziya Ül Hak olmustu. Bizim kanlı darbemizin lideri Kenan Evren'e "kardeşim" diyordu ve "kardeşçe" bir ziyaret düzenlemişti. Ben de o zamanlar Libya Elçiliği'nin finanse ettiği Asya Afrika Haber Ajansı'nda tek sarı basın kartlı gazeteci olarak çalışmaya başlamıştım.
Hem Libya'nın resmi yayın organı Yeşil Yürüyüş gazetesine katkıda bulunuyor hem de o günün koşullarında "sade suya tirit" haberler yazıyorduk. Yanlış anımsamıyorsam Başbakanlık konutunda bir basın toplantısı düzenlenmişti. Ajansta birlikte çalıştığımız Pakistan asıllı Cemal Ahtar basın toplantısına gideçeğimi duyunca beni bir köşeye çekmiş, o unutamadığım aksanıyla "Kendi ülkesinde ne zaman demokrasiye dönülecekmiş, soruver" demişti. Dünyanın dört bir yanından gazetecilerin izlediği basın toplantısında bütün "çanak" sorulardan sonra cesaretimi toplayıp "Kendi ülkenizde ne zaman demokrasiye döneceksiniz? Seçimler ne zaman? Genel af düşünüyor musunuz?" diye soruvermiştim. O da "Zamanı gelince" gibi bir şeyler söylemişti. Bütün "çanak" soruların sahiplerinin nefret ve küçümseyici bakışları karşısında gururla yerime oturmuştum. O zamanki Milliyet Gazetesi'nin önde gelen isimlerinden "Nilüfer Yalçın Abla"mız iki sandalye öteden uzanıp elimi tutmuş, teşekkür etmişti. O da bana yetmişti.
Seçimle işbaşına gelen Benazir Butto'nun babası Zülfikar Ali Butto'yu 1977'de darbeyle devirip idam ettiren Ziya Ül Hak yıllar sonra kanla geldiği iktidardan kanla uzaklaştırıldı. Darbeden yaklaşık on yıl sonra önde gelen generalleriyle birlikte bindiği uçak havada infilak etti.
Yılın son günleri... Barış ve huzur dilekleri
Kasım ayı sonunda Şükran gününden hemen önce aldığım bir daveti kabul ederek California'nın çiçek ve okyanus kokan dünyanın en güzel kasabalarından Laguna Beach'e gittim. Evlerinde kaldığım dostlarım o akşamki yağmuru benim Seattle'dan getirmiş olmama bağladılar.
Sabah uyandığımda "dünyanın tepesi", "top of the world" olarak adlandırdıkları tepe sisler içindeydi. Gerçekten dünyanın tepesinde hissettim kendimi... Yaklaşık yarim saatlik bir yürüyüşten sonra bulutların üzerinden okyanusa iniverdim.
Sabahın erken saatlerinde dünyanın her yerinde olduğu gibi ilk uyananlar çalışanlardı.
Sayfiye yerlerine özgü bir tembellikle başladı hayat...
Cumartesi pazarında Meksikalı çiftçiler organik sebze ve meyvelerini satışa sunmak için tezgahlarını kurmakla meşguldüler. Kepenksiz mağazalar kapılarını açtılar.
Taze ekmek, paskalya ve kahve kokusu okyanus ve çiçek kokularına karıştı. Az kavrulmuş ıspanaklı bir omletle, taze sıkılmış bir portakal suyuna karışmış bir kadeh şampanyayla okyanusun kıyısında bütün sorulardan, sorunlardan uzak olduğumu sandığım anda anayol kenarına dizilmiş "barış savaşçıları"nı gördüm. Neredeyse bir elin parmakları kadardı sayıları.
Hiç de niyetim yokken yanlarına gittim.
Okyanusun yanıbaşından geçen anayolun kenarında sandalyelerinde oturup ellerindeki savaş karşıtı pankartları yoldan gelip geçenlere gösteriyorlardı.
Bu dünyada artık savaş karşıtı mitinglere katılmak için sokaklara çıkmaya gerek yoktu.
Bilgisayarlardan bir "tık" demek yetiyor açılan kampanyalarda. Korna çalan arabalar vardı destek amacıyla.
Yanıma yaklaşıp yerden aldığı pankartla birlikte fotoğrafını çekmemi isteyen bir turisti kırmadım ama ben kendi kameramla onun fotoğrafını çekmemi isteyince şaşırdı.
"Neden" diye sorunca dayanamayıp "Hatıra olsun" dedim.
"Hatıra olsun, bak ben de savaşa hayır" dedim.
Nazım'ı bir başka dilde okuyamadım
Geçenlerde bir kitabevinde tanıdık bir isme rasladim. Nazım Hikmet.
Aralarında bir çevirisine önsöz yazan kişinin de imzaladiğı dört kitabı alıp eve geldim.
Bir süre sadece kapaklarını okşayıp elimde tuttum. Sayfaları büyük bir titizlikle çevirip şiirlere göz attım.
Yıllarca kendi dilinde şiirleri yasaklanan Nazım'ı bir başka dilde okuyamadım.
Bu kitapları sevdiğim dostlarıma hediye ederim diye düşündüm. Bir şiiri çevirmenin, o şiire yazıldığı dildeki tadı vermenin ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemiyorum.
Barış için...
Geçenlerde sevgili dost Sadi Yumuşak Çinli düşünür Lao-Tse'nin milattan önce altıncı yüzyılda yazdığı bir şiiri, İngilizce'den "çok sadık çeviri", "az sadık çeviri", "serbest çeviri" ve "çok serbest çeviri" diye dört şekide Türkçe'ye çevirmiş ve kimi dostları arasında oylamaya sunmuştu. Benim de beğendiğim "az sadık çeviri" bu oylama sonunda birinci geldi.
Bak Lao-Tse ne demiş milattan önce altıncı yüzyılda.
"Dünyada barış için,
Yurtta barış gerek
Yurtta barış için,
Kentte barış gerek.
Kentte barış için,
Semtte barış gerek
Semtte barış için,
Evde barış gerek
Evde barış için,
Kalpte barış gerek."
İşte böyle sevgili, biliyorum uzun bir zamandır haberleşmedik. Ben yazmayınca senden de ses çıkmıyor. Ama "selam allahın kelamı" derdi rahmetlı anacığım ve selam vermeden geçmezdi yolda gördüklerine.
Dünyada, yurtta, kentte, semtte, evde, kalpte barış dileklerimi kabul et.
Selamımı kabul et. Sevgiyle kal. Dostlara selam. (SU/TK)