Barış ve medya ilişkisi, son yıllara kadar hak ettiği akademik ilgiyi görememiş durumda. Bunun nedenlerinden biri, iki konunun farklı disiplinler altında ele alınması olabilir: Barış araştırmaları daha çok siyaset biliminde yer edinirken, medya çalışmaları sosyoloji şemsiyesi altında yürütülmüş (Bratic, 2016).
Barışın sağlanması ve sürdürülmesinde medyanın önemi büyük. Zira medya, varolan çatışmalara ilişkin tanımları yaparak dilimizi, hatta eylemlerimizi belirleme gücüne ve çatışmaya ya da barışa katkıda bulunma potansiyeline sahip.
Odak grup görüşmelerine dayanan bir araştırmada medya izleyicisine iki farklı içerik verilmiş. Barış gazeteciliği örnekleriyle karşılaşan okuyucuların daha az öfkeli ve daha umutlu oldukları, daha iyi empati kurdukları gözlenmiş.
Yine aynı medya izleyicisi, tek tarafı suçlama eğilimine daha az girmiş; onun yerine, sunulan problemler hakkında daha çok işbirliğine dayalı çözümler geliştirmeye çalışmış (Lynch ve McGoldrick, 2013).
Kuşkusuz burada, bu araştırmadan hareketle barış gazeteciliğiyle barışın geleceği savunulmuyor. Onlarca yıldır pek çok farklı yollarla, okul kitaplarıyla, sadece gazetecilikle sınırlı kalmayıp dizilerde görüldüğü gibi medya endüstrisinin çeşitli ürünleriyle farklı düşünme biçimlerinin zapturapt altına alınmaya çalışıldığını, hakim kodlar olan eril ve militarist zihniyetin askerlik, şehitlik mitlerinde gördüğümüz gibi yaygınlaştırıldığını biliyoruz.
Tam da bu nedenle burada zaten barış gazeteciliği çok önemli olanaklardan birisi olarak görülse de, gazetecilikle sınırlı kalınmaması gerektiği vurgulanıyor.
Bu yazıda konunun daha çok barış gazeteciliği çerçevesinde tartışılmasından hareket edilecek, ama konu barış için iletişim ve teknoloji olarak daha geniş kapsamda ele alınacak. Bilgilendirme ve müzakere platformu oluşturmanın yanısıra, bellekle ilişkisi kurularak ve de harekete geçirme potansiyeliyle barış için mücadelede farklı araçlardan yararlanılması gerektiği savunulacak.
Bu savunu, sadece disiplinlerarası yaklaşımdan yana akademik ve teorik temelli tavır almayla da sınırlı olmayıp 2015 yazından bu yana şiddetlenen savaş ve linç kültürü ile mücadeleye dair gözlemlerim ve müdahilliğimle de ilişkilidir.
Gazeteciliğin giderek zayıfladığı ve hükümetin bir aracı haline geldiği Türkiye’de, sadece gazeteciliğe saplanıp kalmamak (elbette bir yandan da gazeteciliğin bağımsızlığı için mücadele ederek), elimizdeki olanakların genişliğini fark etmek, barış mücadelesine de katkıda bulunacaktır. Zaten halihazırda Türkiye’deki barış savunucularının eylem yöntemlerine ve araçlarına bakıldığında yelpazenin oldukça geniş olduğu görülmektedir.
TIKLAYIN - BARIŞ GAZETECİLİĞİ KÜTÜPHANESİ
Derslik ve ötesinde barış gazeteciliği
Barış gazeteciliği ile ilk karşılaşmam 1999'da Haberi Okumak dersinde kullanılmak üzere içerik oluştururken oldu. 1991'de araştırma görevlisi olduğum zamanlar, daha geçen yıl, 2015’in Haziran ayında bir daha görmeyeceğimizi sandığımız, ama son bir yıldır içinde yaşamak zorunda kaldığımız savaş sarmalındaki gibi uğursuz zamanlardı.
Üniversitelere Kürt sorununun ‘kart kurt’ şeklinde araştırılması gerektiği şeklinde bildirgeler yağarken,1993 yılında bitirdiğim yüksek lisans tezimde Kürtlerin medenileştirilecek ‘ilkel kavimler’ gibi gösterilmesi ve hatta hedef gösterilmesini GAP TV’ye ilişkin eleştirel analizle ele almaya çalıştım.
Sonrasında IRA vb. süreçlerde medyanın dilini, hakim konumlanışını eleştiren çeviriler (Örneğin, Peter Taylor, “Politik Şiddetin Anlambilimi”) yaparak bunları, eleştirel medya okuryazarlığı becerileri kazandırmaya çalıştığımız Haberi Okumak dersinde kullandım.
Bu derste Mehmet Küçük’ün çevirdiği, Medya, Devlet ve Ulus başlıklı, ağırlıkla Kuzey İrlanda sürecine dair medyaya yönelik eleştirel analizler içeren Philip Schlesinger’in kitabı da çok yararlandığımız bir çalışma oldu.
Durumun, yaşananların eleştirisi tamamdı da, nasıl olmalı konusu biraz eksik kalıyordu. Sonraki yıl, Jake Lynch ve Annabel McGoldrick’in barış gazeteciliği ilkelerine ilişkin çevirisini yaptığım yazıları, derste o nedenle tam zamanında imdadıma yetişmişti.
On yıl boyunca verdiğim derste, resmi ideolojik lise eğitiminden, milliyetçi muhafazakar çevrelerden gelen ve farklı bakış açılarını öğrenmeye direnen bazı öğrencilerin barış gazeteciliği aracılığıyla toplumsal duyarlılığını arttırmaya katkıda bulunmak en büyük doyumlarımdan biri olmuştur (Sonraki de belki yıllar sonra çocuk hakları kavramı aracılığıyla bu duyarlılığın gelişmesine katkıda bulunmaktı).
En direnilen maddelerden biri, aşağıdaki listenin 9. maddesi ve sonrası olmuş, “ ‘Bebek katilleri’nin acılarını neden ele almalıyız” vb. sorularla dillendirilmiştir.
Aşağıdaki ilkeler, öğrencilere ezberlemeleri gereken ve ‘sınavda sorulacak’ ilkeler seti olarak verilmedi. Onun yerine ırkçılık, ayrımcılık yapan, nefret söylemini her gün yeniden üreten medyadan örnekler bularak ve kendilerinin de örnekler getirmesini teşvik ederek, Ayşe İnal’ın bizlere yıllar önce esin kaynağı oluşturan ve eleştirel söylem analizi çalışmalarıyla tanıştığımız Haberi Okumak kitabından hareketle, eleştirel haber okuması etkinliğiyle öğrencilerin konuyu müzakere ederek içselleştirebilmelerini hedefledim. Bu ilkelerden bazıları, burada kısaltarak sıralarsak, şöyleydi:
1. Bir çatışmayı sadece iki tarafın çatışması gibi göstermekten kaçının.
2. ‘Ben’ ve ‘öteki’ gibi keskin ayrımlar yapmaktan kaçının.
3. Çatışma, sanki sadece şiddetin meydana geldiği zamanda ve yerde cerayan ediyormuş gibi davranmaktan kaçının. Bunun yerine, çatışmanın diğer yer ve zamanlarda insanlar için izlerini sürmeye, sonuçlarını öngörmeye çalışın.
4. Bir şiddet eylemini ya da şiddete dayalı politikayı sadece görünür etkileri açısından değerlendirmeyin. Görünmeyen etkileri hakkında da haber yapma yollarını arayın, örneğin psikolojik hasar ve travmanın uzun dönemli sonuçları gibi, şiddete maruz kalanların gelecekte şiddet uygulayacağı ihtimali gibi.
5. Tarafları, sadece liderlerinin alışılmış taleplerini içeren açıklamalarını yeniden ifade ederek tanımlamaktan kaçının. Daha derinlikli hedefler güderek, gündelik hayatta çatışmadan insanların nasıl etkileneceğini, insanların neyi değiştirmek istediğini, liderler tarafından açıklananın bu istenen değişiklikleri elde etmenin tek ya da en iyi yolu olup olmadığını sorgulayın.
6. Sürekli taraflar arasındaki farklılıklara odaklanmak yerine, onların ortak zeminine ilişkin bilgileri ortaya çıkarabilecek sorular sormaya çalışın.
7. Sadece şiddet eylemini iletip ‘korkunç’ durumu tanımlamakla yetinmeyin.
8. Birisini şiddeti başlatmaktan ötürü suçlamayın. Onun yerine, nasıl ortak meselelerin hiçbir tarafın istemediği sonuçlara yol açabileceğini görmeye çalışın.
9. Sadece bir tarafın acı ve korkularına odaklanmayın. Bu, ‘iyi adamlar’ ve ‘kurbanlar’ şeklinde tarafları ayırır ve ‘kötüleri’ cezalandırmayı bir çözüm olarak sunar. Bunun yerine, tüm tarafların acı ve korkularının eşit derecede haber değeri olduğu bir yaklaşımı benimseyin.
10. İnsanların başına gelenler hakkında duygusal sözcüklerle tanımlamalar yapmaktan kaçının.
11. Barbar, kaba, zorba gibi sıfatlar kullanmaktan kaçının. Çünkü, bu sıfatlar bir tarafın yaptığını diğer tarafın gözünden tanımlar. Bu ise, gazetecinin bir tarafı tutmasına ve şiddetin tırmanmasını haklılaştırmasına neden olur. Bunun yerine, diğer kişilerin yaptığı tanımlamaların güvenilirliği hakkında mümkün olduğunca bilgi verin.
12. Terörist, fanatik, köktendinci gibi tanımlamalar kullanmaktan kaçının. Zira bu tanımlamalar ‘onlar’a ‘biz’ce atfedilen tanımlamalardır. Kimse kendini böyle tanımlamaz. Böyle yapıldığında, bu ‘akıl dışı’ insanlarla uzlaşmak, anlaşmak da imkansız görünür.
13. Fikirleri ve iddiaları gerçekmiş gibi öne sürmekten kaçının. Bunun yerine, izleyici ve/veya okuyucunuza kimin ne söylediğini aktarın.
14. Liderler tarafından imzalanan belgelerin (ateşkes, askeri zafer vs) mutlaka barış getireceği yanılgısına kapılmayın. Bunun yerine, gelecekte insanları hala şiddet uygulamaya yöneltebilecek meseleler kalmışsa, onları haber yapın.
15. Sadece ‘bizim’ taraftaki liderlerin çözüm önerilerini beklemeyin. Bunun yerine, nereden gelirse gelsin barış girişimlerini araştırın. Bakanlara, örneğin, radikal örgütlerin fikirleri hakkında ne düşündüklerini sorun. Sadece kurulu konumlarla uyuşmadı diye barış girişimlerini görmezden gelmeyin.
Galtung’un (1998) iki haberciliği, savaş haberciliğini ve barış haberciliğini karşılaştırırken kullandığı karşıtlık ise aslında tüm bu ilkeleri özetliyor: Savaş gazeteciliğinde ana hat şiddet, elitler, propaganda ve zafer yönelimli iken, barış gazeteciliği sadece elitler yerine halk, hakikat ve çözüme yönelir.
BİA tarafından bir iki hafta önce yayımlanan ve Sevda Alankuş (2016) tarafından hazırlanan Barış Gazeteciliği El Kitabı’nda barış gazeteciliği nasıl olmamalı ve nasıl olmalı konuları örneklendirilerek tüm bu ilkeler ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Bu haliyle kitap gazeteciler için önemli bir rehber olmuş, bununla da kalmayarak barış gazeteciliğinde sıklıkla ihmal edilen erillik tartışmasını da içermiştir (Alankuş, 2016).
Bu yazıda uzun uzadıya, derste yaptığım gibi, savaşı körükleyen hakim medyanın analizi yapılmayacak. bianet okurları zaten hakim medyanın kendisinden olmayanları nasıl, en iyi ihtimalle, görmezden geldiğini, 2015-2016 döneminde buzdolaplarında, annelerinin koynunda bekletilen çocuk cenazelerinin haberleştirilmediğini, en barışçıl açıklamaları yaptığında bile Haşkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Geneş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ‘katil’ olarak adlandırıldığını, hedef gösterildiğini, sadece Kürtlere dönük değil Ermenilere de ‘sünnetsizler’, ‘Ermeni dölleri’ şeklindeki nefret söylemlerinin dillendirilerek her gün yayıldığını, kadınlar ve kadın militanlar söz konusu olduğunda nefretin daha da katmerlendiğini, yerlerde çırılçıplak sürüklenen kadınların bedenlerinin teşhir edildiğini ve ‘öbür taraftan’ ölenlerin insan gibi gösterilmediğini, ölen askerlerin ise haberlerinin ölüm ve şehitlik kutsanarak ‘‘Ne mutlu evladımız şehit oldu”, ‘‘Ne mutlu şehit annesi babası”, ‘‘Peygambere komşu olacak” güzellemeleriyle verildiğini, hatta acının pornografisinin yapılıp şehit haberinin ailesine canlı yayın kameralar eşliğinde iletildiğini verip bu yayınlara referans göstermek ve bunları yeniden üretmek niyetinde değilim. Onun yerine yazı boyunca barışa odaklanmak istiyorum.
Zira, savaşa ve savaş haberciliğine çok yoğun biçimde maruz kaldığımız bugünlerde asıl zor olan barış haberciliğine örnek bulmak.
2015 yılına geldiğimizde, HDP’nin Meclis’te temsil edilebilmesi için çaba harcayan sivil girişimlerden 10’dan Sonra Ankara’nın seçimden sonra evrildiği Buradayız Kolektifi olarak şehir sokaklarında süregiden barış eylemlerine katkıda bulunmakla kalmayıp savaştan yana esen rüzgarları geri döndürmeye katkıda bulunmak üzere çıkardığımız Barış Postası’nın Eylül 2015’de ‘Kısa kısa geçen ay ne oldu?’ bölümündeki, daha çok alternatif medya kuruluşlarında yayımlanmış olan haberlerden bazıları burada barış gazeteciliğine örnek verilebilir.
Bu barış gazetesini Ankara sokaklarında dağıtırken karşılaştığım olumsuz reaksiyonlar (görmezden gelme, öfkelenerek reddetme, tersleme vb.) ve bunun yarattığı his, 1990’lara geri döndürdü beni. Üstelik bu sefer artık derslik ortamında saygı duyulan bir akademisyen değildim. Bu tavırların, birkaç ay sonra Barış İçin Akademisyenler olarak barış bildirgesine imza atmamızdan sonra çeşitli cephelerde tarafımıza açılan linç kampanyalarıyla tutarlı olduğunu ise o zaman bilmiyordum:
Erzurum’un Karaçoban ilçesinde cenazeleri aynı mezarlıkta yan yana defnedilen biri asker diğeri PKK üyesi gençlerin aileleri taziyeleri birlikte kabul etti. Askerin babası Beycur İpek ‘Onların çocuklukları birlikte geçti. Biz barış istiyoruz’ derken, PKK’li gencin babası Ramis İpek ise annelerin gözyaşı dökmemesi için herkesi üzerine düşeni yapmaya çağırdı (zete.com).
Bu örnekte savaş gazeteciliğinin çatışmayı körükleyen ve iki tarafa indirgeyen yaklaşımına karşı ortak acıların ve kayıplara, acılara rağmen de ve onlar olmasın diye barış taleplerinin vurgulandığı görülüyor. Konunun ne kadar karmaşık olduğunu, iki tarafa indirgenemeyeceğini gösteriyor.
Yine benzer bir haber: Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde hayatını kaybeden Gökhan Çakır’ın İzmir’deki cenaze evinde amcası Kutbettin Çakır, “Dün işyerlerimize Kürt olduğumuz gerekçesiyle saldırı girişiminde bulundular. Bugün ise oğlumuzun şehit olduğunun haberi geldi” dedi (Cumhuriyet, 10 Eylül 2015).
Yine çeşitli hak savunucusu örgütlerin barış taleplerini vurgulayan şu haber de genelde hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını iletmekle ve sorgusuz desteklemekle yetinen ‘savaşçı medya’nın haberciliğinden farklıdır; ayrıca bir kampanyayı duyurarak okuyucuyu, müdahil olmaya, okumaktan öte eyleme davet eder:
Aralarında çocuk hakları derneklerinin, baroların ve hak savunucularının da olduğu 77 kurum ve 500’den fazla kişi, devleti, çocukların yaşamını korumaya çağırdı, herkesi bu çağrıyı imzalamaya davet etti. “Savaş İstemiyoruz! Çocukların Ölmesini İstemiyoruz!” başlığıyla duyurulan çağrıda, silahlı çatışma ortamlarında çocukların haklarının korunması istendi (bianet.org, 11 Eylül 2015).
‘Kimler Barış İstiyor?’ dosyasında anneler, çocuklar, kadınlar, LGBTİ’ler barış istiyor diyerek onların sözlerine ve taleplerine öncelik vererek vurgulamak ise militarizmin erillikle içiçe geçtiği savaşın en ağır mağdurlarına işaret etmesi açısından çok önemliydi.
2015 ve 2016 yıllarında yaşadığım şehir Ankara’da her hafta, bazen haftada bir kaç kez yapılan barış yürüyüşleri ve eylemleri medyada pek haberleştirilmedi ya da hedef gösterilerek olumsuz biçimde çerçevelendi. Çoğunlukla bunlar sosyal medyada barış mücadelesi veren örgütler ve birkaç alternatif medya oluşumu tarafından dolaşıma sokuldu.
Bu, kuşkusuz Türkiye’de değişen iktidarla, medyanın ‘yeni Türkiye’de araç olarak kullanılmasıyla ilişkili bir durum, ama uluslararası literatüre baktığımızda görüyoruz ki onunla da sınırlı değil. Gazeteciliğin meslek ilkeleri, değerleri barışın haberleştirilmesini engelleyebiliyor.
Virgil Hawkins (2015) farklı örnek olayların (Liberya, İsrail-Lübnan ve Sri Lanka) New York Times gazetesinde izini sürdüğü araştırmasında, doğrudan şiddet aşaması bittiğinde haberlerin de ilgisinin bittiğinden söz ediyor. Graham Spencer’a (2005) referansla, yazar, medyanın eylem sevdiğini, şimdi ve burada ile ilgilendiğini ve son dakika, dram ve basitlik aradığını ve barışın bunlara uymadığını tartışıyor. Yine barışın daha çok negatif olarak kavranmasından ve medya profesyonellerinin de ‘‘negatif olan haberdir”, ‘‘bir olay varsa haberdir” şeklindeki haber değerine ilişkin hakim anlayışlarının etkisinden söz ediyor. Oysa ki barış fiziksel, siyasal, hukuksal, toplumsal vb. alanları gözeten, bu alanlarda gelişmeleri aşama aşama içeren, yeniden uzlaşmayı ve yeniden inşayı pusulası gören, eşyanın tabiatı gereği kaçınılmaz biçimde uzun erimli bir süreçtir. Aniden, umulmadık ya da bir olay yönelimli olmayacaktır. Öte yandan her barış sürecinde dönüm noktası oluşturacak olaylar da olacaktır. Çatışma, elbete bir barış anlaşmasını imzalayarak son bulmayacaktır. Pek çok haber değeri oluşturan olay medyada yer alabilir: Birliklerin çekilmesi, silahsızlanma, yeni askeri, siyasal ya da yasal düzenlemelerin yapılması, çatışma sonrası idari yönetim, seçimler, hakikat ve yeniden uzlaşma komisyonlarını kurulması vb. Barışı savunanlar da olayın içinde görülüyorlarsa onların etkinlikleri de haber olacaktır. O halde problem barışın olay içermemesi değildir medya açısından, onun yerine medyanın bununla ilgilenmemesidir (s. 52-53).
Bunlara karşın barış gazeteciliği, ana akım gazeteciliğin ilke ve değerlerini sorgulayan alternatif gazetecilik ve insan hakları haberciliği gibi diğerleriyle de benzeşir. Hackett’e göre (2011) alternatif gazetecilik, barış gazeteciliğini pek çok açıdan tamamlar. O da ana akım pratik ve haberleştirmeden memnun değildir. Hiç temsil edilmeyen ya da az temsil edilen, bağımsız, marjinalleşmiş gruplar ve toplulukların sesini iletme derdi vardır. Katılımı teşvik ederek toplumsal değişim ve toplumsal hareketleri destekler.
Her iki gazetecilik de sadece olanı haberleştirme değil, günlük olayların ötesine geçerek bağlamı analiz etme ve iktidar yapılarını eleştirel biçimde incelemede de anlaşır. Aynı zamanda farklılıkları da vardır: Barış gazeteciliğinde her şeye rağmen bir profesyonel vardır. Oysa alternatif medyada kişiler kendi hikayelerini anlatabilir.
Alternatif gazetecilikte çatışmanın bir tarafı savunulabilirken barış gazeteciliğinde esas olan çatışmanın farklı oluşturucuları arasındaki üretici diyalogdur. Ama neticede ikisi de nesnelliği, elit savaş propagandasını reddeder. Kamusal arenadaki sözlerin spektrumunu, özellikle de barışı inşa etmeye çalışanların ve şiddetten mağdur olanların sözlerini içererek genişletmeyi hedeflerler.
Benzer biçimde Shaw (2011), barış gazeteciliği ile insan hakları haberciliği arasında bağ kurar. Shaw’a göre, ikisi de ana akım gazeteciliğe karşıdır. Hatta ona göre küresel, uzun erimli, etkin ve sürdürülebilir bir barış inşa etme girişimlerinde, insan hakkı gazeteciliğinin barış gazeteciliğini tamamlama potansiyeli vardır.
Rukhsana Aslam (2016) ise bu tartışmalardan hareketle barış gazeteciliğinde 4P Modeli adlı bir anlayış geliştirdi. Bu modelde barış gazeteciliği, akademisyenler, araştırmacılar, gazeteciler ve barış için çalışanların paylaştığı değerlerden oluşur. Hep beraber çatışmayı azaltmak, barışı inşa etmek ve sonraki çatışmaları önlemek için birleşirler.
Eğer barış adına çalışan örgütler barış gazeteciliği projelerini desteklerse, buna ikna edilirlerse, alternatif medyada ya da ana akım medyada o zaman iktidar, siyaset ve çıkarı imleyen 3P’ye ek olarak (power, politics ve profit) bir dördüncüsü oluşacaktır. Bunlar esasında Türkiye’de de kısmen deneyimlenmiş durumdadır. Barış için akademisyenler, gazeteciler ve aktivistlerin birlikteliğini Barış İçin Akademisyenler Bildirgesi’ni takip eden hedef gösterme ve linç kampanyalarına karşı dayanışmada bizzat gördük.
Benzer bir diğer örnek, gazetecilerin en temel hakkı olan soru sorma ve fotoğraf çekmenin bile terörist olarak yaftalanıp hukuki ve hukuki olmayan süreçlerle baskılanmaya çalışıldığı bir ortamda bölgeden alternatif habercilik yapmaya çalışan gazetecilerin büyük zorlukla karışılaştığı bir ortamda yaşandı: Haber Nöbeti gibi oluşumlarla ana akım medyadan meslektaşların da onları yalnız bırakmayıp dayanışma gösterdiğine tanık olduk.
Öte yandan Aslam’ın öngördüğü barış gazeteciliği çalışmalarının maddi destek bulmasına Türkiye ortamında pek de tanık olmadık. Barış, neredeyse hakkında hemen kovuşturma, soruşturma başlatılması gereken, üzerine tez vb. çalışmalar yapılmasına izin verilmeyen bir tabu haline geldi. Murat Çelikkan’ın insan haklarına dair söylediği, bu durumda da geçerli: Türkiye’de insan hakları ayrıksı görülerek bu konuda çalışan hak örgütleri devlet politikaları ve milliyetçi kaygılarla destek bulamaz.
İyileşme, önleme ve adalet için iletişim
Hoffman ve Hawkins’in (2015) İletişim ve Barış başlıklı kitabı yeni oluşmakta olan bir alanın haritasını çizme iddiasıyla barış gazeteciliğinden öteye konuyu daha geniş kavramamıza olanak veren bir çalışma gibi gözüküyor. Kitabın önsözünde de vurgulandığı gibi iletişim çalışmaları daha çok çatışma ve savaş ile ilgilendiler; barış ile iletişim ilişkisi, hep geri planda kaldı. Sıklıkla savaş, propaganda, çatışma konularının temsili; temsilde düşman imgesinin kuruluşu; hükümet ve resmi kaynaklar ile gazetecilik ilişkisi vb. ağırlıklı olmak üzere araştırıldı. Çatışma öncesinde, sırasında ve sonrasında askeri kampanyalar, enformasyon savaşı, algı yönetimi, psikolojik operasyonlar ve kamu diplomasisi gibi konulara yer veren medyanın çatışma sürecindeki katkısı ana odağa alındı (Hoffmann ve Hawkins, 2015).
Kitabın örgütlenişi bir iletişim çalışmaları kitabı örgütlenişinden ziyade çatışma yönetimi ve barış üzerine çalışmaların izleğinden gidiyor. Giriş, Barışın Haberleştirilmesi ve Temsili’nden sonra sırayı alan Barış için Müdahale, Barışı Sağlama ve Barışın İletişimini Kurma bölümleri bunu düşündürüyor.
Kitapta ayrıca çok fazla Birleşmiş Milletler vurgusu gözleniyor. Barışı sağlamada BM elbette önemli, ama başkaları da, daha tabandan, alternatif muhalif alandan gelen girişimler de var. Onların da kitapta daha çok içerilmesi beklenirdi. Bununla birlikte, editörlerin kitabın girişinde kısaca da olsa yer alan iletişim literatüründe barış meselesi ve barış literatüründe iletişim kavramının nasıl yer aldığına ilişkin değerlendirmesi çok zihin açıcı ve bu kitabın doldurmaya çalıştığı boşluğu göstermesi açısından önemli.
Ayrıca barışa dair kavrayışın pozitif olması, kitaptaki bölümlerin ana odağı bu olmasa da, bunun kuramsal olarak kabulü, konuyu sadece devletler, BM gibi kurumları oyun kurucular olarak görmekten, bizleri de tabi olduğumuz ulus-devletlerin yanında konumlanmaktan, ‘uluslararası ilişkiler’ retoriğine hapsolmaktan uzaklaştırabilir.
Burada Galtung’un (1964) pozitif ve negatif barış ayrımından hareketle söyledikleri gibi, barışın şiddetin yokluğu anlamında negatif barış olarak kavranmasına yapılan itiraz Rodriguez’in (2015) yazdığı bölümde açımlanıyor.
Bu yazıda ele alınan kaynaklar, ‘Nasıl bir barış?’ sorusunu sorarak etraflı bir barış kavrayışına götürdüğü için çok önemli. Galtung’un pozitif barış kavramına referansla barışın sınırlı kavrayışına dair yazardan önce getirilen eleştiriler de burada içeriliyor. Barış kavramının geçirdiği tarihsel serüven ve dönüşümü ele alan Grewal Singh’in (2003) yazısına baktığımızda ise yazarın 1950’lerde daha çok doğrudan şiddet, saldırı, savaş hakim iken 1960’larda Galtung’un da katkısıyla kavramın daha dolaylı ve yapısal şiddeti içermeye başladığını belirtmesi, konunun yıllar önce nasıl da etraflıca tartışıldığını göstermesi açısından çok önemlidir.
Galtung’un 1964 yılında yayımlanan makalesinde negatif barış, şiddetin ve savaşın yokluğu iken, pozitif barış toplumun bütünleşmesiydi. Birinciye dair barış siyasaları ve önerilerine örnek, silah kontrolü ve uluslararası anlaşmalar vb. iken, ikincisi ise iletişim, barış eğitimi, uluslararası işbirliği, çatışma çözümü ve yönetimi yollarıyla insani kavrayışın geliştirilmesini içerir.
Negatif barış, kötümser iken pozitif barış, iyimserdir. Galtung, 1985 yılında yayımlanan makalesinde ise bu pozitif barış kavrayışının arkasında sağlık bilimlerinden esinlenmenin olduğunu belirtir: “İyileştirici” tıp negatif barış iken, “önleyici” tıp pozitiftir. Barış çalışmalarının görevi de hem şiddet yokluğu hem de barışın koşullarını sağlama anlamında ikisini de çalışmaktır.
Galtung’un kuramında negatif barış kısa dönemde yararlıdır, ancak uzun dönemli deva, ancak pozitif barış yaklaşımıyla mümkündür. Sonuçta önleme, en iyi tedavidir. Kanımca burada medyaya ve gazeteciliğe daha da büyük ve uzun erimli bir iş düşmesi anlamında pozitif barış kavramı çok önemli.
Barışı pozitif kavramak, yoksulluk, açlık, ayrımcılık, adaletsizlik vb. gibi doğrudan olmayan şiddet tartışmaları ile adil barıştan söz eden, insan hakları ve barışı birleştiren, sadece doğrudan şiddeti azaltmakla kendisini sınırlamayan insan hakları literatürünün de (Schirch, 2002 Shaw’dan alıntılandı) Türkiye için önemi çok büyük.
Zira, barış aktivistleri olarak çok pasifize ve/veya romantik olmakla ya da asıl meseleyi gözden kaçırmakla çeşitli platformlarda itham edildik. Örneğin geçen yaz düzenlenen ‘Medyada Savaş ve Barış’ başlıklı Barış Bloku panelinde barış söyleminin çok liberal olduğu şeklinde eleştiri aldık.
Oysa burada barışı savunurken adalet talebi olan bir barışı savunuyoruz. Bu da ister istemez geçmişle yüzleşmek için hafızayı tazelemeyi gerektirir, ki barış gazeteciliği ile ilgili çalışmalarda sıklıkla ihmal edilen bir boyuttur bu. Barbie Zelizer’in dediği gibi (2008) gazetecilik, ‘şimdi ve burada’ ile hafıza çalışmaları ise ‘o zaman ve orada’ ile ilgilenmektedir. Oysa bizler ikisini bir araya getirebilmeliyiz. Hatta kanımca bunu, meseleyi gazetecilikle sınırlamadan daha geniş kavrayarak başarabiliriz.
Kristin Sorensen (2015) Şili, Kamboçya ve Ruanda’ya odaklanarak, bunların kaçınılmaz derecede birbiriyle bağlantılı olduğundan hareketle, barış için iletişimi tanımlarken onu adaletle ilişkilendiriyor.
Pinochet dönemi ve sonrasında Şili örneğinde baskı sonrası toplumlarda barışın iletişimini kurmada unutma ve hatırlamanın rolü üzerinde duruyor. Ona göre, adalete şu durumlarda erişilir: Birbirinden farklı çatışma içinde olan tarihsel anılar özgürce tartışıldığında, tanıklıklar ve kanıtlarla teyid edildiğinde ya da yalanlandığında ve o şiddetten sorumlu olanlar işledikleri suçtan cezalandırıldıklarında.
Açıklık, mağdurların iyileşme sürecinde ilk adımlardan biri, ama yeterli değildir. Sorensen’in Johan Galtung’dan hareketle belirttiği gibi, bir travma yaşanınca hem kurbanın hem de bunu uygulayanın bedeni, zihni ve ruhu yaralanıyor aslında ve tüm topluluk, topluluğun bütünlüğü, birlikteliği böylece zedeleniyor.
Bunun, hakikat ve adalet olmadan iyileşmesi de mümkün değil. Yazarın Joanna Santa-Barbara’nın görüşüne referansla söylediği gibi, yeniden uzlaşma ve barış sürecini engelleyebilecek bir diğer kültürel öğe de acı veren anıları bastırmaktır.
Yazar, bu araştırmasında Şili, Ruanda ve Kamboçya’dan örnekler verir. Örneğin, 1907’de Şili silahlı kuvvetleri, madencilik endüstrisi sahipleriyle danışıklı halde başkanın talimatıyla grevdeki pek çok madenciyi ve ailesini katletti. Cesetler gömülerek görünmez hale getirildi ve olay unutulmaya çalışıldı.
100 yıl boyunca tarih kitaplarında bu olaydan hemen hiç söz edilmedi, ta ki 1970 Salvador Allende dönemine kadar, ki o da 11 Eylül 1973’de kanlı bir darbeyle sona erdirildi; 17 yıl süren Pinochet diktatörlüğü döneminde güvenlik, istihbarat, polis ve askeri personel, tutukladıklarını ‘unuttu’. Aileler aradıklarında da ‘burada değil’ denildi.
The Vicariate of Soldiarity, insan hakları derneği ailelere iletilen her notu tuttu ve bunları dava sürecinde kullandı. 1990’da Pinochet başkanlıktan indiğinde de ‘resmi unutma kültürü ve pratiği’ devam etti. Ölen ve kayıplar için bir komisyon oluşturuldu. 90’ların sonunda hükümet görevlileri, insan hakları savunucuları ve askeri personelle bilgi paylaşımı amaçlı bir yuvarlak masa toplantısı yapıldı. Sonraki yıllarda o gün askeri personelin ölen ve kayıplarla ilişkili paylaştığı pek çok bilginin doğru olmadığı ortaya çıktı.
Yazara göre, baskı dönemlerinde yaşananlar, Şili’de olduğu gibi, medyada ve tarih kitaplarında değilse de sözlü tarihte aktarılıyor. İşkenceden kurtulanların yara izleri duruyor çoğu kez. Ya da yakınları kaybedilenlerden arda kalanlara tutunuyorlar, mesela onlar kaybedildikten sonra odalarını aynı şekilde muhafaza ediyorlar. Şiirle, müzikle ayakta duruyorlar. Kitap yasaklansa da yine de anılar yayımlanıyor. Hafızanın tazelenmesi ve hesap sormada mağdurların çocukları ve torunları ön saflarda mücadele ediyor.
Funa adlı örgüt, Şili’de insan haklarını ihlal eden ve hiçbir kovuşturmaya uğramayanları hedefleyerek onların yaşadığı sokaklarda, evlerinin, iş yerlerinin dışında kampanya yürütüyor. İşkence merkezi Londres 38 bir bellek evine çevrilene kadar spreyle ‘‘Burada işkence yaptılar ve öldürdüler” yazdılar ve her perşembe kayıp yakınları olarak bizdeki Cumartesi Anneleri/İnsanları gibi toplandılar. Her cuma sabahı duvar yazıları silinirdi, ama yine de dikkatli bakılınca görünürdü. Tüm bunların sonunda resmi tarih de değişmeye başladı. 2010 yılında Şili hükümeti tüm kayıpları içeren, onların anısına bir kitap yayımladı. 2007'de de 1907’deki maden katliamı tanındı.
Yazarın bu aktarımı, ne sadece mücadelenin uzun erimli olduğunu hatırlatıyor ne de mutlu sonu müjdeliyor, mücadelenin hep sürmesi gerektiği konusunda bizi uyarıyor. Örneğin 2010-2014 sağcı yönetimde tarih kitaplarında Pinochet için diktatör yerine askeri yönetim ifadesinin önerilmesi, yapılan protestolar ile geri çevriliyor.
Yazarın dediği gibi, insanların insanları, yerleri, şeyleri ve dönemleri adlandırmaları nedensiz değildir. Bu seçimler, anlamlarla katmanlı, siyasal olarak da yüklüdür. Askeri dönemde Marksistlerin uluslararası terörist olarak tanımlanması, siyasi mahkumlara ‘orospu çocukları’, ‘itin çocukları’, ‘pislik’ denilmesi sonucunda askerler, onları daha az insan olarak gördüler ve böylece onlara dönük şiddet eylemlerini haklı kıldılar (Bunlar, maalesef son aylarda özel harekat timleri tarafından dolaşıma sokulan videolardan bu coğrafyada da aşina olduğumuz sözler ve eylemler).
Sonuç olarak Sorensen’in dediği gibi, insan hakları olmadan, ihlaller için hesap verilmeden barış sağlanamayacaktır. Bunun için de barış gazeteciliği yetmez, gazetecilikle sınırlı kalmayan çeşitli platformlarda mücadelenin yürütülmesi şarttır. Türkiye’den Hakikat Adalet ve Hafıza Derneği’nin son çalışmasını burada özellikle zikretmek gerekir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi’nin yaptığı belgelemeye dayanarak oluşturulan, sokağa çıkma yasağı sırasında meydana gelen ölümlerin isim, yaş, cinsiyet ve yere göre ayrı veriler içeren harita sosyal medya vb. platformlarda paylaşıma açıldığında ana akım medyada haberleşmeyen konu hakkında bilgilendirme potansiyelini ve tarihe kayıt tutma işlevini gerçekleştirerek gelecekte kurulabilecek yüzleşme ve sorgulama komisyonları ve süreçleri için temel sağlayabilir.
Bunun yanı sıra verilen barış mücadelesinde kulanılan pek çok araç ve yol olduğuna ilişkin örnekleri çoğaltmak mümkündür: Ankara Üniversitesi Cebeci kampüsünde dönem başında düzenlenen açılış derslerinde barışın işlenmesi, kampüste barış imgeleri ve sözlerinin dolaşıma girmesi; önceleri Barış Bloku daha sonra Barış İçin Herkes adıyla farklı alanlardan barış savunucularının birleşerek sokak eylemlerinde gündelik hayatın içinde değişik biçimlerde, müzik, şiir, drama, dans, pedal çevirme, resim yapma, film izleme vb. yollarla barış taleplerini görünür kılmasına tanık olduk.
Sahne Dışı Sokak Tiyatrosu 30 Ağustos günü Ankara’da hipodromdaki törende gösteri yapan savaş uçaklarının seslerinin eşliğinde Ankara Yüksel caddesindeki binalardan aşağıya, içinde şu mesajların yazıldığı kağıttan uçakları attılar:
Korkma!..Gökten yağan bu uçaklar sadece kağıt; ama savaş gerçek!
Savaşa hayır de!
Barış için teknoloji
Facebook, twitter gibi sosyal medya ortamlarının aktivizm ve barış mücadelesi için kullanılmasıyla başlayan ama giderek daha çeşitlenen bir alanla karşı karşıyayız. Barış İçin Akademisyenler (BAK) girişimi olarak da bunu deneyimledik. Metris Üniversitesi gibi platformlarda mizah ile sosyal medyayı birleştiren ve #KalemlereÖzgürlük #tahliyeyetmezberaat #beraatyetmezbarış vb. kampanyalar yürütüldü. #SizicerideBizDisarida hashtagi ile barış şarkıları paylaşıldı. Böylelikle sessiz ve duyarsız çoğunluğa hitap edip onları içerdiğini iddia etmek zor olsa da, en azından bu kampanyaların Ocak ayından beri aralıksız çeşitli biçimlerde süregiden yıpratma ve linç girişimlerine karşı, Barış İçin Akademisyenler arasındaki dayanışmayı ve umudu güçlendirdiğini ‘onlar’dan biri olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
BAK örneğinde olduğu gibi, bir yandan baskıcı devletin gözetim için yurttaşları kuşatmak adına kullandığı teknolojiye karşı barış savunucularının ulusal sınırları aşarak paylaşıp dayanıştığına da tanık oluyoruz. 2000’li yıllarda barışın sağlanmasında teknolojinin kullanımına ilişkin tartışmaların ivme kazanıp konunun kurulan örgütlerle, araştırma merkezleriyle ve konferanslar gibi yollarla derinleşmeye ve kurumsallaşmaya başladığına tanık oluyoruz (Örneğin howtobuildpeace.org).
Bu anlamda bilgisayar oyunlarından ağ platformlarına kadar çeşitli uygulamaların barış mücadelesine koşulduğunu görüyoruz. Savaş ve çatışmaları önlemeye ve barışı sağlamaya yönelik bu girişimlere ilişkin özellikle gençlerin ilgisinin çekilmesinde teknolojinin büyük potansiyele sahip olduğu açık. 2004'te kurulan Games for Change, bu konudaki plaformlardan biri ve barışa dijital oyunlar aracılığıyla katkıda bulunmaya çalışıyor.
Helena Puig Larrauri ‘Sen de yapabilirsin’ mesajıyla barışın teknoloji aracılığıyla savunulması konusunda beş örnek veriyor. Aşağıda Puig Larraui’nin aktarımı ve çalışmaların web sitelerindeki bilgilere dayanarak bu örnekler kısaca özetlenmeye çalışıldı.
- ‘Turning Tables’. Haklar için Rap: Lübnan’daki mülteci kamplarından Arap Baharı sonrası Tunus’una farklı kökenlerden ‘marjinalleş(tiril)miş gençler, müzik ve filmler aracılığıyla bu ortamda seslerini buluyor. Çalışmanın mimarı 31 yaşındaki Martin Fernando Jakobsen, Danimarka kökenli bir DJ. Turning Tables’ı Beyrut’ta 2009 yılında mültecilere bir platform ve ses sağlamak için kurmuş. Bir mülteci kampında atölye olarak başlayan çalışma şimdi festivallere katılınan, stüdyo vb. donanıma sahip sürekli bir etkinliğe doğru evrilmiş. Martin, asla onlara ne yapmaları gerektiğini söylemediklerini ama sadece şunu belirttiklerini vurguluyor: ‘Kimsenin umrunda değilsiniz ve hayatınızda değişiklik istiyorsanız bunu kendiniz yapacaksınız’ (Müzik, belgesel vb. örnekler için tıklayınız).
2. ‘Peace Factory’. İnsanlar Birbirini Sevebilir:
Birkaç yıl önce Tel Aviv’de yaşayan Ronny Edry, Facebook’ta İranlıları sevdiğine dair bir paylaşımda bulunuyor. Bu paylaşım binlerce beğeni alarak Ortadoğu’daki çatışma bölgelerinde arkadaşlığı arttıran ‘Peace Factory’nin doğmasına yol açıyor. Bu çalışmada ilginç olan gerçekten çok basit olması, karmaşık bir teknoloji içermeyişi, hızla da yaygınlaşması.
(http://atlasofthefuture.org/atlaschart-helena-puig-larrauri-peacetech-top-5/ )
3. ‘Una Hakika’. Barış Hakikatle Başlar:
Yanlış enformasyon ve çatışma arasında paralel bir ilişki olduğundan hareketle Kenya’daki Tana Deltası çatışmasındaki asılsız bilgileri ayıklamak ve temiz bir enformasyon akışı sağlamak üzere kısa mesaj ve yerel toplantılar aracılığıyla enformasyonu kanıtlamaya dayalı bir girişim. Etnik topluluklar arası çatışmanın yerel medyanın olmadığı bir ortamda yanlış bilgilerle alevlenmesine karşı çalışma başlatılıyor. Web sitesi wikirumours kullanıyor.
4. ‘Hands-on Famagusta’. Hayalindeki Şehri Yarat!
Kıbrıs’ta Türk ve Rum taraflarınca ayrılan Famagusta-Gazi Mağusa şehirlerinin bölünmüşlüğünden hareketle katılımcı bir tasarımla şehrin geleceğine ilişkin katılımcıların hayallerindeki kenti yaratmaları teşvik ediliyor. Çalışma bir gecede tüm sorunların çözülemeyeceğinin farkında, ancak belki böylece insanların ‘‘Ya şöyle olsa ne olurdu?” sorusunu sorarak yavaş yavaş farklı bir gelecek hayal etmeye başlayabileceğine inanıyor.
5. ‘Soliya’. Sanal Değişim Programı.
Her bir öğrencinin farklı kültürleri tanımasının barışa hizmet edeceği varsayımıyla seyahat edemeyen düşük gelirli gençler düşünülerek oluşturulmuş sanal değişim programından şimdiye dek 28 ülkede yüzden fazla üniversitede yararlanılmış.
Son sözler de bunlar olsun:
Medya savaşı kışkırtadursun, biz bunu kabul etmek zorunda değiliz ve yönümüzü başka türlü olabilir diyenlere, yani barışa çevirelim. Barışa ulaşma hedefimizi gerçekleştirmek ve onu korumak adına her gün daha çok gayret edelim. Bu çabada da barış için iletişim ve teknoloji önemli araçlarımızdan olsun. Yurttaşların, aktivistlerin haberi de içeren ama haberle de medyayla da sınırlı kalmayan üretimleri, gündelik hayatın içinden çıkan, orada sergilenen, paylaşılan farklı formlar dönüştürücü güce daha fazla sahip olabilir. (MGB/BA)
Kaynakça
- Alankuş Sevda (2016). Barış Gazeteciliği El Kitabı. BİA IPS İletişim Vakfı Yayınları. İstanbul.
- Aslam, Rukhsana (2016). ‘Building Peace Through Journalism in the Social/Alternate Media’. Media and Communication. 4 (1). 63-79.
- Bratic, Vladimir (2016). ‘Peace Building in the Age of New Media’. Media and Communication. 4 (1). 1-3.
- Galtung, Johan. (1964). ‘Editorial’. Journal of Peace Research. 1 (1): 1-4.
- Galtung, Johan. (1985). ‘Twenty Five Years of Peace Research: Ten Challenges and Some Responses’. Journal of Peace Research 22 (2): 141-158.
- Galtung Johan (1998). ‘High road, low road – charting the course for peace journalism’. Track Two 7(4). Cape Town: Centre for Conflict Resolution. http://ccrweb.ccr.uct.ac.za/archive/ two/7_4/p07_highroad_lowroad.html.
- Galtung, Johan. (2007). ‘Introduction: Peace by Peaceful Conflict Transformation - The TRANSCEND Approach’. Charles Webel, Johan Galtung (der.). Handbook of Peace and Conflict Studies. NY: Routledge: 14-32.
- Grewal Singh, Baljit (2003). ‘Johan Galtung: Poisitive and Negative PEace’. erişim tarihi 1.4.2016.
- Hackett, Robert A (2012). ‘New vistas for peace journalism: alternative media and communication rights’. Ibrahim Seaga Shaw, Jake Lynch, Robert A Hackett (Ed). Expanding Peace Journalism: Comparative and Critical Approaches. Sydney. Sydney University Press: 35-69
- Hoffmann, Julia Virgil Hawkins (2015). Communication and Peace. Mapping an Emerging Field. Routledge: London, NY.
- Lynch Jake ve Annabel McGoldrick (2012). ‘Barış Gazeteciliği Yapmanın Püf Noktaları' mediachannel.org’dan kısaltarak çev. Mine Gencel Bek. t24. 18 Eylül.
- Lynch, Jake and Annabel McGoldrick (2013) ‘Responses to peace journalism’. Journalism. 14: 1041
- Rodriguez, Clemencia (2015) ‘Community Media as Performers’. Hoffmann, Julia Virgil Hawkins (2015). Communication and Peace. Mapping an Emerging Field. Routledge: London, NY: 289-302.
- Santa-Barbara, Joanna (2007). ‘Reconciliation’. Charles Webel ve Johan Galtung (der.) Handbook of Peace and Conflict. NT: Routledge: 173-186.
- Schirch, Lisa (2002). Human rights and peacebuilding: towards justpeace.
- Paper presented to 43rd Annual International Studies Association Convention, New Orleans, Louisiana, March.
- Shaw, Ibrahim Seaga ‘Human rights journalism’: a critical conceptual framework of a complementary strand of peace journalism’. Ibrahim Seaga Shaw, Jake Lynch, Robert A Hackett (Ed). Expanding Peace Journalism: Comparative and Critical Approaches. Sydney. Sydney University Press: 96-121
- Sorensen, Kristin (2015). ‘Communication for Memory and Peace’. Julia Hoffmann, Virgil Hawkins (2015). Communication and Peace. Mapping an Emerging Field. Routledge: London, NY: 277-288.
- Zelizer, Barbie (2008). ‘Why Memory’s Work On Journalism Does Not Reflect Journalism’s Work On Memory?’. Memory Studies. 1 (1): 79-87.