Haberin Kürtçesi / İngilizcesi için tıklayın
İlk defa baba olacağı haberi alan her erkek mükemmel baba olmayı, kendi babasına benzememeyi illa ki düşünmüştür. Ama günün sonunda, hayatın olağan akışı içerisinde bir yerlerde, siz farkına bile varmadan bu düşünce zedeleniyor ve insan mükemmel babalıktan olağan babalığa sürükleniyor.
Peki niye?
Dört yıllık bir babalık deneyimi sonrasında bu soruyu cevaplayabilirim sanırım...
Eşim gelip, baba olacağımı söylediği zaman herkes gibi ben de tatlı ve heyecanlı bir belirsizlik tünelinden girdim içeri. Ön hazırlık sürecinde çevremden aldığım tepkilerden anladım ki babalık, kültürel olarak erkeklik mitinin en muteber aşamasıymış. Ama bu aşamaya geçmek için birtakım şartları yerine getirmeniz gerekiyormuş.
“Artık baba oluyorsun” diye gelen tebrikler de aslında bu şartları hatırlatan uyarılarmış. Bildiğin hayatı bir gözden geçir, varsa aşırılığın törpüle, tutkulu alışkanlıklarından vazgeçmeye hazırlan türü alt metinleri olan tebrikli uyarılar, siz tatlı bir telaş yaşarken ve “mükemmel baba olacağım” diye hayal kurarken, sizi olağan babalığa hazırlayan, bilinçaltınıza yönelik bir dizi mesaj...
Mesaj içerikli tebriklerini dile getiren hemcinslerim aslında bilmeden de olsa görevlerini yapıyordu. Ama (birkaç arkadaşımı tenzih ediyorum) özellikle deneyim paylaşma konusunda bir ketumluk vardı.
İşin tuhaflığı; hayat hakkında her türlü akıl vermeyi seven erkeklerin, söz babalıktan açılınca “Seni uykusuz geceler bekliyor” türünden ifadelerle babalık sürecini kötülemeleriydi. Aslında bu bir şeye işaret ediyordu: Babalık bir görevdi.
Çocuk yaparsın, onun sorumluluğunu alırsın, ihtiyaçlarını karşılarsın, birlikte vakit geçirirsin, onun için fedakârlık yaparsın, ele güne muhtaç etmezsin… Sonra o büyür. Sen de görevini yerine getirmiş olursun.
İşte o zaman Yeşilçam filmlerinde izlediğimiz baba-oğul yüzleşme sahnelerindeki o klişe diyalogları hatırlamıştım:
Oğul: Sen ne yaptın benim için baba?
Baba: Neyini eksik ettim senin, okuttum, büyüttüm.
Oğul: Param vardı cebimde belki ama sen bana sevgini göstermedin.
Babalığa dair bu keşfim aslında bu topraklarda babaların çocuklarını sevseler bile neden onlarla hakiki bir ilişki kuramadıklarını anlamamı da sağladı.
Oysa babalık bir görev değil, çocuğunla kurduğun ilişkinin adıydı... Bunu erken fark ettiğim için şanslıydım. Doğum öncesi eşimle gittiğim doğal doğuma hazırlık eğitiminin (yalan yok, gitmeden önce biraz küçümsemiş ama bir arkadaşımın ısrarını görünce bu yaklaşımımdan vazgeçmiştim) çok faydasını gördüm.
Doğum süreciyle ilgili çoğumuzun ezberlerinin yanlış olduğunu orada öğrendiğim. Babalığın bir görev olmadığı, ilişkinin adı olduğunu da o kursta iyice fark ettim.
Ali Güney doğduğu zaman da bu bilinçle onunla eşitlik temelli bir babalık ilişkisi kurmaya başladım. Hatta bu süreçte annemin söylediği bir sözü de kendime şiar edindim: “Oğlum çocuktur bu yaramazlık yapar, sözünü dinlemez, şımarır hepsi normal. Ama sen ne olursa olsun ona karşı daima merhametli ol.”
Her şey yolundaydı. Ali Güney ile ilişkimiz gayet iyiydi. Bebeğin çocuğa evrilmesi zorlu bir süreçti ama keyifliydi aynı zamanda. Çocuk odaklı bir ebeveyn olmadığımız, onu kendi hayat biçimimize dahil etmeyi başardığımız için ailecek mutluyduk da.
Tabii olağan baba olmak istemediğiniz zaman olmadık şeyler de başınıza gelebiliyor. Mesela Ali Güney bir yaşındayken bir AVM’de başımıza gelen bir olaya hâlâ gülerim.
Baba-oğul yolumuz, biraz da mecburiyetten bir AVM’ye düştü. Baktım bezinin değişmesi gerekiyor, bebek odasının yolunu tuttum. O da ne, bu odaya babalar giremiyor...
Bir annenin uyarısıyla şaştım kaldım. Çünkü bebek odası aynı zamanda emzirme odasıymış... AVM’nin yetkileriyle konuşup bir çözüm üretmenin peşine düştüm.
Ama ilk an onlar da şaşkın, bir babanın tek başına bebeğiyle AVM’ye gelip onun ihtiyaçlarını karşılayabileceğini düşünmemişler. Bebek odalarını anne mahremiyetine göre tasarlamışlar.
Al sana olağan babalığa biçilen rolün mimaride ve tasarımdaki yansımaları. Erkekler tuvaletine gittik, yanımızda AVM yetkilisiyle. “Beyler arkadaş oğlunun altını değiştirecek biraz yardımcı olalım” ricasına abartılı reaksiyon gösterildi.
Herkes yardım etmek istiyor ama sonuçta tek kişinin bir, iki dakikada çok rahat yapacağı bir operasyon, bez değiştirme. Ama o arkadaşlar yardım edecek illa ki... Operasyonda onlara da görev vererek bezi değiştirdik, büyük bir sevinçle lavabodan çıktık!
Bu ve benzeri olayları yaşadıkça, olağan babalıktan oldukça uzak düştüğümü görüp keyiflenmedim desem yalan olur. Kendi kendime “Eee çok da zor değilmiş babalık” diyordum. Keşke kendimi bu kadar erken pohpohlamasaydım!
Günler, yıllar geçtikçe işler değişmeye başladı. Ali Güney üç yaşını geçince, yaşına uygun olarak yer yer ‘şımarmaya’, mızmızlanmaya başladı... Ayrıca anne-babaya artık bir bebek kadar muhtaç değildi. Sözlü iletişim aşamasına da geçmiştik.
Onunla bebekliğinden itibaren eşitlik temelli bir ilişki kurmuştum. Malum, iktidar olgusunu devreden çıkaran bu tür ilişkilerde işler bir noktadan sonra zorlayıcı olabiliyor.
Çünkü tarafların birbirini dönüştürme potansiyeli vardır. Siz o dönüşüme hazır mısınız? Hazır olduğumu düşünüyordum ama meğer beklediğimden fazla bir dönüşüm geçirmem gerekiyormuş. Dönüşüm geçirmekten ziyade, onunla birlikte gelişmem de gerektiğini gördüm. Kabullendim durumu.
Fakat hayatın damarına işlemiş erkeklik miti, sinsice köşede beni bekliyormuş meğer. Onu fark edemedim. Çocuk büyüdükçe sözlü iletişimin gücü devreye giriyor. Senin sözüne karşılık onun sözü... Çatışmalar, gerilimler doğal olarak artıyor.
O noktada galiba Ali Güney ile ilişkimizin seyri değişti. Eşitlik temelli kurduğum ilişkinin içinde iktidar olgusu beliriverdi. Kuralları koyan taraf olmaya, ona keskin olmasa da sınırlar çizmeye başladığımı fark ettim.
Süreç beni otoriter babaya doğru sürüklüyordu. Hani otoriter baba dediysem aklınıza yanlış şeyler gelmesin. En iyisi bir örnekle açıklayayım: Mesela sabah okula gidecek, erken kalkıp onu hazırlamam lazım.
Fakat o bir çocuk, güne okula gitme motivasyonu ile başlamıyor. Oyuncaklarının başına çöküyor. Bense onu hazırlarken sürekli hızlı hareket etmesini bekliyorum. (Oysa yetişkinlerin zaman ritmiyle çocuklarınki aynı olmuyor ki, bunu sonradan anlayacaktım.) Bu bir gerilim yaratıyor ve işte o gerilim sizin kural koyucu olmanıza neden oluyor. İşte ince çizgiler böyle böyle aşılıyor…
Eşimin birkaç uyarısıyla kendime geldim. İstemediğim türden bir baba olmanın kapısını aralamışım. Girsem o kapıdan dönüşü yok. Önce kabullenmek istemedim böyle bir kapıyı araladığımı.
Ama kabullendim.
Bu kabullenişin zor olduğunu da söylemem gerek. Çünkü kendi kendinize öne süreceğiniz her argümanın hayatta bir karşılığı var. Kötü baba mıyım, hayır. Onun için fedakârlık yapmıyor muyum, yapıyorum. Birlikte güzel vakit geçirmiyor muyuz, geçiriyoruz. Fakat bunlar zaten görev duygusuyla yapılan, alışılageldik olağan babalığın argümanları değil miydi?
Yani tekrar en başa dönmüştüm.
Erkeklik miti sinsice köşede beni bekliyormuş demem de bu yüzden işte. O mit sürekli kendini yeniden ürettiği gibi gördüğü en ufak boşluktan içinize sızabiliyor. Ayrıca bir kısır döngü sürecine girmenize neden oluyor. O döngüyü kırmaksa zor. Bu da erkeklerin neden mükemmel babalıktan olağan babalığa savrulduğunu açıklıyor.
Böylesi bir bocalama yaşarken aslında babalıkla, erkeklikle ilgili türlü türlü sorunların kaynağının yanı başında olduğumu da gördüm.
Babalık yaparken, “birlikte büyüteceğiz” diyerek hayata getirdiğiniz çocukla duygusal düzeyde ilgilenmeyi çaktırmadan annenin üzerine yıkabilirsiniz.
Çocuğun tüm olağanlığıyla kendini ifade etmesini örseleyebilirsiniz. Erkek çocuğun babayı rol modeli olarak gördüğü ön kabulüyle içinden çıkamadığınız ama çıkar gibi yaptığınız sorunlu bir kişiliğin yeniden üretilmesini sağlayabilirsiniz.
Bunların hepsi ileride işte o türlü türlü sorunların kaynağı olabilir.
Mesela sizin çocuğunuza yaklaşımınız onun insanlarla kurduğu ilişkiyi, toplumsal rollerini üstlenirken vereceği her türlü kararı etkileyebilir. Bu noktada anladım ki babalık ciddi bir sınav aynı zamanda. Bir turnusol kağıdı gibi, o güne kadar hayatta edindiğiniz ve biriktirdiğiniz, özümsediğiniz tüm değer ve ilkelerle ilgili bir sınavdan geçiyorsunuz.
Teoride zehir gibi olabilirsiniz de ya pratikte?
İşte çocuğunuzla olan ilişkinizde bunun cevabını alıyorsunuz. Açıkçası ben aldım cevabımı. Pratikte bütünlemeye kalmıştım. Ali Güney’in bir gün bana “Bana kızdığın zaman yanımdan uzaklaş, sakinleşince yanıma gelebilirsin” sözü de (bunu söylerken dört yaşındaydı) milat oldu benim için. Sonrasında yeniden eşitlik temelli bir ilişki içindeyiz.
Düzeliyor her şey.
Şimdi kız babası olmaya hazırlanıyorum.
Bakalım beni nasıl bir süreç bekliyor?
Onu da yaşayıp göreceğim… (OÖ/ŞA/APA)
Görseller: Kemal Gökhan Gürses