Serdar Akar’ın yazıp yönettiği, başrollerinde Nejat İşler, Erdal Beşikçioğlu, Serdar Orçin, Hakan Boyav, Volga Sorgu, Melis Birkan’ın yer aldığı, 2007 yapımı filmi “Barda”, gösterime girdiği andan itibaren epey gürültü koparmıştı. Filmin konusu, yönetmen ve oyuncular bizim tayfanın radarında olduğu için bir arkadaşımla beraber, Yeni Melek Sineması’nda bir salı akşamı filmi izlemeye gitmiştik. Salonda bizden başka altı kişi daha vardı. Filmin yarısında dört kişi salonu terk etmişti. 90 dakikalık kan, vahşet, küfür, kıyamet, tecavüzün ardından Ağa Camii’nin sokağında sürekli takıldığımız mekâna yollanırken, arkadaşla film üzerinde sadece, “Sağlam filmmiş,” “Herifler iyi yapmış,” gibi yüzeysel bir muhabbetimiz olmuştu.
Bizim mekâna geldiğimizde, içeride barın sahibinden başka kimse yoktu. Sadece üçümüzdük. Biralar geldikten sonra, mekân sahibi abimiz üç beş laftan sonra nereden geldiğimizi sordu. “Sinemadan, Barda’yı izledik, harbiden fena filmmiş abi,” dedikten sonra birden o ân, o mekânda sadece üç kişi olduğumuz, ortanın az üzerindeki müzik sesinin dışarıdan duyulmadığını, cumbalı evlerdeki gibi kırmızı bir kapısı olan barın bir omuzla yıkılabileceği ve yolda görsek yönümüzü değiştireceğimiz beş adamın mekâna girişi canlandı gözümde.
Biz barda otururken, onların cam kenarındaki köşeye yerleştiklerini, rahatsız edici kahkahalarla inceden inceye bizi kestiklerini, barın sahibinden sürekli içki istedikleri, arada bir, sırayla tuvalete gidişleri düştü aklıma. Sonrasında, en basitinden “Ne bakıyon lan!” gibi bir laf atmayla bize sardıklarını, devamında da bizi türlü işkencelerden geçirip, birileri bizi bulana kadar buna devam edebileceklerini düşündüm. Çünkü böyle bir olasılık vardı! Çünkü böyle bir olay yaşanmıştı.
GOP Olayı
1997 yılında Ankara’da, Gaziosmanpaşa’daki evlerinde eğlence dönüşü gecenin bir vakti, alkolün ve uyuşturucunun etkisindeki beş kişi, alt katlarında oturan erkek ve kızlardan oluşan bir gruba yaklaşık sekiz saat işkence yapmış, onlara tecavüz etmiş, fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamıştı. “GOP Olayı” olarak bilinen bu vahşet, “Barda” filminin de çıkış noktasıydı.
Film konusu şöyleydi: Vesika adlı bir barın müdavimi olan bir grup arkadaş, bardaki konseri izlemek için gündüzden muhabbete başlayıp “altlık”larını yaparlar ve konsere giderler. Konser bittikten sonra son biralarını içip mekândan ayrılacaklarken, orasıyla hiç alakası olmayan beş tip birer bira içmek için bara girer. Barın sahibi “Barbo” her ne kadar, “Birer bira,” dese de, bu beş falso tip tabiri caizse o geceyi dağıtmaya gelmiştir. Barbo biralarını getirir. Bardaklar tokuşturulduktan sonra “Patlak” (Hakan Boyav) cebinden çıkardığı “pıt”ları, sırasıyla arkadaşlarına dağıtır. Bu beş tipin gözü, diğer masada yolluklarını bekleyen topluluktaki kızlardadır. Nihayetinde, “Patlak”, bilerek birayı yere döker ve masadaki herkes biraların tazelenmesini ister. Barbo, “Bira mira yok,” dedikten sonra diğer masadaki erkekler duruma müdahale etmeye kalkar ve “Egzozcu Selim”in (Nejat İşler), Barbo’ya kafayı gömmesiyle gece başlar (!).
“Egzozcu Selim” ve arkadaşları bütün gece boyunca bardaki diğer gruba akıl almaz işkenceler yapar. En sonunda yiyecek almaya gönderdikleri, grubun en “zararsız”ı (!) “Çırak”, (Volga Sorgu) durumu polise ihbar eder. Polis mekânı basar vs. 90 dakikalık filmin yaklaşık bir saatinde kan gövdeyi götürür. Bütün genç kadınlara tecavüz edilir. Bir kişi ölür. Peki Türkiye sinemasının gelmiş geçmiş en sert filmi olan “Barda”nın sinemalarda gösterilmesine nasıl yaklaşılmalıdır?
Yukarıdaki soru, film süresi boyunca ve sonrasında da izleyiciyi ikiye bölmüştü. Bir kısmı filmde yaşananların hayatın içinde var olduğunu, daha önce yaşandığını ve hâlâ da yaşanmaya devam ettiğini, bu yüzden de konunun ne kadar insanlık dışı olduğunu yansıttığı için gösterilmesi gerektiğini desteklerken; diğer kısım da tam da bu nedenlerle, bu tür filmlerle, dizilerle insanların yoldan çıktığını, topluma kötü örnek olduğunu belirterek filmi şiddetle kınamıştı.
Sanatın işlevi
Sanatın bir işlevinden söz edeceksek eğer; bu işlevin kişiden kişiye göre (suya sabuna dokunmamak diyelim) değişmekle beraber, o işlevin, futbolun en sakat “pozisyonu” “ofsayt”ı gösterir gibi o aksayan yere işaret etmesi gerektiğini unutmamak gerekiyor. Kişisel veya toplumsal şiddet hiçbir toplumda yeni türemiş bir şey değil. Bu şiddete iletişim araçlarının etkisi de yadsınamaz; ancak buradaki asıl mevzu niyetle ilgili. Örneğin Nejat İşler, filmle ilgili nokta atışıyla aşağı yukarı şu minvalde bir açıklamaya yapmıştı: “Filmi izledim, midem bulandı demiş birisi. İyi işte. Miden bulansın ki sen böyle bir şey yapma!”
En popüler olanlardan ilerleyerek bunun üzerine biraz örnekleme yapalım: Yeşilçam’ın “en kötü adamı” Erol Taş, pamuk gibi bir insan olmasına rağmen kaç kere dayaktan kaçtığını anlatmıştı. Kaçıncı sezonda olduğunu artık unuttuğum, ama epey bir ömrümüzü yiyen, “baba”ların masasında sustalıyla “kelle alan” adamlardan mütevellit Kurtlar Vadisi’nin -günümüzün moda deyimiyle- “reis”i Süleyman Çakır için gıyaben kaç kere cenaze namazı kıldırıldı?
Şiddet üzerine
Dört sezon boyunca her bölüm en aşağı elli kişinin taklaya geldiği Çukur dizisinin bir fenomene dönüşmesini, Vartolu Saadettin şivesiyle konuşup espriler yaparak, “tas kafa” saç stilini ve rap müziğin en olmayacak hâlini ülke gençlerine “armağan” ettiğini hatırlayalım. Hudut dışına çıkalım. Gaspar Noé imzalı 2002 yılı yapımı “Dönüş Yok”, 2003 yapımı, Park-Chan Wook’un yönettiği, Cannes Film Festivali’nde “Büyük Ödülü”n sahibi olan “İhtiyar Delikanlı” (Old Boy) filmleri ilk aklıma gelenlerden. “Barda”yı da bu parantez içine alarak devam edelim. Üzerinden onca yıl geçmesine rağmen hâlâ izlenmeye devam eden, hâlâ büyük bir saygıyla hatırlanan bu filmlerin sadece “şiddet içerikli” olduğu gerekçesiyle gösterilmemesi gerektiğini savunmak biraz abesle iştigal olmuyor mu? John Wick serisinin son filminde (sevgili Uğur Vardan yazmıştı yanlış hatırlamıyorsam), “kahramanımız” John Wick 150’den fazla insanı öldürmüştü.
“Barda” filmi olmasaydı, Ankara’da yaşanan o vahşetten haberimiz olur muydu? “Barda”, en çok filme “katlanamayıp” salondan çıkanlara sirayet etmemiş midir? Bu yüzden de filmi yarıda bırakan birisi, şiddet meselesi açıldığında bir dakika durup düşünmez mi? Buradan “Yerden gökten kan fışkıran filmler yapılsın” manası çıkmasın. Ancak belki adını bile bilmediğiniz yan dairemizdeki insanların evinde aklımızın ucundan bile geçmeyecek fiziksel veya psikolojik şiddetin vahşet dolu yüzü, sanat dışında insanlara nasıl gösterilebilir ki? “Şiddete hayır!” diye meydanlara dökülenlerin, sosyal medya hesaplarından şiddete karşı çıkanların yaptığı şey ne kadar anlamlı ise; “Barda” gibi “niyeti”, “gayesi” ortada olan sanatsal işler de o kadar anlamlıdır. (BS/TY)