"Yalnızca sınırda olanlar topraklarını yaratırlar..." (Gergedan Mevsimi filminden)
Her şey -ne eksik ne de fazla- tamamıyla gerçektir onun sinemasında. O gerçeği izlerken hiçbir yere kaçamazsınız. Çünkü onun anavatanı dörde bölünmüş ve dört parçası da tel örgülerle çevrilidir de ondan.
Sınırlar ve tel örgülerle çevrilidir sineması... Mayınlarla döşelidir... Kaçakçılardır sineması.... Ülkesindeki savaştır sineması... Halepçe'dir... Sınırlardaki ölümlerdir sineması... Mayınlardan bedenleri paramparça olmuş, sakat kalmış Kürt çocuklarıdır sineması... Atların sarhoş olmasıdır... Kaplumbağaların uçabilmesidir sineması... Ay'ın yarım olduğu zamanlarda söylenen annesinin şarkılarıdır sineması... Kimselerin onlardan haberi olmadığı kedilerdir sineması... Bir zamanlar yaşadığı ülkesidir sineması...
Sınırları tel örgülerle çevrilmiş topraklarda Eyüp gökyüzüne bakıp da nasıl da karın yağmasını bekler durmadan... Öyle bir yağmasını ister ki karın... Ve öyle bir yağar ki kar, sırtını dayadığı ve sırrını paylaştığı dağlar bembeyaz olur, toprağına döşenmiş mayınlar görünmez olur. Ve kar yağdığında "kaçakçılar" bölünmüş ülkesinin mayınlarla çevrili toprağında sınırın öte tarafına geçerler çocuklarla, katırlarla, atlarla... O atlar ki soğuğa dirensin diye alkol içerler. Atlar da sarhoş olur... İşte ne zaman ki karlar yağar ve atlar sarhoş olur Eyüp de karla çevrili dağlardan sınırın ötesine geçer. Çünkü özürlü hasta kardeşini ameliyat etmek zorundadır. Çünkü kardeşinin iki yıl ömrü kalmıştır. Ve ne zamanki Eyüp sınırın öte tarafına geçer işte o zaman Amine'nin ağıdını duyarız...(Sarhoş Atlar Zamanı'nda Eyüp'ün ameliyat etmek istediği özürlü hasta çocuğun gerçekten de iki yıl ömrü kalmıştı. O çocukluklarını yaşayamayan çocuklar kendilerini, kendi hayatlarını oynadılar.)
Eyüp'ün geçmeye çalıştığı sınırın öte tarafındaki çocuklar da mayınlarla döşeli topraklarda mayın toplarlar. Eyüp burada Saran olur. Amine on dört yaşında anne olmayı bekleyen -Iraklı bir asker tarafından tecavüz edilmiştir- Agrin olur. Eyüp'ün özürlü hasta kardeşi, Agrin'in karnındaki bebek olur. Kaçaklık yapan Kürt çocukları mayın toplayan Kürt çocukları olur. Sarhoş olan atlar uçan kaplumbağalar olur. Sınırın diğer tarafındaki çocuklar gibi buradaki çocukların da hayatları ve bedenleri yarımdır. Kimisinin kolları, kimisinin bacakları, kimisinin gözleri, kimisinin elleri, kimisinin de hayatları bile yoktur. Çünkü bu çocuklar kendi çocukluklarını yarım bırakan mayınları toplarlar. Ne zamanki bir mayın patlarsa çocuklarla birlikte kaplumbağalar da uçmaya başlar. İşte o zaman Agrin'in sessiz çığlığı duyulur.
Agrin'in sessiz çığlığı sınırın diğer tarafına geçip bin üç yüz otuz dört kadının dilinde annesinin ülkesinin şarkıları olur. Bu bin üç yüz otuz dört kadın ellerindeki arbanelerle aynı anda tek bir kadınmışcasına Mamo'ya eşlik ederler "Yarım Ay" zamanında "özgürlüğe ağlayış" adını verdiği anavatanına son gidiş yolculuğunda.
Sınırlarla bölünmüş ve mayınlar ile döşenmiş ülkesinin acısını anlatan insan, ötelere en ötelere gitmek/sürülmek zorunda bırakıldığında acısı daha da bir artar. Kedilerini, kaplumbağalarını, atlarını, çocuklarını, ağaçlarını, annemin ülkesinin şarkılarını, kamerasını orada bırakıp gitmek zorunda kalır. Artık bölünmüş ülkesinin tellerle çevrili toprakları uzaktadır onun için... Artık o yersiz, yurtsuz ve sürgündür.
Yersiz yurtsuz ve sürgündür dünyaca ünlü Kürt yönetmen Bahman Ghobadi.
Bahman Ghobadi "Sarhoş Atlar Zamanı" (2000) ile başladığı sinemaya "Annemin Ülkesinin Şarkıları" (2002), "Kaplumbağalar da Uçar/Kûsî Jî Dikarin Bifirin" (2004), "Yarım Ay/Niwemang" (2006), "Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok/Kasi Az Gorbehaye Irani Khabar" (2009) gibi filmleri yaratan yönetmen sürgünde çektiği "Gergedan Mevsimi" ile yoluna devam eder.
Bu kez anavatanından uzak olduğunu anlatırcasına filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz karlı dağlar, tel örgüler, mayınlar, kaçakçılar, ülkesinin şarkıları nasıl ki yoksa savaşı bedenlerinde yaşayan, kendilerini oynayan adı sanı hiçbir zaman bilinmeyecek olan "amatör ruhlu" çocukları ve oyuncuları gider, yerine oyunculuklarıyla profesyonel olan ünlü oyuncular gelir.
Ghobadi'nin senaryosunu Sadergh Kamangar'ın hatırlarından yola çıkarak yazdığı "Gergedan Mevsimi" filmi İran Devrimi sırasında otuz yıl boyunca hapiste tutulan Kürt şairi Sahel'in hikayesini anlatır. Filmde Beyrouz Vossoughi (Sahel), Monica Bellucci (Mina), Yılmaz Erdoğan (Akbar Rezai), Caner Cindoruk (Sahel'in gençliği), Beren Saat (Mina'nın Kızı), Belçim Bilgin, Ahmet Mümtaz Taylan gibi oyuncular oynar. Film boyunca "mister... mister..." demekten öteye geçemeyip şiirselliğe hiçbir şey katamayan Beren Saat ve Belçim Bilgin bu şiirsel anlamın içinde "anlamsız" olarak kalırlar ne yazık ki.
Film, 1979 yılında gerçekleştirilen İran İslam Devrimi sonrasında otuz yıl boyunca hapiste tutulan ve eşi Mina ile yakınlarına öldüğü söylenen Kürt şairi Sahel'in 2009 yılı sonbaharında cezaevinden çıkışıyla başlar. Sahel eşini ve çocuklarını bulmak amacıyla Tahran'dan İstanbul'a gelmek zorunda kalır.
Filmin bundan sonrası da Sahel'in Mina'yı arayışı, yaşadıkları ve yaşayacakları üzerinden ilerler. Bu ilerleyiş düz bir zaman çizgisinde olmayıp sıçramalı kurgu ile zaman içinde izleyiciyi yolculuğa çıkarır.
Bu sıçramalı zaman yolculuğunda Sahel ile Mina'nın aşklarını, Mina'nın şoförlüğünü yapan Akbar'ın Mina'ya olan tutkusunu, bu tutkusunun ilerde neler neler yapabileceğini, İran'da yaşanan devrimden sonra kurulan İran İslam Cumhuriyeti tarafından Sahel ile eşi Mina'nın gözaltına alınışını, Sahel'in siyasi içerikli şiirler yazdığı ve rejime karşı geldiği için otuz yıla mahkum edilmesini, eşi Mina'nın rejim karşıtı Sahel ile evli olması ve boşanmayı kabul etmemesi üzerine on yıla mahkum olmasını, Mina ve Sahel'in cezaevindeki bu mahkumiyetleri boyunca bir kez görüştürülmelerini -ki bu görüşmede de yüzleri kapatılarak gerçekleştirilir- yaşanan devrim ve onun yarattığı şiddeti, işkenceleri, tecavüzü (Akbar Mina'ya tecavüz eder), Sahel'in otuz yıllık hapisten sonra özgürlüğüne kavuşmasını ve sonrasında yaşanan zorunlu sürgünlüğünü (ki bu zorunlu sürgün Kürt şair Sahel'in sürgünü olduğu kadar Bahman Ghobadi'nin de sürgünlüğüdür.), ülkeden ayrılışını, Mina'yı bulmak amacıyla yollara düşüşünü, İstanbul'a gelişini (Bahman Ghobadi de yersiz, yurtsuz ve sürgün bir şekilde İstanbul'da yaşıyor artık), yalnızlığını, acısını, umudun umutsuzluğa dönüşmesini, içini yakan yangın ile yüreğinin sesini öldürüp suskunluğa bürünmesini, kızı ile olan ilişkisini, Mina'nın eşi Sahel'in şiirlerini dövme olarak insanların bedenlerine işleyişlerini ve tüm bu yaşananlara eşlik eden Sahel'in hüzünlü dizelerini dinleyip izleriz film boyunca.
Sahel'in -dış ses olarak bir kadından duyduğumuz- her bir şiiri sözcüklerle yaratılan bir görsellik olur. Sözcükler ile görüntülerin bu olağanüstü birlikteliği Sahel'in film boyunca suskunluk içindeki yüreğinin sesidir... Konuşmasıdır... Ağıdıdır.
(Sahel'in bu suskunluğuna anlam veremeyenler oldu... Neden bir oyuncu film boyunca konuşmaz, dediler ve yazdılar... Sinemada fazla söze yer vermenin sinemanın diline zarar vereceğini söyler Siegfried Kracauer: "Konuşma, sözel ifade 'tiyatro sanatı'nın temel anlatı kalıbıdır... Derdini anlatmak için söze başvuran yönetmen görüntünün işlevini azaltır... Onu basit bir arka plan resmi haline getirir... Gerçekliği olduğu gibi aktarmak amacı olan sinemanın en temel özellliği görsel bir dil olmasıdır..."
Uzaklara gitmeden hatırlayalım şimdi Türkiye Sineması'nın başyapıtlarınadan olan Yılmaz Güney'in "Sürü" filmini... Filmde Berivan hiç konuşmaz Sahel gibi... Berivan'ın bu "susma" halini Güney o kadar güzel bize gösterir ve anlatır ki... Şivan eşi Berivan'ı derdine derman bulsun diye doktora götürür... Berivan doktorun odasında gözlerini gezdirir... Bir an durur... Duvarda asılı olan tablaya gözleri takılıp kalır... İki sır dolu "bakış"ın buluştuğu andır... Baktığı tablo beş yüz yıldır sırrı çözülemeyen tablodur... Çözülemeyen sır bu tablodaki kadının yüzündeki ifadedir... Bu tablodaki kadın Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa'sıdır... Ve Güney, Berivan'ın konuşup konuşmadığının sırrını Mona Lisa tablosu üzerinden anlatır...)
Ghobadi'nin filmlerinde gördüğümüz anavatanındaki atlar, kaplumbağalar, kediler ve şarkılar filmde imgeler olarak gelip yerleşmişler "Gergedan Mevsimi"ne. Daha önceki filmlerine göndermeler taşısa da sanki sürgün olan Ghobadi'yi yalnız bırakmak istememişler de peşinden İstanbul'a gelmişler. O olağanüstü görselliğe eşlik eden yağmur gibi yağan kaplumbağalar anavatanından uçup gelmişler gibidir... Yağmur gibi yağan -uçan- kaplumbağalardan biri işkence altındaki Sahel'in ayaklarının dibine ters düşer ve zorlukla da olsa doğrultur kendisini.
Ghobadi'nin daha önceki filmleri de göz önüne alınarak izlendiğinde "Gergedan Mevsimi" daha da anlamlı olur... Ve unutmayalım ki bir insanın -ki bu sanatçıysa- kendi ülkesinden -çok uzak olmayan İstanbul olsa bile bu- uzakta yersiz, yurtsuz ve sürgün olarak yaşaması zor. Ki filmin önemli bir sahnesinde sırt üstü uzanmış adamın (Sahel) bedenine "yalnızca sınırda olanlar topraklarını yaratırlar" sözünün Mina tarafından işlenmesi bu yersiz, yurtsuz ve sürgünlüğün zorluğuna gönderme olsa gerek.
Filmin Künyesi:
Yönetmen: Bahman Ghobadi
Senaryo: Bahman GhobadiOyuncular: Beyrouz Vossoughi (Sahel), Monica Bellucci (Mina), Yılmaz Erdoğan (Akbar Rezai), Caner Cindoruk Beren Saat, Belçim Bilgin, Ahmet Mümtaz Taylan Yapım Yılı: 2012