Cumhuriyet Gazetesinin önceki Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay 409 gündür tutuklu. Milliyet gazetesinin 18.04.2010 tarihli haberine göre; Ergenekon adlı davada Tuncay Özkan'ın (27 Eylül 2008) 568, Mustafa Balbay'ın (6 Mart 2009) 408, Mehmet Haberal'ın (17 Nisan 2009) 366 gündür tutuklu olmalarını değerlendiren hukukçulara göre: "Tutuklama ceza değil önlemdir. Bu istisnai durumun cezaya dönüşmemesi gerekir"...
Hapishanede en zor iş, dışarıdan haber alabilmektir. En çok sevindiren "dışarıdan alınan haberin" güzelliğidir. Gelen mektup, içinizde ve hücrenizde bahar havası yaratır. Hayata daha sıkı sarılır ve olup bitenlere aldırmazsınız. Aldığınız küçük bir haber, tutuklulukta geçen günlerinizi unutturur. Paha biçilmez bir değeri vardır... Hücrenizin duvarlarını aşar, büyür ve sizi kucaklar. Peki, ya aksi olursa ve tutuklu bulunduğunuz hapishanede "kötü bir haber" alırsanız ne hissedersiniz?
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay "görevinden" alındı.
12.04.2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin bu haberinin beş santim altında ise Mustafa Balbay'ın "Gündem" köşesinde "Balbay 403 gündür tutuklu" yazıyordu. Balbay bu haberi aldığında hapisteydi.
Cumhuriyet gazetesi "tayin" "haberini" şöyle haberleştirdi: "Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu ile Cumhuriyet Gazetesi Yayın Kurulu üyeliği ve köşe yazarlığı görevlerinin yanında, tutuklandığı tarihe kadar Ankara Temsilciliği görevini de yürütmüş olan Mustafa Balbay'ın, tutukluluğu nedeniyle uzun süredir fiilen yerine getiremediği Ankara Temsilciliği'ne yeni görevlendirme yapıldı..." Böylece Balbay "görevden" alındı denilmemiş oldu. Yerine yeni "görevlendirme" yapılmış, yazıldı.
Kim yapmış? Yazılana göre, "Mustafa Balbay'ın tutukluluk durumunun yarattığı boşluk dikkate alınarak gazetemiz Yayın Kurulu Başkanı İlhan Selçuk ve diğer Yayın Kurulu üyelerinin görüş ve önerileri üzerine..." yapılmış.
Niçin yapılmış? Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay "tutukluluğu nedeniyle uzun süredir fiilen yerine getiremediği" için ve "tutukluluk durumunun yarattığı boşluk" yüzünden.
Baştan yapardınız. Tutuklanınca veya tutukluluk uzayınca yerine bir vekil atardınız. 403 gün beklemezdiniz. Balbay'ın fikrini alırdınız. O "evet" dese bile, ikna ederek fikrinden vazgeçirdiniz. "Önce sen tahliye ol" derdiniz. Hapisteki insana "Çıkınca konuşuruz" bile demezdiniz. Benim ve başkalarının ve Balbay'ın "içini" acıtmazdınız. Hapishanede "haber almak" ne demek, biraz düşünürdünüz. Asıl alınan bu karar ve kararı önerenlerin zihniyeti bende büyük bir "boşluk" yarattı, Balbay'ın tutukluluğu değil.
409 gündür tutuklu bulunan Cumhuriyet Gazetesi (önceki) Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'a, onun yerine "Ankara Temsilcisi" olarak bir gazetecinin "tayin edildiği" haberini cezaevinde kim söyledi? (Hiç onun yerinde olmak istemezdim.) Nasıl söyledi? Kararı tebliğ mi etmiş oldu? Durumu hangi cümlelerle "izah etti"? Sözleri bitip hapishanede bırakıp çıktığı Balbay'ın yerinde olmak ister miydi?
Daha iş "resmileşmeden" Balbay demiş ki; " Mustafa Balbay, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilciliği görevinden alınmasına tepki göstererek, "Görevden almayı düşündüklerini söylediler. Fikrimi sordular. Ama ben böyle bir kararın yanlış olacağını, beni yaralayacağını söyledim. Bu kararda benim mutabakatım yok" dedi." (Egede Sonsöz. Gönül Soyoğul. Balbay'a bir darbede Cumhuriyet Gazetesinden 11 Nisan 2010)
Onun yazdığı stildeki gibi, "Bu kararda benim(de) mutabakatım yok".
Yıllar önce, "Cumhuriyet okumuyorum. Çünkü Cumhuriyet okuruyum" sloganlarıyla sahip oldukları yüce değerlerle Cumhuriyet gazetesini kurtarmaya gelenler bunun için mi Cumhuriyet gazetesini kurtardılar? Sayın İlhan Selçuk'un bir yazısında yazdığı gibi bazen "kurtarıcılardan kurtulmak" çok zordur.
Bu yüzdendir ki; yargılandığı davada 16 Nisan 2010 tarihli 57. oturumda Mustafa Balbay açıkça fikrini söyledi ve sitem etti: " Komşu ülkelerle sorun çıkaracak biri olarak iki kez müebbetle yargılanıyorum. İlk müebbet cezamı aldım. Artık Cumhuriyet Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi değilim, bunun böyle bitmesini istemezdim. Hiç kimse makamlara zamkla yapışmış değil. Ama bu şekilde bitmesini istemezdim. Makam olarak ilk müebbedimi almış bulunuyorum. Gazeteciliğin en önemli makamının muhabirlik olduğunu düşünüyorum. Kalemimi, gücümün yettiğince kullanacağım. Oradan da müebbet almamayı diliyorum..." dedi. Devamında ise yasaların uygulanmadığına isyan eden Balbay'ın bu sitemi ve savunması Cumhuriyet gazetesinde "Başka yasanın çocukları mıyız?" başlığıyla yayımlandı. (Cumhuriyet 17 Nisan 2010)
Keşke ve hiç olmazsa Balbay'ın bu siteminin yayınlandığı günde, Cumhuriyet gazetesi künyesinde değişiklik yapılmamış olsaydı...İkisi de 17 Nisan tarihine rastladı.
Hapisteki gazeteci Balbay kırgın, yaptığınız işle ve dışarıdan verdiğiniz haberle onun umutlarını kırdınız. Bunca yıl birlikte çalıştığınız ve birlikte ortaya koyduğunuz değerlerle yeniden inşa ettiğiniz Cumhuriyet gazetesine emek veren Balbay, bir gün dışarı çıktığında "Başka gazetenin çocuğu muydum?" derse ne denebilir?
Cumhuriyet gazetesinin 06.04.2010 tarihli köşesinde "Balıkçının Seveni" başlıklı yazısı yayımlanan Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay 12 Nisan 2010 tarihli haberle resmen Ankara Temsilciliği görevinden alındı.
Balbay "Balıkçının Seveni" başlıklı yazısında mektup için şöyle yazmış: "Silivri'den bakınca mektup için şöyle bir tanım da üretilebilir: Dışarıyı, içeriye taşımak!" Sonra mektuplardan örnekleri vermiş. Umudu ve "bahar aylarını" cezaevinin taaaa içine mektuplarla taşımış. Yazısını şöyle bitirmiş: "Yaşar Aksoy'un 6 Mart'ta Hürriyet Ege'deki yazısının son bölümüyle noktayı koymak istiyorum: "... üç masa ötede yaşlı balıkçı pirinç ayıklıyordu. Arada sırada bana ters ters bakıyordu. Aniden patladı: - Sana soruyorum. Şu Balbay var ya... Ne yaptı bu çocuk? Ne güzel anlatırdı... Neden eziyet ediyorlar bu yavruya? Neden Balbay için mücadele vermiyorsunuz?.. Ahh Balbay ahh... Allah sana sabır versin. Donup kaldım. Nutkum tutulmuştu..." Benim için en büyük ödül o balıkçının sevgisi. Bunca yıldır gazeteciliği salt o balıkçı için yapmış olsam bile, bana yeter! Bedeli neyse öderim!"
Balbay, "bedeli neyse öderim" derken, acaba kendisine biçilen bedeli biliyor muydu?
Hapiste olduğu için köşesinde yazıları yayımlanamıyor. Tutuklulukta geçen gün sayılı 409 oldu. Hapiste değil çok şükür. Hastanede olduğundan ve sağlık durumunun kötülüğünden dolayı İlhan Selçuk'un geçmiş günlerde kaleme aldığı yazıları köşesinde yayımlanıyor. Cumhuriyet gazetesinde yaratılan vefa örneği ve saygınlığın sürdürülmesi...Nasıl mı olmuş?
Cumhuriyet gazetesinin Yayın Kurulu Başkanı İlhan Selçuk yıllar önce "Nadir Nadi'yi Kucakladım" başlıklı bir yazı kaleme almıştı. 70'li yıllarda gözaltına alınıp Emniyete 'e ve oradan da Ziverbey Köşkü'ne götürülmüştü. Yazıyı özetmemeye çalışacağım: "Dışarda neler olup bittiğini bilmiyordum. Cumhuriyet gazetesinin yazarı; bir gün evinden alınıp götürülmüştü. Nereye? Gözaltına alınan sanık ya emniyette ya da bir tutukevinde olur. Eğer sıkıyönetimde ise Selimiye' de veya belirli yerlerde bulunur. Ne olursa olsun yasalarımıza göre devletin güvencesi altındadır. Bir "semti meçhul" deki "gizli köşk"e kaçırılır mı? (...) Peki, kaçırılan insanların aileleri, arkadaşları, çevreleri yok mu? Onlar ne yapıyorlar?(...) Sonradan öğreniyorum ki, ben ortadan kaybolunca yakınlarım sıkıyönetime çeşitli kez başvurmuşlar. 21 Ekim 1972 günü Cumhuriyet'te şu haber çıkmış: "Arkadaşımız İlhan Selçuk, 19 Ekim 1972 günü saat 18'de 1 'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün'ün yaptığı açıklamaya göre 'Emniyetçe sürdürülen bir soruşturmada 'ismi geçtiği için' gözaltına alınmıştır. Arkadaşımız yeniden yazılarını yazma olanağına kavuşuncaya kadar Cumhuriyet'e girdiği 8 Nisan 1962 gününden bu yana 'Pencere' köşesinde çıkmış yazılarından bir bölümünü yayımlayacağız. Aşağıda 8 Nisan 1962 günü çıkmış olan yazısını okurlarımıza sunuyoruz .. " Başyazarımız Nadir Nadi'nin bu davranışının ikili anlamı var. Hem İlhan Selçuk'a sahip çıkmak, hem de Türün'ü bir açıdan uyarmak. Ancak benim içerde bundan haberim olmayacaktı; eğer sorgucu "albay", bir gevezelik yaparak ağzından kaçırmasaydı... Bir gün sorgu sırasında "albay": - Nedir o? dedi. Senin köşende eski yazıların mı çıkıyor? ... Mırıldandım: -Bilmem ... Birden içimde tarif edilemez bir sevinç büyüdü; Ziverbey Köşkü'nün duvarlarını aşıverdim, Nadir Nadi'yi kucakladım sevgiyle ... Dışarıdan aldığım ilk haber buydu. Dışarıdaki dengelerin değişmemiş olduğunu anladım. Bu, benim için paha biçilemez değerde bir haberdi." (İlhan Selçuk. Ziverbey Köşkü adlı kitabından. Birinci Bası Çağdaş Yayınları Eylül 1987. Sayfa 87-88. Cumhuriyet Kitapları 16. Bası Sayfa 67-68.)
Dışarıdaki "değişmeyenlerin dengesindeki" tutarlılık ne olmalıdır? Keşke ve hiç olmazsa Mustafa Balbay yerine tayin olunan yeni Ankara Temsilcisinin adının ilk kez gazete künyesine yazıldığı 17 Nisan 2010 tarihinde İlhan Selçuk'un bu yazısı yayınlansaydı... Balbay'ın cezaevinden çıktığında samimiyetle "kucaklaşacağı" insan sayısını azaltmamaktır tutarlılık... Yazısındaki, balıkçıyı anımsayın...
Hapisteki Mustafa Balbay..."Bedeli neyse öderim!" dedi. Bedeli bu olmamalıydı.
İnsanın içini acıtıyorsunuz...(Fİ/EÜ)