Geçen yaz Yapı Kredi Yayınları’nın Cogito serisinden çıkan “cinsiyetli olmak/ sosyal bilimlere feminist bakışlar” isimli kitap, Zeynep Direk tarafından derlendi. 2005 yılının bahar aylarında YKY de düzenlenen bir dizi feminist etkinlikte sunulan; felsefe, psikanaliz ve edebiyat alanlarına feminist bir yaklaşımla bakan akademisyen ve araştırmacıların makaleleri, toplumsal cinsiyet/ feminizm ekseninde toparlanmış. Yazıların odak noktası; aile içi şiddet, militarizm ve Türkiye’deki feminizm algısı üzerine. Kitapta yazıları yer alanlar arasında Bella Habip, Pınar Selek, Hülya Durudoğan ve İpek Merçil de var.
Annesinin kızı-babasının kızı ve anadili
Kitabın en dikkat çekici makalelerinden biri, Nilüfer Güngörmüş Erdem’in kaleme aldığı “Sanatçının ‘Annesinin Kızı Olarak’ Portresi” başlıklı yazı. Türkçe edebiyatın farklı kalemi Sevim Burak hakkında yazılan bu çarpıcı makale; yazarın edebiyatına ışık tutarken, hayatına dair sırları da gün yüzüne çıkarıyor. Kadın, psikanaliz ve edebiyat incelemesi örneği olarak yazılan “Sanatçının ‘Annesinin Kızı Olarak’ Portresi” makalesinde Erdem, Sevim Burak’ın yazarlığının kaynağı olarak babasını göstermesinin perde arkasını aralıyor ve sanatçının annesiyle olan gizil ilişkisinin onun edebiyatının temeli olan dilini nasıl oluşturduğunu anlatıyor.
Sevim Burak Türkçe edebiyat içinde çarpıcı bir figür. Genç yaşta kaybettiğimiz yazarın babası, ailesinde kaptan paşaların olduğu varlıklı bir Osmanlı soylusudur. Annesi ise, babasının ailesinin muhalefetine rağmen evlendiği Yahudi bir ailenin kızıdır. Yazar, çok sonra Müslüman olan annesinin kimliğinden dolayı acı çeker çocukluğunda Erdem’in yazdıklarına göre. İlerde dilini ve edebi kimliğini belirleyecek olan bu hüzünlü çocuklukta Sevim Burak, babaanne evinin korunaklı yaşantısından uzakta, annesiyle bolca vakit geçirir. Çünkü, ilk çocuğunu büyütmesine izin verilmeyen annesinin, babaannesine cevaben doğurduğu bir kızdır. Annenin kendine sakladığı, kendi dili ve kültürüyle yetiştirmek istediği bir küçük kızdır Sevim Burak.
Annesiyle babaanne köşkünden uzakta geçirilen tatiller, Burak’ı büyüyüp yazar olduğunda, kendisini tanımladığı "babasının kızı" tabirinden de kurtaracaktır. Her ne kadar çocukken annesinin dilini öğrenmeyi kesinlikle reddetse de, edebiyatının esasını oluşturan azınlıklar ve kadınlar; onun reddettiği anne dilinin gelişerek gizil bir dil olarak, edebiyatın ve yazının kendi diline dönüşmüş halidir. Burak’ın annesiyle çetrefil ilişkisi, toplumsal hayatta belirlenen cinsiyetin dışına çıkmasına ve "babasının cinsiyetli kızı" yerine "annesinin kadın yazarı"na dönüşmesine olanak verecek yazı hayatına girmesine sebep olur. Sevim Burak’ın kendini “babasının kızı” olarak kamusal alanda takdim etmesi, simgesel alana geçişini sağlarken; toplumsal cinsiyetini de onaylar. Ancak sonradan tanımak istediği, Erdem’e göre entelektüel ilgisi sebebiyle eğildiği, Yahudi kültürü; edebiyatının üç ana belirleyicisini oluşturur: Tevrat, Kafka ve Dostoyevski. Çocukken muhakkak hissettiği, bir dönem yasaklı annenin kültürü ona, sırlarla dolu edebiyat dünyasının kapılarını açar.
Edebiyatı tercih etmek
Nilüfer Erdem makalesinde, anne ve babanın dilinin çok keskin bir biçimde ayrılamayacağını da ifade ederek; Sevim Burak’ın "annesinin kızı" olarak dilsel bir portresini çiziyor. Bence de, Sevim Burak’ın farklı yaşamında, ona kamusal alanda ebedi yerini sağlayan avangard çıkışı, "babasının cinsiyetli kızı" ifadesi yerine; "annesinin yazar kızı" olarak yaratıcılığı, yani edebiyatı tercih etmesidir. Yanık Saraylar, Afrika Dansı, Sahibinin Sesi ve Ford Mach I isimli kitaplar; bir kadın yazarın, "annesinin kadın yazarı"nın; "babasının kızı" kimliğini kırarak ve tüm zorluklara rağmen, kendini sıra dışı bir yazar olarak ifadesidir. (YK/TK)
* Zeynep Direk (Derleyen), “cinsiyetli olmak, sosyal bilimlere feminist bakışlar”, YKY: İstanbul: 2007.