Hapishanelerde baharın gelişini güneş ışıklarının havalandırmaya düşmesi, havalandırmanın betonundaki çatlaklardan ayrık otlarının baş kaldırması, rüzgârın duvarların ötesinden getirdiği kokudan, eski tip hapishanedeysek şayet, plastik kutulara diktiğimiz tohumların yeşermesinden hissederdik.
2010 yılında Gebze Hapishanesi’nden Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishane’ye sürgün sevkle gönderildiğimizde hapishanenin “kampüs” dedikleri haliyle tanışmış, oralarda hayatın eski hapishanelere göre çok daha gri olduğuna tanık olmuştum.
Bir kamyonun sığacağı kocaman maltasına inat, taş çatlasa dört kişinin yan yana volta atacağı küçücük havalandırmalarıyla yeni tip hapishanelerin içinde gün boyu dolaşsanız da, dışarıyla ilişkiniz havalandırmada payınıza düşen bir avuç gökyüzünden ibarettir.
Bunun için oralarda hastane ya da mahkemeye gitmek, ringin penceresinden de olsa yaşama dokunduğunuz tek nokta oluyor.
Baharın gelişini 2011 Nisan sonlarında hastaneye götürüldüğümde aylar sonra ringin penceresinden de olsa, büyük bir zevkle seyretmiş; ringten hastanenin mahkûm koğuşuna kadar yürüdüğüm o kısacık mesafede, baharın kokusunu keyifle ciğerlerime doldurmuştum.
Koğuşa döndüğümde de koğuşdaşlarıma “bugün baharı gördüm” diyip, hapishane ile hastane yolunda gördüklerimi sevinçle anlatmıştım.
Buralarda gökyüzü somurtkan ve gri olsa da, yağmurlar bir türlü dinmek bilmese de, geçen hafta Brüksel yolunda trenin penceresinden dışarıyı seyredip, bazı ağaçların çiçeğe durması ve ağaç dallarının kahverengisi üzerinde beliren taze yeşil yaprakların tomurcuk hallerine dalıp memleketin hapishanelerini dolaştım.
Dışarıdaki ikinci baharım bu.
Aklımda Gebze Hapishanesi’ndeki arkadaşlarım, aklımda değişik hapishanelerde gri betonun soğuna mahkûm edilmiş tutsaklar, dilimde Nazım Hikmet’in “Yarım Kalmış Bir Bahar Yazısı” şiirinin son dizeleri...
“Bahar geldi bahar geldi bahar
bahar geldi ulan!
Tomurcuklandı içimde kan!”
Rayların üzerinde hızla kayan trenin makas değiştirirken yarattığı sarsıntıyla kendime geldim.
Elimdeki A5 boyutundaki ak zarfı açtım.
İçinden üç adet yazı ve ayrı ayrı zarflara konulmuş mektuplar çıktı.
Uzun yıllar aynı koğuşu paylaştığım Gülizar Erman, mapusluğumun son aylarını birlikte geçirdiğim can dostum Gülazer Akın, Aslı Doğan, Nurcan Bakır, Şadiye Manap, Rojovalı Hacer Yusuf, Gönül Erdoğan, Şerife İlbasan, Zeynep Taşgir ve Edirne F Tipi’nden hapishanede çeyrek yüzyılını geride bırakan Mehmet Çiftçi’den gelen mektuplara dokundum.
Sonra trenin raylar üzerinde çıkardığı ritmik ses eşliğinde sırayla mektupları okudum.
Renkli kâğıtlardan özenerek hazırladığı mektubunda Çiftçi demiş ki:
“...Uzak diyarlarda da olsa, insanın dostlarını hatırlaması önemli. Bilirsin mapusluk hallerini ve gidenlerin geriye nasıl baktıklarını. Neyse ben ve Tuncay iyiyiz...”
Gülizar mapus günlerimizden sözetmiş bolca ve her satırında özlemlerini dile getirmiş.
Gülazer dışarıda yaşananları içeriden izlemenin zorluğunu yazmış.
Şilan her zamanki gibi sıcak ve içten.
***
Kısacası her bir mektup ayrı bir dünya ve dokunur dokunmaz beni de içine alıyor, bir sevgi yumağıyla sarıp sarmalıyor!
Arada bir kafamı kaldırıp, bu bakışlar da senin için diye içimden geçirip, dışarıda tomurcuklanmış, çiçek açmış ağaçlara, gözalabildiğine uzanan yemyeşil çimenlere bakıyorum.
Baharın bütün güzelliğiyle başını uzattığı bir zamanda onların betonun ve demirin griliğine hapsedilmiş olmasının üzüntüsüne öfkemi katıyorum.
Her bir mektuba yüklenmiş özlem, sevgi ve direnci yüreğime dolduruyorum.
Memleketteki savaş halinin tutsaklar üzerindeki etkileri üzerine okuduğum satırlara takılıyor gözlerim.
Her şeye rağmen, sürmekte olan savaşa karşı bir şeyler yapmak için çırpınışları umutlarımı büyütüyor.
Trenden iner inmez, arkadaşlarıma göndermek için rastladığım ilk çiçek açmış ağacın fotoğrafını çekiyorum.
Hızla istasyonu ardımda bırakırken, kulaklarımda Nazım ustanın dizeleri, mapus arkadaşlarıma sesleniyorum.
“Bahar geldi bahar geldi bahar
bahar geldi ulan!
Tomurcuklandı içimde kan!”
***
Sevgili Barış’ı tahliyemin ertesi günü bianet’te tanımıştım.
Geçen hafta Cuma günü bianet haberlerine bakarken hayatını kaybettiğini öğrendim.
Bir süre Barış’ın haberdeki gülümseyen fotoğrafına takılıp kaldım.
“Üstü Kalsın” şiirinde Cemal Süreya “Her ölüm erken ölümdür” der ya.
Arkadaşımız Barış Mumyakmaz’ın gidişi de hakikaten çok erken!
Böyle zamanlarda kelimeler, cümleler hükmünü yitirse de; sevgili Barış’ın ailesine, sevenlerine ve bianet emekçilerine metanet diliyorum.
Hepimizin başı sağolsun.
Işıklar içinde uyusun sevgili Barış, yıldızlar yoldaşı olsun… (FE/HK)