Punk müziğin, hatta "müziğin" yeri doldurulamaz, benzersiz duraklarındandır, Joy Division. Dinleyenler bilir. Punk'ın kendine has "yüksek karakteri"ni inşa eden, post-punk döneme bu müzikal şımarıklığı, karanlığı, bilgeliği artık olmayan bir grup olarak taşıyan da Joy Division.
Herşey bu kadar "güzellik" üzerine kurulu değil tabii, "joy division" Nazilerin kamplardaki genç kadınların kaldığı ve subayların kadınları seks işçisine dönüştürdüğü bölüme verilen ad.
Control, Joy Division'un solisti Ian Curtis'in biyografisi niteliğinde bir film. Filmekimi'nin en çarpıcı filmlerinden. Cannes Film Festivali'nde mansyion ödülü aldı. Curtis'in karısı Deborah Curtis'in "Touching From a Distance" adlı kitabından uyarlanan filmin yönetmeni Anton Corbijn, Curtis'i Same Riley, Deborah'yı Samanta Moerton oynuyor.
Nathalie Curtis, hatırlamadığı babası Ian Curtis'in yaşamının çekildiği filmin setinde nasıl hissettiğini The Guardian'a anlatmış....
Acaba bir çocuk için babasının yaşamını ve ölümünü sette izlemek nasıl olmuş?
"Üç yaşımdayken annem; babam Ian Curtis'in ben henüz bir yaşındayken öldüğünü ve bir şarkıcı olduğunu anlatmıştı. Şarkıcı bir babamın olması bana, tüccar bir amcamın olması kadar normal geldi. "Love Will Tear Us Apart"ı radyoda dinlediğimi hatırlıyorum ve bir biçimde tanındığını anlamıştım, ama onu asla bir şöhret olarak düşünmedim. Büyüyordum, ne ben ne de annem öyle göz önünde değildik. Joy Division da çok popüler değildi, daha çok kült bir gruptu.
Bütün müzikler Joy Division'ın düzeyinde sanmıştım...
"Closer" albümlerini ilk dinlediğimde babamların yaptığı müziğin bu dünyanın dışından birşey olduğunu düşündüm. Ve dünyada bütün müzikler o entelektüel düzeyde yapılıyor sandım. Sonra biraz daha büyüdüm ve herşeyin babamın müziği kadar olağanüstü olmadığını keşfetmekle bir sarsıntı yaşadım."
Başlangıçta Control'ün setine gittiğimde bezgindim, fotoğrafçı Anton Corbjin babamın hayatını filme alırken sette olmayı istemiyordum. Annemin hatırı için gittim. Macclesfield'da çekim başladığında gitme fırsatını teptim. Macclesfield sarhoş, taze , inişli çıkışlı olduğumda gittiğim bir yerdi, kendi iniş çıkış anılarımı babamın intiharıyla sona erecek bir filmle bağdaştırmak istemedim. Sonra azar azar merakım arttı, "fotoğraf"la da ilgileniyordum zaten, artık filme daha yakın hissediyordum kendimi. O bakışın süreci ve bitişini kolaylaştıracağını hissettim.
2006 Ocak'ta filmin çekildiği Nottingham'a gittim. Sınırdaydım. Çok tuhaf hissettim. Ailemin partilerini yeniden yaratmak için 70'ler havasını taşıyan bir bungalov yapmışlardı. Tabii ne kadar gerçekçiydi bilmiyorum. O zamanlar daha doğmamıştım. Önce babamı oynayan Sam Riley'le tanıştım. 70'lerdeki Ian saç kesimiyle gerçekten çok tatlı görünüyordu. Hepimizin hayat ettiği Ian Curtis gibi değildi. Sakar hissetti önce biraz, ben öyle sandım. Sonra onunla gizlice sigara içtim. Ian'ın 'eğer sigara içmiyorsan benim çetemde olamazsın' dediği sahnesini gördüğümde, çok yardımcı olamadım ama biraz kikirdemesini sağladım.
Annem o kadar korkunç kıyafetler mi giyiyordu...
Sahne aralarında annemi oynayan Samanta Moerton'la tanıştırıldım. Sonra o gece karanlık "trendy" bir klübe davet edildik, oradan sonra Samanta'nın nişanlısıyla yaşadığı daireye gittik. Ellerimi tuttu, küçükken annemin yaptığı gibi. Oyuncular beni setin bebeği gibi gördü herhalde, tanıştığımızda "Debbie" peruğu yoktu ama sonra sabaha kadar rolü ve notları üzerine konuştuk.
Sanırım bu notlar da annemin kitabından. Onunda benim yaşlarımda bir kızı vardı. Annemin 1980'lerde dinlediği David Bowie, ve Durutti Column's Sketch For Summer'lardan oluşan bir playlisti vardı.
Film çekilmeden önce her gün Samantha havaya girmek için müzik dinliyordu. Onunla zaman geçrimek beni rahatlattı. Tam olarak annem gibi görünmese de iyi bir iş çıkaracağına emindim. O ve Sam daha büyük görünmelerine rağmen annem ve babamın 20'li yaşlardaki hallerini oynuyorlardı. Annem daha salaştı filmde. Bu kadar korkunç kıyafeftler giydiğini düşünemezdim.
Nothingm pub'da müzik kaydı sahneleri çekilirken epeyi tuhaf hissettim. Orası Joy Division'un Manchester Rasfters'da çaldığı günleri canlandıran sahneler çekildi.
Grubun siyah beyaz fotoğraflarına bakarak büyüdüm o siyah beyaz fotoğrafların cazibesi fotoğrafçı olmamı sağladı. Ama birden önümde renkli üç boyutluydular. Davulcu Steve Morris'i oynayan Harry Treadaway eskiden gitar çalıyordu. Diğerleri daha önce hiçbir enstrüman çalmamış. Ama çok çalıştılar ve herşeyin yolunda olmasını sağladılar.
Harry beni öğle yemeğine götürdü ve Macc aksanını bir bisiklet dükanındaki konuşmaları kaydedip dinleyerek mükemmeleştirdi. Joy Division olmaya girişmek de şaka yollu gerçek bir grupa dönüşecekti neredeyse. Herkes herkesi canlandırdığı karakterin ismiyle çağırıyordu: Barney, Steve, Ian and Hooky.
Kolay değildi babamın herşeyle başetmesi...
Babama 1979'da epilepsi teşhisi konmuştu. Babam ruh hali bozukluğu ve depresyondan da mustaripti. Şimdi öyle değil ama 70'lerin sonunda bunların üçü birden insana nasıl bir ağırlık yüklüyor, tanrı bilir. Bunun tedavisine de yan etkiler yükleri vardı. Sanki epilespi ve tedavi bir arada depresyonu alevlendirmiş gibiydi. Bununla başetmenin bir yolu da yoktu.
İnsanlar durmadan 'Neden kendini öldürdü?' diye soruyorlar. Bana çok açık görünüyor: Depresifti. Gitarist Bernard Sumner bana babamın sahneye çıkmadan içtiğini söyledi o da sahnedeki performansını açıklıyor çünkü alkol nöbeti tetikliyodu. Nöbet ışıkla da uyku eksikliğ ve stresle de tetiklenebiliyor. Ian'ın yaşam biçimi ve evliliğe uyum sağlayamaması da gerilimi artırmış olmalı.
Babam intihar ettiği için ona kızgın değilim
Asla babam intihar ettiği için ona kızgın hissetmedim kendimi. Ya da herşey filme aktardıldı diye duygusallaşmadım da çünkü işkence çekmemiştim.
Sette çok güldük annem grubun hep böyle haylaz ve eğlenceli olduğunu anlattı bana. Joy Division asla benden uzağa gidecek birşey değil.
Bitiş partisinde bana gerçek bir grup gibi görünen aktörleri izlemek ilginçti, birden karakterilerine dönmüşlerdi. Bebek sahnesinde bozguna uğradım. herkes sevinç içindeydi 'Bak bu sensin' dediler. O gece daha çok içtim tabii. Filmin bittiğini izlemek de zordu. Ama neticede sadece bir filmdi. (NZ)
* Bu yazıyı Nilüfer Zengin The Guardian'ın 22 Eylül tarihli sayısından çevirdi ve derledi.