Hayvan barınağında yaşamaya başlayalı neredeyse bir ay dolmak üzere. Köy yaşantım olmasına ve köpeklerle iyi ilişkilere sahip olmama rağmen buradaki yaşam farklı olduğundan köpeklerle her ilişkide yeni bilgiler edinmeye başladım.
Buraya Barınak Cumhuriyeti adını koydum. Çünkü benim dışımda burada yaşayan herkes köpek ve onların ülkesi adeta. Her şey onlara göre programlı. Onlara göre yaşam kurgulanmış ve her şey onlar için.
Her biri farklı özelliğe ve cinse sahip.
Tanıyabildiğim Pitbull, Bulldog ve Kangal var. Diğerlerini henüz ayırt edemiyorum ama zamanla onları da öğrenirim.
Birbirinden farklı yeme ve yaşama alışkanlıklarına sahipler. Yaşam içerisinde nasıl yaşamışlarsa ona göre davranış sergiliyorlar.
Çöplerden veya yemek artıklarından beslenmiş olan kuru mama yemiyor. Ya da kuru mamaya alışmış olan ekmek yemiyor.
Bir de hasta ve yaralılarımız var. Bir tanesinin kavgada sol arka ayağı kırılmış. Bir diğerini yılan sokmuştu. Tedavi edip taburcu ettik, iki gün sonra kavga sonucu yaralanarak barınağa geri döndü! Adı Necati ama “Niyazi” olması gerek.
Bir tanesi de silahla yaralanmış. Tedavisi iyi sonuçlandı ve iki güne kadar taburcu olacak. Dört tane de uyuz ve leismania (bir tür keneden bulaşan hastalık) hastası vardı. Bir tanesi çok kötüydü ama neredeyse hepsi de hastalıklarını atlatmak üzereler. İyi bakım ve ilaçlarını almaları sayesinde tedaviye olumlu cevap verdiler.
Üç tane de “asabi”miz var. Çevresine rahatsızlık verdiği söylenen köpekler. Ancak ben yaşamım boyunca hiçbir köpekten rahatsızlık duymamış birisi olarak, köpeklerin rahatsız edildiğine ve rahatsızlık sonucu rahatsız ettiklerine inanıyorum.
İki tane de yavrulu anne var.
Bir tanesinin dört yavrusu vardı ve geçen hafta iki yavruyu ev sahibi yaptık. Diğeri ise 11 yavrulu bir anne. Bir tane yavruyu veterinerimiz, gözüne kaçan pisi otunu çıkarmak amacıyla kliniğe götürdü ve bir daha getirmedi. Onun da evi oldu.
Bu yazı yazılırken Cumhuriyetimizde 12 yavru dahil toplam 59 köpek vatandaşımız var. Kendimi henüz vatandaştan saymıyorum. Sanırım daha öğrenmem gereken çok şey var. Belki her şeyi öğrendikten sonra Cumhuriyetin üyesi olabilirim!
Aslında yazıya başlarken amacım farklıydı ancak, önce tanıtmam gerektiğini düşünerek ortamı anlattım.
Asıl dikkatimi çeken, buradaki yaşamı gözlerken köpeklerin günlük yaşamlarında yaptıkları oldu.
Sabahımız hemen hemen saat 5-6 arası başlıyor. Karınlarının acıkmasına bağlı olarak çıkardıkları isyan sesleriyle kalkıp güne başlıyorum ki çalar saate veya alarm kurmama gerek kalmıyor!
İlk iş yemeklerini vermek. Elbette her birinin farklı yemeği var. Önce sadece kuru mama yiyenlerinki dağıtılıyor. Ardından yemeklerine ilaç koyulması gereken hastaların yemekleri. Arkasından sadece ilaç verilmesi gerekenlerin ilaçları değişik yöntemlerle (genellikle de sosis içine ilaç gizlenerek) veriliyor. İlaçlar da verildikten sonra, yaş mama karışımlı kuru mamalara sıra geliyor.
Burada da öncelik bebelerin. Sonra da annelerinin. En sonda da her şeyi yemeyen nazlılarımızın.
Yemek işlemi bittikten sonra sular tazeleniyor ve genel temizlik yapılıyor. Bu yapılırken karınlar doyduğu için vatandaşlarımızda genel rehavet havası hakim. Her biri gölgesine çekilip yediklerini hazmetmekle meşgul.
En sona bıraktığım iğne faslı var. İki köpeğin penisilin birinin de antibiyotik iğnelerini yapınca tüm işler bitmiş oluyor ki antibiyotik iğneyi yaptığım köpek iğne olurken hafiften ağlıyor! Bu da beni üzüyor ama yapmak da zorundayım.
Tüm işler bittikten sonra da guruldamaya başlayan midemi doldurmak üzere kaldığım yere dönüyorum.
Asıl anlatmak istediğim konuya gelince, buradaki gözlemlerim devam ettikçe bulgularım farklılaşabilir ama ilk gözlemim açlık durumundaki tavırları.
Sabah açken oldukça sinirli oluyorlar. Bu insanda da aynıdır. Çok önemli bir durum değil elbette. Ancak, yemekten sonra güle oynaya davranan, birbiriyle oynayıp şakalaşan, adeta birbirleriyle sevişen köpekler, açlık durumunda ilk yemek koyulan tabağa hücum ederken neredeyse savaşıyorlar.
Elbette cüssesi iri ve kavgacı olan tipler ki genellikle de erkekler, diğerlerini kovarak, hırlayıp gerektiğinde dişlerini silah olarak kullanarak yemeği kapmak için gereken her şeyi yapıyorlar. O an ne dostluk ne arkadaşlık ne sevgili, hiçbir duygusal faaliyet kalmıyor! Grupta güçsüz, küçük ve saldırgan olmayan uysal kesim, uzaktan tabakların dolmasını ve saldırganların doymasını bekliyor.
Açlık, yaşama isteğinin en bariz ifadesidir. Acıkan canlı öncelikle yaşamını devam ettirebilmek için yemek yemek zorundadır. Köpeklerde de olan budur.
Asıl dikkatimi çeken köpeklerin bu davranışı değil, bu davranışın insanlarda da aynı oluşu.
İnsanlar da acıktığında, zor duruma düştüğünde ya da benzer bir durumda deyim yerinde ise gözü “kardeş, ana baba” görmez olur. Dostluk ve sevgi ilişkileri bir tarafa koyulur. Tek amaç hayatta kalmaktır ve öyle de davranılır ki yaşamda birçok örneği vardır.
Biz mi onlara benziyoruz yoksa onlar mı bize benziyorlar? Bilemedim.
Kesinlikle emin olduğum husus, açlık başa vurduğunda, yaşamak söz konusu olduğunda tüm canlılar (istisnalar kaideyi bozmazmış) aynı davranışı sergiliyorlar!
Sanırım insanlık dediğimiz şey de açlık ve yaşamak duygularının başladığı noktada bitiyor.
Hani “nasıl bu hale geldik?” sorusu var ya, onun cevabını insanları gittikçe yoksullaştırıp açlık sınırının da altına iterek, yaşamla ilgili gelecek kaygısını yükseltenlerin amaçlarında aramak gerekiyor.
İnsanlar açlık sınırının altına itilip gelecekleri karartıldığında duyguları da yok olup bencilliklerini önüne koyabiliyorlar.
Tıpkı köpekler gibi… (NT/AS)