Mahpushanede beton duvarları, nota tellerini, demir parmaklıkları açmak, anılar denizinde kulaç atıp; geleceğe dair uslanmaz düşler kurmak sık yapılan işlerden biridir.
Bazen hiç olmadık bir anda gazete sayfasındaki bir haber, bir fotoğraf... Bazen anısı sizde saklı küçük bir eşya; bir şarkının/türkünün dizeleri...
Bazen beyaz camda koğuşun yemekhanesine dolaşan görüntüler... Bazen de kulağımıza ulaşan bir ses dalgasıyla terk-i diyar eylersiniz!
Zindancı mantığın / kuralların dokunmaya gücünün yetmediği, elinizden almadığı bir eylem biçimidir bu!
Havalandırma denilen bu kuyuda, elimde radyom, her zamanki noktada sabitledim kendimi. Haber vakti! Yaygın medyanın görmediği, çoğunlukla da görmek istemediği haberlerin peşindeyim.
Bir cumartesi oturma eylemini anlatıyor muhabir. Kulağım haberde, aklım yıllar öncesinde; ilk Cumartesi eylemlerinin başladığı günlerde...
Ellerinde sevgiyle kuşattıkları fotoğraflarla Cumartesi annelerini çocuklarını, insanlarını düşünüyorum. On beş yıldan beri kimlere ev sahipliği yapmadı ki bu meydan?!
Hanım Tosun'un, Birsen Gülünay'ın çocukları, Gülbahar ve kim bilir daha kaç çocuk bu meydanlarda da büyüdüler?!
Bir Cumartesi gününde havalandırmada konuk ediyorum Cumartesi eylemcilerini... Ellerindeki fotoğrafları alıp, özenle asıyorum havalandırmanın duvarlarına.
Her bir fotoğrafın yerini soran yargılayan birer çift göz alıyor! Haber devam ediyor..."17 yıl sonra"... "ilk kez" diyor muhabir.
Cumartesi eylemine katılan Şehriban Tepeli'nin konuşmasından bölümler aktarıyor... O anda havalandırmadaki konuklarımı, haberleri, beton duvarları, tel örgüleri...
Oracıkta bırakıp, uzun bir yolculuğa çıktı. Ardımda kilometreler... Ardımda yıllar... Ve ben anılarımda silinmez bir an'la baş başayım... Dokunuyorum tıpkı yıllar önceki gibi bir kez daha kanıyor yüreğim...
Şirin mi şirin bir konuğum var... Kabına sığmaz bir heyecanla, el kol hareketleri eşliğinde durup-dinlenmeksizin bir şeyler anlatıyor.
Kurduğu bütün cümlelerin sonu "annem ne zaman gelecek" sorusuyla bağlıyor hep! Omuzlarına dökülen parlak, kömür karası tonunda, iri dalgalı gür saçları, kocaman gözleriyle; çıktığı bu uzun yolculuğun tedirginliğini sesindeki o titreşimle ele veriyordu.
Her defasında, bıkmadan annesine kavuşacağı günü tekrar ettim. Çocuk bu! Daha 4-5 yaşlarında!.. İlk kez ayrılmış annesinden!
Yine de bir çocuğun sahip olamayacağı olgunlukta karşılamıştı bu ayrılığı. Onu bu kadar olgun kılan şeyin, birkaç günlük ayrılığın sonunda vaat edilen mükâfata olduğunu annesi geldiğinde anlayacaktım.
Solmaz'a hiç hatırlamadığı, ama hep eksikliğini duyduğu babasına bu yolculuğun sonunda kavuşacağı söylenmiş.
Bebekliği aşıp, sorular sormaya, çevresini algılamaya başladığında; etrafındaki bütün çocukların bir babası olduğunun ayrımına varmış!
Her "babam nerdesin" sorusu; "Arabistan'da çalışıyor Para kazanacak ve sonra istediğin bütün oyuncakları getirecek" diye yanıtlanmış. Uzun süren sorular da yanıtlar da değişmemiş...
Ta ki bir gün Şehriban kızını karşısına alıp; birkaç günlüğüne ayrılacaklarını, bir süre içerisinde çok uslu durması gerektiğini, buluştukların artık babasının da onlarla birlikte yaşayacağını söyleyinceye kadar!..
Küçük misafirim, tatlı şirinem bu sevinç ve hevesle çıkmış yolculuğa... bir kaç gün annesinden ayrılmanın korkusunu, mutsuzluğunu yaşasa da bu uzun yolculuğun sonundaki mükafat çocuk yüreğinde büyük sevinçler yaratmasına fazlasıyla yetmişti!
...sevgilim ve arkadaşlarımla bu küçük misafirimizle ne kadar ilgilenirsek ilgilenelim; iki günlük bekleyiş Şirineme çok uzun gelmişti.
Nihayet o gün geldiğinde; anne ile kızının buluşması, kucaklaşmaları... O tombul elleriyle annesini okşayıp, kollarını annesinin boynuna dolaması...
Yanağına kocaman öpücükler kondurması... Nazım'ın Abidin Dino'ya "sen mutluluğun resmini çizebilir misin? Abidin" diye seslenişinin canlı haliydi... Bu sevgi yumağında bu neşeli ortamda, ancak bilenler anlayabilirdi Şehriban'ın yaşadığı sıkıntıyı...
Evet! Solmaz çıktığı bu uzun yolculukta, bir çocuk bedeninin yetişkin bireyin olgunluğunu sığdırmıştı!
Şehriban'da, Solmaz'la birlikte sürekli gözaltına alınma doksan günlük işkenceli sorgulardan geçme tehlikesini ardında bırakmıştı!
Yalnız Şehriban'ı başka bir zorluk bekliyordu! Solmaz'a verdiği sözü yerine getirmesi mümkün değildi.
Maksut'un gözaltına alınarak işkencede katledilmesinin üzerinde iki yıl geçmişti. Üstelik nereye hangi kimsesizler mezarlığına gömdüklerine dair hiç bir bilgiye de sahip değildi.
Yıllarca bu sorunun yanıtını bulmak için uğraşması gerekecekti... Ve hala o yanıtı arıyor Şehriban! Şimdi Solmaz'a ne diyecekti?! Onu neyle avutacaktı?!
Solmaz'ın bitmek tükenmek bilmeyen "babam nerede" sorusunu nasıl yanıtlayacaktı?! Çocuk yüreği bir baba ihtiyacı duyduğundan beri bu "an"ı beklemişti! "Yeni" hayatlarını bir kez daha mı yalanlar üzerine inşa edeceklerdi?!
Solmaz'ın değişmeyen sorusuna muhatap olması için Şehriban'ın çok beklemesi gerekmemişti. Evin en sakin bölümü olduğundan, biraz dinlensinler diye yatak odamızı vermiştim onlara...
Yatağın üzerinde yaşadıkları gerilimli ayrılığın ardından sevgi yumağı olmuş anne kızı keyifle seyre dalmıştım. Karşılıklı sorular sorup, ayrı geçirdikleri günlerini paylaşıyorlardı.
Kavuşmanın heyecanı ve coşkusu birkaç saat sonra kendini hayatın normal akışına bıraktığında; o kahredici soru bir kez daha Solmaz'ın dudaklarından dökülüverdi...
Şehriban bana dönüp "gerçeği söyleyeceğim " dediğinde; ilk tepkim "hayır" demek olmuştu...
Şehriban "artık yalan söylemekten bıktım, yoruldum, ne zamana kadar kızımı kandıracağım" dediğinde; ona ikna edici bir yanıt verememenin çaresizliğiyle bakakalmıştım...
Şehriban Solmaz'a babasının gelemeyeceğini, gelemeyeceğini; Maksut'un öldüğünü söylediğinde dona kalmıştı... O yaşlardaki bir çocuğun ölüme dair bilgisi ne olabilirdi ki?!
Kara gözlerini açıp "keşke babamın yerine ben ölseydim!" dediğinde, gözlerinden sicim gibi boşalan gözyaşlarına kattık öfkemizi, hüznümüzü, gözyaşlarımızı... Solmaz yorgunluktan bitkin düşüp uyuyuncaya kadar ağladı, ağladık!..
Ertesi ve daha ertesi günlerde Solmaz bir daha "babam ne zaman gelecek" sorusunu dillendirmedi.
Sadece sokakta karşılaştığı her erkek arkadaşı kendilerine misafirliğe gitmesi için zorladı... Ellerinden tutarak çekiştirip durdu yıllarca... Sanırım baba özlemini çocuk aklıyla/ yüreğiyle böyle gidermeye çalıştı.
Şimdilerde mi? Kara gözlü şirinem, Diren Solmaz 29 yaşında genç bir kadın. Hukuk okuyor. Kim bilir?!
Belki de kendine bile itiraf edemediği yüreğinin çok derinliklerindeki bir duyguyla hukuk okumaya karar vermiştir.
Daha üç yaşındayken onu babasız yaşamaya mahkûm eden, babasını işkencede katlederek kimsesiz mezarlığına gömen katillerle hesaplaşmak içindir bu tercihi...
Kandıra 2 Nolu T Tipi cezaevi
5Mart 2011 FE/EÖ)