Fatma elinde üzerinde iki tane çizgi bulunan gebelik testleriyle kaşıma çıkıp gülümsediğinde bir an ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Neyse ki, ikimizin de hayatını tamamen değiştirecek bu haberi vermeden önce koltuğa oturmamı söylemişti de, heyecandan sendeleyip üzerine kapaklanmaktan kurtuldum. Sonra onu kucaklayıp havada çevirdiğimi hatırlıyorum ama o heyecan hissi, sonraki yedi ay boyunca benden hiç ayrılmadı.
Hamilelik, ya da insanın çocuğunun olması aynı evlilik, askere gitmek, ÖSS'ye girmek gibi –hatta daha da fazla- kamuya mal olmuş bir durum olarak kabul ediliyor nedense. Futbol ya da siyaset gibi, bu konuda da herkes aleni olarak sizinle ilgili yorum yapma ve üzerinizde tasarrufta bulunma hakkını kendinde görüyor. Başbakanın bile kime ne kadar çocuk yapacağını söyleme cüretini gösterdiği düşünülürse, yılladır görmediğiniz uzak akrabaların, taksicinin, mahalle bakkalının ya da alışveriş yaptığınız mağazanın tezgahtarının da hayatınıza burnunu sokmaktan geri durmaması anlaşılabilir belki de.
Fatma'nın karnı her geçen gün büyürken ve dolayısıyla bu müdahalelerden kaçmak onun için gitgide zorlaşırken, ben de, farklı bir şekilde karşıma çıksa da, bu yeni duruma ayak uydurmayı öğrendim tabii. Hamilelik, kadınla erkek arasındaki biyolojik farkın altını kimsenin gözünden kaçmayacak şekilde çizerken, insanların iki cinse yönelik önyargılarını da katmerleyip ortaya çıkarıyor.
Oğlan tarafı, kız tarafı
Bunu dönemlere ayırmak gerekirse, ilk olarak bebeğin cinsiyetinin henüz belli olmadığı zamanlara dönmemiz gerekli. Bu tüm yorumlar yedekli olarak yapılıyor ve çocuğun kız ya da oğlan olması halinde babanın elde edeceği avantaj ve dezavantajlar sıralanıyor. Sanki seçme şansımız varmış gibi!
Mesela, en bilindik yorumlardan biri kız çocuklarının babaya düşkün olacağı. Dolayısıyla erkek yorumcular, paçalarından hiç ayrılmayacak bir insan tasavvuruyla çocuğun kız olmasının tercih edileceğini söylüyor.
Oğlan taraftarlarıysa, kendinin bir kopyasını yaratabilme arzusuyla yanıp kavruluyor. Beraber maça gitmenin, olası kız arkadaşları hakkında hamilik yapmanın, baba-oğul hovardalık etmenin zevkleri konusunda derin bir fikir birliği var. Yine kızlar konu olduğunda sözü edilmeyen siyaset, yani kendi fikirlerini geleceğe taşıyacak küçük bir militan yetiştirmek de oğlan olasılığı karşısında gündeme geliyor.
Bebeğin utangaç olup olmamasına bağlı olarak beş aylık olduğu sıralarda cinsiyetini ultrason kamerasına faş etmesinin ardından da bu yorumların hızı kesilmiyor ama karşı taraftakiler hayıflanırken, cinsiyet totoyu kazananlar bunun coşkusuyla söze "Ben demiştim!" diye girmeye başlıyor.
Ve ne olursa olsun tüm yorumlar aynı şekilde bitiyor: "Amaan, sağlıklı olsun da!.."
Okudun da ne oldu?
Sağlık önemli tabii. Geleceğin heyecanlı baba adayı için hem yıllardan beri aşkla sevdiği annenin, hem de bebeğin sağlığı önemli. Aradaki farksa, annenin iyiliği için çaba harcamak mümkünken, henüz neyle karşılaşacağından habersiz karanlık, sıcak yuvasında keyfine bakan bebek içinse insanın elinden bir şey gelmemesi. Bunun karşılığıysa sonu gelmeyen bir endişe!
Mutlu gelişmeyi tespit ettikten sonra ilk yapılacak iş, mümkünse yüzlerce çocuk doğurtmuş olmaktan içi geçmemiş, anlamsız da olsa sorularınıza cevap vermeyi kabul eden ve halden anlayan bir doktor bulmak. Algıda seçicilik diyebilirsiniz ama insan ancak çocuğu olacağı zaman etrafta ne kadar çok çocuk bekleyen insan olduğunu fark ediyor. Ayda bir yapılan kontrollerde, etrafta bulunan baba adaylarının gururlu ve vakur bakışlarına aynı şekilde karşılık vermek de görevler arasında. Kendimi, başka zaman olsa çekinerek gireceğim hastane kapısından bu defa küçük arkadaşın elini, ayağını görmek, kalp atışlarını duymak, sağlıklı olduğundan emin olmak için heyecanla girerken yakaladığımı da eklemem gerek.
İnsanın aklından eve bir ultrason makinesi almak bile geçiyor. Bunu yapamayacağınız için, kitapçıların o güne kadar pek de bakmadığınız "hamilelik ve çocuk bakımı" kısmına yönelmek akıllıca bir fikir gibi görünüyor. Bebeğin anne karnındaki gelişimini gün be gün belgeleyen kitaplardan, anne karnında çocuğun dinlemesi için hazırlanmış müziklere kadar oldukça gelişkin bir sektörün varlığından böylece haberdar olabilirsiniz. Çoğu çeviri, tıbbi bilgi içeren kitaplardan ters gidebilecek her şey hakkında bilgi edinmekse, insanı nevroza sokmaktan başka pek işe yaramıyor. Zaten, altı aylık olduktan sonra sevgili bebek adayına tıbben müdahale etmek neredeyse imkansız; dolayısıyla ters giden bir şey olsa bile "bilmemek daha iyi" diyebilirsiniz.
Öte yandan, belki o zamana kadar savsakladığınız çamaşır, bulaşık, etrafı toplamak gibi ev işlerine sarılmak da kaçınılmaz hale geliyor. Özellikle hamileliğinin son aylarında da annenin fiziksel olarak rahat etmesine çabalamak da gerekli. Böylece, baba için de hiç değilse bir nebze hamileliğin yükünü üstlenmek mümkün.
Sona yaklaşırken
Takvime atılan çarpılar birikirken, bilinmezlik hissi de artıyor. Modern tıbbın "Doğum ne zaman?" sorusuna verebildiği tek cevap "Her an olabilir" ve bu hiç yardımcı olmuyor. Arkadaşların, akrabaların, komşuların ve bakkalın soruları yoğunlaşırken insanın vakarını koruması da git gide güçleşiyor.
Aklımdan evden hastaneye giden yolu günün her saatinde değişen trafik koşullarına göre belirlediğim farklı güzergahlardan giderek ne kadar kısa zamanda geçebileceğimizi hesaplamaya çalışıyorum. Şansın, bilimsel taktiklerin ve aylar süren emeğin de yardımıyla mutlu sona çok ama çok yaklaşmışken kalecinin penaltı anındaki endişesini hissediyorum. (EÜ/GG)
* Babalık güncesinde önümüzdeki hafta: Beklenen an