Modern siyaset felsefesi ve onun cesameti ulus-devlet, kendisini iktidar ve muhalefet olarak yapılandırırken, halklar ve ezilenler için bir çıkmaz yarattı. Yönetim sorununu hükmedenler ve hükmedene ara sıra itiraz edenler olmaya indirgeyip politikayı halktan kopardı. Böylece yaşamı zenginlikten; içinde halkın renk ve çeşitlilikle dolu hakikatinden soyutladı.
Bugün ezilenlerin politikadan nefret etmesi ve onu hayatın üretimiyle ilgisi kopmuş “dejenerelerin” işi olarak görmesi tam da bu nedenledir. Günümüz siyasetinin açmazı, halksız ve halk karşıtı bir faaliyet olarak görülmesidir. Politika halksız, yavan ve buz gibi insan yiyen ve yine özgürlük karşıtı bir “meslek” olarak anlaşıldı.
Türkiye gibi 12 Eylül görmüş memleketlerde bu “karşı-politika”, toplumun neredeyse tüm gözeneklerine zerk edilmiştir. Toplumun kendi hakkında konuşmasının “sakıncalı” ve yasak olması, derin bir hiyerarşi ve hegemonya sorunudur.
Yani toplum kendisini yönetemez, ona bir çoban ya da çobanlar oligarşisi lazım. Dolayısıyla politikanın yerelleşmesi ve halklaşması, baskı ve sömürü güçlerinin nefret ettiği bir durumdur.
Günümüzde Adalet ve kalkınma Partisi'ni (AKP) de böylesine çileden çıkartan, Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile gerçekleşen yerel politikanın akışkanlık kazanmasıdır. Ama politikanın bir tutukluk yapma haliyle dışavurumu, son analizde günümüzde HDP şahsında ezilenler temsiliyetinin sorunsalıdır. Politik tutukluk hali, salt bir beceri ya da özgüven sorunu değil; iktidarın saplantısından kurtulamamadır aynı zamanda.
Ezilenler için bu denli büyük ve kapsamlı bir diskur üretmek, HDP’nin tarihi bir söylem zenginliği olarak halklarımızın hafızasına yerleşti. Bu anlamıyla HDP politik aktivizmi bu topraklarla tanıştıran ve dahası umudun herkes için bir başarı durumuna dönüşebileceğini ortaya koyan bir tarz ortaya koydu. Özellikle Kürt Özgürlük Hareketinin siyasi dehası HDP’yi bir hakikate dönüştürdü. Hepimiz bugün bu hakikatin ikliminde yaşıyoruz.
Ancak hayat fırsat ve “avantajlarıyla” çoklu, çelişkili ve zorlu bir akışkanlığa sahip. Durum Kürt Halk Önderi Öcalan’ın “Eşik meşik, dur durak bilmeyenlerdenim” dediği duruma tekabül etmekte.
AKP devrimi çalıyor ve halklarımızın bu umudunu savaşla boğma gayreti içerisinde. Öyle ki 7 Haziran ile özgürlük ve eşitlik umudu bir hakikat iken, şimdi savaş artık işten bile değil. Özgürlük yerine gündemimiz olası bir Rojava-Suriye savaşıdır.
Peki ne oldu da siyasal ibremiz birden bire savaşa döndürüldü? HDP gerçekten yeni ve güzel bir yaşamın tutarlı ve güvenilir bir “sigortası” olarak anlaşıldığına göre neden “belirleyen” olamadı? Cevabı kendi programında yazdığı gibi, kurucu politikayı tüm bölgelerde kongre, konferans ve teşekkür mitingleriyle perçinlemek yerine talihsiz bir dil sürçmesiyle “emanet” diskuruna indirgemesidir.
Komünlü, yerel meclisli politik görevlerini slogandan gerçeğe dönüştürmemesidir. Çünkü tarihten biliyoruz ki; siyasette ikinci bir düzeltme ve tekzip şansı olamaz. Lenin’in tabiriyle “Ya şimdi ya da hiçbir zaman” diye tarif edilecek kısa anlar, bazen tüm politikamızı belirleyebilir, bizi geriletebilir.
Bu nedenle de tevazu sahibi olmak yerine; boynu büküklüğü, atılımın ve siyasal demokratik kurucu arzunun kırılmasına neden olan bir burukluk yarattı. Muazzam aktif ve başarılı politik pratiğine rağmen, “başarılı olmadığını” vehmeden bir özne, yeni başarılara cesaret edemez; oturur oturduğu yerde.
“Oturma” eylemi meclisteki bir sıraya toplu halde oturma ve dizilme olarak da, pasifizmi “müzmin muhalefet” tarzı olarak benimseyerek de gerçekleşebilir. Şimdilik hasıl olan tam da budur. Seçim sürecinin canavar ya da terörist olmadığını beyan etme arzusuna dayalı şirinlikleri, halk tarafından iş başına getirildiğinde gerici bir ifade(sizlik) olarak yansımaya başlar.
Seçim sona erdi ve sorunlar çözülmeyi bekliyor. Siyaset, “siyaset edenin” olduğuna göre, HDP vaat ettiği kuruculuğu bu topraklara borçludur. Kuruculuktan murat edilen, tolumu ve ülkeyi yeniden kurma dehasına denk düşmektedir. Barış Bloğu kurmak değil.
Komün Bizi Çağırıyor
Barış Bloğu, ehven-i şer bir durum olarak kabul edilebilir ve görünüşe göre savaşa karşı yaşamı savunmak için desteklemek dışında bir çıkar yol görünmemekte. Ancak düzlem çok farklı olabilirdi ve biz Yeni Türkiye’nin politik bir beden olarak her yeri kramplanan anatomisine yapılan kuvvetli bir iyileşme durumunu konuşuyor olabilirdik.
Ayrıca şimdi ülkeyi faşizm dolu ve AKP’li on yıllar sonrasında tedavi eden bir süreç yaşıyor olmalıydık. Ne var ki gene bir savaş olasılığını konuşuyoruz. Kuruculuk yapmak ve ülkeyi inşa etmek yerine savaş gündemine “muhalefet” ediyoruz gene. Muhalefet konumunu olumlayan bu konformizm aşılmadan kuruculuğa da ısınamayacağız.
Bunu Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) eksik ve kusurluca da olsa yapmaya başladı zaten. Ama laf üreten “muhalefet” olmayı reddeden inşacı karakteriyle HDP, kendi gündemini neden pratikleştirmedi?
Siyaseti soldan kuran ve yeniyi öneren bir performans bunu pekala başarabilirdi. Çünkü zaten Meclisteki dört partiden yalnızca biri(HDP) toplumca onaylandı, takdir gördü ve sevildi. Siyasi bir partinin “sevilmesi” bile bu topraklarda görülmemiş bir farkındalık yarattı.
Ezcümle Barış Bloğu ehven-i şer’in pasifizmi ve siyasetsizliğin gelip dayandığı zoraki noktadır. Hepimiz, politik kuruculuğu ve yeni yaşamı yeni muhalefet olarak değil, komünlü, meclisli, gençli, kadınlı ve ekolojik duyarlıklı bir canlılık olarak anladık.
Kendi gündemini yaratan ve herkesi bu gündem üzerine siyaset yapmaya yönelten bir siyasal aktörlük HDP’nin önderlik edebileceği bir tarz olacak.
HDP’nin mimarı Öcalan, İmralı’daki küçük hücresinden hepimize bunu söyledi çünkü. Geriye vakit kaybetmeden yeni yaşamın inşa görevlerinin aciliyeti kalıyor.
Barış Bloğu bunu durdurabilir mi bilinmez ama Rojava’ya müdahale ve Suriye(İran ve Rusya da dahil) ile korkunç bir savaş, çılgın bir örgütlü cehaletin son darbesi olarak başımıza inmek üzere… (MS/ÇT)
* Fotoğraf:Özgür Gündem