Bir süre önce Almanya'nın Korsanlar Partisi, Sosyal Demokrat Parti ile ilgili ortaya çıkan bir skandala dair yazılı bir açıklama yayınladı. Söz konusu skandal, aralarında Adalet Bakanı Heiko Maas gibi isimlerin olduğu bazı Sosyal Demokrat Partililerin, partiye ait bir ajans aracılığıyla para karşılığında lobiler ve şirketlerle görüşmeler gerçekleştirmiş olmalarıydı.
Bu görüşmelerin ortaya çıkmasının ardından Korsanlar'ın kaleme aldığı kınama metninin başlığı "Politikacılar Orospu Değildir“ olarak seçilmişti ve açıklama linki sosyal medyada "orospu“ olduğunu düşündükleri bir kadının fotoğrafı ile paylaşılmıştı: Diz üstü rugan çizmeler, iki yana açılmış bacaklar ve gözünde siyah bir şeritle. Yani "kendini karşısındakine sunan“ kadın klişesinin abc'si ile.
Sosyal medya paylaşımlarına özellikle diğer sol partilerden ve seks işçilerinden ağır eleştiriler geldi. Bunun ardından ikinci bir açıklama kaleme alan parti, sözüm ona özür diledi ama, diledikleri şu iyi bildiğimiz "yanlış anlaşıldık“ veya "niyetimiz kimseyi gücendirmek değildi, kusura bakmazsınız artık“ türünden "erkekliğe bok sürdürmeyen" özürlerdendi. Yani özür dilemediler, fakat dilemiş gibi yaptılar. Söz konusu fotoğrafsa sosyal medyadan silinmedi, bugün partinin Kuzey Ren-Vestfalya teşkilatının Twitter hesabında hâlâ duruyor.
Hem ilk hem de ikinci metne ve paylaşımlarda kullanılan görsele ben de son derece öfkelendim ve tepeden bakmacı, ahlakçı yaklaşımlarına karşı harekete geçme mecburiyeti hissettim, partinin kullandığı ifadeler sanki midemi düğümlemişti. Bir an önce seks işçileriyle görüşmem, onlara fikirlerini sormam gerekiyordu. Harekete geçmeden önce farkında olmadığım bir şey vardı: Bu görüşmeleri gerçekleştirdiğim ana dek seks işçiliğine dair sahip olduğum ön yargılarımla yüzleşmemiştim ve söyleşi yaptığım kadınlardan çok şey öğrenecektim.
Örneğin yaklaşımımın son derece çelişkili olduğu gibi: Her seks işçisinin muhakkak bir "kurban“ olmak zorunda olmadığını idrak edebilmişim, fakat aynı esnada ideal bir dünyada seksin satın alınacak bir ürün olmayacağını benimsemişim. Araştırmam esnasında farkına vardığım bir diğer nokta ise, seks işçiliğinden bahsederken kullandığımız, kanıksadığımız dil oldu, örneğin "bedenini satmak“ ifadesinin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini daha önce hiç düşünmemiştim.
"Politikacılar 'orospu' değildir" - olsalar ne olacak?
Öncelikle şunu belirtmek isterim: Bir politikacının etik olmayan, yolsuzluk olarak adlandırılabilecek bir çıkar ilişkisine girdiği ortaya çıktığında bunun seks işçiliğiyle kıyaslanması, seks işçiliğine olan yaklaşımımızı ele verir. Algımıza göre seks işçisine yakışacak türde bir davranışın bir politikacı tarafından sergilendiğinde onu ikaz etmemiz, seks işçiliğinin ahlaki olarak politikacılıktan daha "aşağıda" bir meslek olduğunu düşündüğümüz anlamına gelir ve bu da seks işçilerini ötekileştiren, orospufobik bir yaklaşımdır.
Yolsuzluk iddialarında dile ilk olarak getirilen kıyasın herhangi bir tüccar ile değil de seks işçileri ile yapılan kıyas olması, seks işçiliğini ahlak algımızdan soyutlayarak değerlendiremediğimize dair ip uçları veriyor. Halbuki politikacılık mesleğinin seks işçiliğinden daha "iyi" olduğunu düşünmemize sebep olan şey tam olarak nedir, bunu irdelememiz gerekiyor. Tanıdığınız politikacıları bir düşünün. Aklınıza ilk gelen isimler neler mesela? Sonra zihninizde seks işçisi bir insan canlandırın. Bu kıyasta hakarete uğrayan kişi bence kesinlikle seks işçisi!
"Bi' arkadaşı kurtarıp geleceğim"
Biz istesek de istemesek de orospular vardır ve kabul etmek istemesek bile seks işçiliğini tercih eden, bilerek ve isteyerek yapan insanlar da vardır. Ahlaki olarak birilerinden üstün olmak iyi geliyor, biliyorum. Temel iç güdümüz değerlerimize sadık kalmak, anlıyorum. Kullandığımız dille aşağıladığımız, marjinalleştirdiğimiz insanlarla konuşmak, sorunlarını dinlemek ve birlikte yaşam ve çalışma standartlarını yükseltmenin yollarına kafa yormaktansa ön yargılarımıza sıkı sıkı sarılmak daha güvenli geliyor. Tüm seks işçilerinin "bu korkunç hayattan kurtarılmak isteyen birer kurban“ olduğuna inanmak rahat, konforlu. Hele ki birilerinin yaşamında kalıcı bir değişikliğe yol açabilmek: Ölümsüzlük! Düşünsenize, siz ölseniz bile gerçekleştirdiğiniz eylemler sonsuza dek yaşayacak! Tabii bunun cazibesine karşı koymak zor. Dünyada kalıcı bir iz bırakmak son derece baş döndürücü bir fikir.
İşin bizi meşgul eden boyutu daima şiddet, sömürü, ötekileştirme, temsiliyetsizlik, sesini duyuramama gibi seks işçilerinin yaşadığı temel sorunlar olmayabiliyor. Tüm seks işçilerinin birer kurban olduğuna inanmanın rahatlığına teslim olduğumuzda geniş boyutlu ve kompleks bir konuyu kendi egomuzla sınırlamış oluyoruz. Bu inanç sayesinde seks işçiliğini ahlaki yargılarımızdan arındırarak değerlendirme zahmetine girişmemiş oluyoruz. Tek bir genelleme yaparak kendimizi belki de aylar sürecek bir sıkıntıdan kurtarmış oluyoruz: Arkadaşların hepsini kurtardık mı? Bir işçiyi kurtarmanın temel şartı onun refahını artırmak, çalışma ve yaşam standartlarında yükselme sağlamaktır, mevzu bahis hangi işçi grubu olursa olsun. Eğer kurtarmaktan anladığımız şey bahsi geçen kimselerin farklı bir mesleki alanda çalışmasını sağlamaksa bu karşımızdakinden daha aklıselim olduğunu var sayan, tepeden bakmacı, ahlakçı yaklaşımımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Peki ya karşımızdaki kurtarılmak istemiyorsa?" Şimdi istemiyor ama ilerde bana şükredecek“ - he mi? Bize bu ahlak polisliği rozetini kim verdi? Hayır, kimse bir başkasının ahlaki değerlerine göre yaşamak zorunda değil.
İşçiliğe karşı yaklaşımım nedir?
Bu bence herkesin kendine yöneltmesi gereken son derece sağlıklı bir soru: İşçiliğe karşı yaklaşımım nedir? Amerikalı klinik psikolog Dr. Eric Sprankle bir tweet'inde şöyle diyor: "Eğer maden işçilerinin değil de seks işçilerinin bedenlerini sattıklarına inanıyorsan, işçiliğe olan bakışın cinselliğe olan ahlaki yaklaşımın tarafından bulandırılmış demektir." Son derece haklı bir tespit.
Seks işçileri bedenlerini satmıyorlar. Satılan ürün bir insan veya insan bedeni değil, satılan şey belli bir zaman dilimi ve sunulan bir hizmet olarak seks. Yapılan işten kendini satmak veya bedenini satmakmış gibi söz ettiğimizde buna inanıyoruz, dil düşüncelerimizi biçimlendiriyor. Sonuç olarak seks işçisine giden müşteri de o insanı "satın aldığını" sanıyor, kendinde ona istediğini yapma hakkı görüyor ve şiddet uygulayabiliyor.
Kullandığımız dil yalnızca seks işçisinin müşterilerini değil, seks işçilerinin kendilerini de kontrolü altına alabiliyor. Gerçekten kendini veya bedenini sattığına ikna olmuş olan seks işçisi, şiddete maruz bırakıldığında hakkını arama gereği duymayabiliyor, bu kaderiymişçesine şiddete razı gelebiliyor.
Sorun tek yönlü değil
Elbette zorla seks işçiliği yaptırılan insanlar var. Köle olarak kullanılan, sistematik olarak bedensel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz bırakılan insanlar var. Tavsiye ettiğim şey bu hakikati inkâr etmek değil. Sözünü ettiğim, araştırmam esnasında karşıma çıkan şu: Her seks işçisinin farklı bir hikayesi ve farklı talepleri var. Kapsamlı ve son derece karmaşık olan bu konuya uygun tek bir çözüm yok. Basit genellemelerle seks işçilerini verdikleri zorlu hak arayışında yalnız bırakmak, hatta onların önünde engel teşkil etmek mi istiyoruz? Konuyu genellemeler ve yasaklarla ele almak seks işçilerinin hak arayışına darbe vuruyor, seslerini bastırıyor. Çoğu zaman sahip oldukları kimliklerin birden fazlası sebebiyle ayrımcılığa, ötekileştirmeye maruz bırakılan bir topluluğu dinleyerek, tepeden bakmadan, ahlak dersi vermeden, beraberce sorunlara çözüm aramak dururken, yaşanan sorunlara bir yenisini eklemek neden?
Kolay değil. Senelerdir zihnimizde biçimlenmiş, olgunlaşmış olan görüşlerimizden sıyrılmak, bunları yenileriyle değiştirmek çok zor, ama imkansız da değil. Herkes işe kendi ahlaki değerlerini sorgulayarak ve ilk fırsatta bir seks işçisiyle yaşadığı sorunlar hakkında konuşarak başlayabilir. Eğer düşlediğimiz herkesin farklılıklarıyla var olabildiği bir toplumsa, bunu inşa etmeye bir an önce başlamakta ve bunu yaparken samimi olmakta fayda var. (SC/NV)