Dalga dalga genişleyen ve somut bir suçu soruşturmak ve cezalandırmaktan, bir zihniyeti yargılamaya dönüşen Ergenekon davalarının ardından, “Balyoz darbe planı” soruşturması gelmişti. Mehmet Baransu’nun “bulduğu” belgelerin Taraf gazetesinde 20 Ekim 2010’da yayımlanınca soruşturma açılmış ve Baransu on gün sonra belgeleri içeren bavulu savcılığa teslim etmişti.
Bunu 22 Şubat 2010’da Balyoz soruşturmasını ilk tutuklama dalgası izledi. Art arda devam eden ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve hükümet üyelerinin “ileri demokrasinin ayak sesleri”, “hukukun ve adaletin yansıması” olarak hemen değerlendirdikleri bu tutuklamalar sonucunda üst üste üç dava açıldı. Sonra bunlar birleştirildi.
250’si tutuklu, 365 sanıklı davada beş bin sayfadan fazla belge dosyaya delil olarak konmuştu (bkz. Balyoz Davası Nedir?). Tutuklananlar arasındaki yegane sivil kişi, Havelsan Genel Müdürü Faruk Yarman, benim liseden sınıf ve yatılılık arkadaşımdı.
Dava açılması ve suç delili içerdiği iddia edilen belgeleri sanıklar ve avukatları, epey bir zaman sonra ve kısmen inceleme olanağına kavuşunca, bu belgelerin bir kısmının üzerinde bariz tahrifat yapıldığı, hatta bazılarının bütünüyle sahte olduğu iddialarını dile getirmeye başladılar.
Bu konuda en güçlü iddiaları sanık emekli orgeneral Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ve eşi iktisat profesörü Dani Rodrik ortaya koyuyordu.
Doğan ve Rodrik bazı delil CD’lerinde yer alan dokümanların kayıt tarihleriyle içerdikleri olaylar arasında çok belirgin tarih uyuşmazlıkları olduğunu tespit ettiklerini kamuoyuna duyurdular. Ardından 2003’de hazırlandığı iddia edilen bazı belgelerdeki şirket isim ve adreslerinin, bazı asker personelin rütbe ve görevlerinin belgelerde yer alan tarihlerde geçerli olmadıklarına işaret ettiler.
Bu ve benzeri iddialar maalesef Balyoz davasında savcının yanında yer almayı gözü kapalı seçen iktidar partisi üyeleri ve basının önemli bir kesimi tarafından dikkate alınmadı.
Bu ortamda Dani Rodrik ve Pınar Doğan, Türkiye’de bulundukları bir sırada, bu konuda birçok soru sormasını doğal olarak bekledikleri gazetecilerle ellerindeki tespitleri paylaşmak için bir basın toplantısı düzenlediler.
Yanılmıyorsam böyle bir toplantı düzenlenmesi fikrini Osman Kavala önermişti. Kavala, Ergenekon dava dalgaları genişledikçe, bu iddiaların ve soruşturma, kovuşturma yöntemlerinin hukuki zaaflarına sürekli dikkatimizi çekiyordu. Gülen cemaatine yakın olduğundan şüphelendiğimiz polis, savcı ve yargıçların kumpasının bu işte belirleyici rol oynadığına dair şüpheyi kendisiyle çok sık paylaşıyordum.
Osman Kavala 27 Aralık 2010 sabahı ya da ondan bir gün önce, Cezayir toplantı salonunda Dani Rodrik ve Pınar Doğan’ın Balyoz davası belgelerinin bir kısmıyla ilgili şüphelerini basına sunacakları bir toplantı yapacaklarını bildirdi ve beni davet etti.
O gün akşamüzeri toplantı yerine gittiğimde, salonda çok az kişinin olduğunu üzüntüyle tespit etmiştim. Gazeteci olarak hatırladığım kadarıyla Amberin Zaman, Aslı Aydıntaşbaş, Soli Özel ve Kadri Gürsel vardı. Bir de benim dışımda Ayşe Buğra ile Hakan Altınay.
Osman Kavala, Rodrik ve Doğan’ı kısaca tanıtan ve hukuk güvenliğini yitirmenin herkes için ne kadar büyük bir tehlike oluşturduğunu vurgulayan bir giriş yaptı.
Ardından önce Pınar Doğan, sonra Dani Rodrik inceledikleri belgelerdeki tarih, isim, adres uyumsuzluklarını, 2003’de hazırlandığı iddia edilen bazı belgelerin 2007’de dolaşıma girmiş bilgisayar karakterleriyle yazılmış olduklarını, belgelerin kök bilgilerindeki tarihlerle belgelerin üzerinde yer alan tarihlerin uyumsuzluklarını tek tek gösterdiler.
Aynı zamanda, özellikle Pınar Doğan, Balyoz Harekât Plânı ses kayıtlarında yer alan bazı konuşmaların yetki aşımı olarak değerlendirilebileceğini, buradaki zihniyetin eleştirilebileceğini de vurguladı ama suç delili olarak sunulan belgelerin sahte olmalarının bir kenara itilemeyeceğini ısrarla ve haklı olarak belirtti.
Her ikisi de bu kasıtlı tahrifatların kimin tarafından yapıldığına dair sorularımızı, bilmediklerini söyleyerek yanıt verdiler. Ama 2010 başında polis istihbarat içinde Gülen cemaatine yakın bir yapılanmanın olduğu ve bu istihbarat ağının yargı ile işbirliği içinde, bir dizi operasyonu hükümetin bilgisi dahilinde düzenlediği konusunda salonda bulunan herkes az veya çok kanaat sahibiydi.
Toplantıda daha sonra söz alan veya soru soranların çoğu, başta Osman Kavala olmak üzere, bu konudaki kanaatlerini ve gözlemlerini dile getirdi.
Toplantı bittiğinde, Osman Kavala toplantıyı kısaca değerlendirirken, birçok gazeteciyi, köşe yazarını davet etmesine rağmen, çok azının gelmiş olmasına hem hayret ettiğini hem de bunu vahim bulduğunu belirtti.
Gerçekten de Rodrik ve Doğan’ın iddiaları, o zaman şimdiki gibi bir medya tekeline dönüşmemiş AKP’li medyada, sadece yalanlanarak, itibarsızlaştırılarak, alay edilerek yer alıyordu. İktidardan bağımsız medyada bile bu itibarsızlaştırma kampanyasını sürdürenler az değildi.
Osman Kavala girişimiyle düzenlenen basın toplantısından sonra Dani Rodrik ve Pınar Doğan yanılmıyorsam bir daha basın toplantısı yapmadılar. Ya da benim haberim olmadı.
Buna karşılık ve Balyoz davalarını savunma amaçlı birçok toplantı düzenlendi.
Bugün her yerde “FETÖ” parmağı bulduğunu iddia edenlerin çoğunun o toplantılarda bu davalardaki iddianameleri nasıl canla başla savunduklarını hatırlayınca, Osman Kavala’nın hukuk devleti, adalet, doğruluk ilkelerine sadık kalarak düzenlediği o küçük bilgilendirme toplantısının değerini çok daha fazla görüyorum. (Aİ/APA)