Dünyaca ünlü filozof Étienne Balibar İstanbul'a istisnai bir kolokyuma katılmak için geldi.
Kolokyumu istisnai kılan bilimsel ve entelektüel bir etkinliği "bürokratik üniversite" ve de "piyasalaşmış üniversite" fenomenlerinin dışına çıkartabilmiş olmasıydı.
Uluslararası Felsefe Koleji'nin öncülüğünde Galatasaray Üniversitesi, Fransız Kültür Merkezi, sivil toplum kuruluşları, dernekler ve yayınevlerinin katkıları ile dört kıtadan yaklaşık 30 araştırmacı biraraya geldi.
Balibar'ın Şiddet ve Medenilik kitabı etrafında çok-disiplinli bir tartışma ortamı yaratıldı. Böylelikle üniversitenin esas görevine ve işlevine dair somut bir uygulama gerçekleştirildi.
Benim de şiddetsizlik kavramını sorguladığım bir bildiri ile katkı sunmuş olduğum bu kolokyum hakkındaki izlenimlerimi kısaca (eleştiriye girmeden) paylaşmak istiyorum.
Balibar açılış konuşmasında ve kitabında, kanımca, şiddetin ortadan kaldırılmasına yönelik değil şiddete karşı direnme mekanizmalarını oluşturma yönünde bir düşünce getiriyor; şiddetle politikayı tamamen ayrıştırma çabası ile uğraşmıyor.
Şiddet politikanın ötekisi değildir. Aksine ona karşı durma hallerini sorgulamaktır. Buna göre medenilik her şeyden önce toplumda şiddetin özellikle de aşırı-şiddetin doğallaşmasına ve normalleşmesine yönelik bir eylem hali olarak anlaşılır. Medenilik varolan şiddete karşı bir direnme stratejisi denemesidir.
Balibar, güncel dünyadaki şiddeti ele aldığı bu tartışmasında bir yandan kendi Marksist geleneğinden devraldıklarını sürdürüyor, diğer yandan da çağdaş Fransız felsefesinin özellikle (Derrida eksenli düşüncenin) son dönemdeki çıkarımlarını bu geleneğe entegre ediyor.
Fransız düşünüre göre güncel olarak şiddetin birincil kaynağı sermayedir. Sermayenin yayılımı bireyler ve toplumlar üzerinde nesnel bir şiddet yaratmaktadır. İkinci düzlemde ise sermayenin aşırı-şiddetine paralel aşırı-öznel şiddet kaynakları mevcuttur. Aşırı-öznel şiddet, bireylerde ve topluluklarda ortaya çıkan bir kötülüktür. Örneğin kimlikler üzerinden sürdürülen dışlama politikası ve ırkçılık gibi.
Aşırı-nesnel şiddet ile aşırı-öznel şiddet açık bir şekilde ayrışmasına karşın çağdaş dünyada birincisi ikincisine uyumlanarak harmanlanmaktadır.
Fransız filozof, devlet, ekonomi ve sermaye sarmallarındaki şiddete karşı gelmenin yollarını bireysel, öznel ve kolektif düzlemlere gerçekleşebileceğini öngörüyor. "Medeniyet" yerine "medenilik stratejilerini" önermesi medeniyet söylemi içerisindeki rasyonalitenin bozuma uğratılmasının zorunluluğudur.
Yerleşik tahakkümü ve şiddeti parçalamaya girişmek kırılgan bir uğraşı göze almayı gerektirir.
Balibar'ın okumasındaki en önemli noktalardan biri politika imkanı olarak direnişin saf şiddet karşıtı bir söyleme indirgenemeyeceğidir.
Politika imkânı şiddeti kesintiye uğratabilme anlarında ortaya çıkar. Direniş bir medenilik stratejisi olarak toplumsallık kazandığında varolan şiddete karşıtlık oluşturmaktadır.
Şiddet direniş imkanını ortadan kaldırmaktadır. Buna karşın, direniş sermayenin şiddetine ve aşırı-öznel yerel şiddetlere karşı alan açtığı ölçüde öznel üretimler açısından bir kuruluş imkanıdır.
Aşırı-nesnel şiddet, bireyi Balibar'ın deyimiyle "atılabilir" [jetable] öğelere dönüştürür. Aşırı-özneleşme süreci şiddet hallerini farklı düzlemlerde üretme süreçlerini kapsamaktadır.
Yurttaşın yurttaş olma iradesi ya da şiddet hallerinin doğallaşmasına karşı tavrı medenilik stratejisi olarak belirecektir. Kanımca, bir direnişin değeri en çok da aşırı-öznel şiddet bağlamlarını parçaladığı ölçüde ortaya çıkmaktadır.
Kolokyumda Balibar'ın bu düşünsel çerçevesi bir yandan antropoloji, politik teori, politik-ekonomi, tarih, sosyoloji ve hukuk gibi makro konular etrafında diğer yandan da çağdaş sivil ayaklanmalar, etnik sorunlar, çalışma sorunu, mülteciler, göç ve yerinden edilme gibi somut konular etrafında ele alındı.
Felsefe ve insan bilimleri en yakıcı sorunları cesur bir şekilde dile getirdi.
Şiddete karşı durmak öncelikle varolan görünür ve sembolik şiddeti ifşa etmekle başlar.
Kolokyum bu anlamda hedeflerini yerine getirdi. Ancak sorunların çözümü esas olarak yurttaşların özne olma stratejilerini geliştirmesine bağlıdır.
Her ne kadar bu süreç trajik bir boyut taşısa da aşırı-nesnel ve aşırı-öznel şiddetin suskun mağduru olmaktan daha anlamlıdır.
Kolokyumdaki tebliğde vurguladığım gibi sivil hareketler varolan şiddeti yerinden ettiği ölçüde bir medenilik imkanı olarak belirmektedir.
Medenilik stratejilerini bu anlamda yurttaş ve özne olmayı öğrenme halleri olarak algılamak mümkündür. Yoksayılma şiddetine karşın Türkiye'nin bu trajik keşfe ihtiyacı var. (MEK/NV)