annelik ne kadar somut bir gerçeklikse, babalık da bir o kadar soyut bir olgu ve durum!
yaşamı doğuran ve var eden "anne"ye, kimin tarafından yapıldığı aslında "önemsiz" olan bir katkıdan, bir hücreden kaynaklanan türev bir durum bu.
bir "kurgu"; bir çeşit "sanal gerçeklik" olayı.
"baba" kavramsal olarak o sanal gerçeklikte var olan kişilerin adı. ama toplum içinde olduğunda bu durumdan bir gerçeklik türetip, sıklıkla bu türettiği sanal gerçekliğe inanan ve bu inanç üzerinden de bir dünya ve yaşam kuran aslında bir tür ya da cins olmayan bir canlı "baba."
"baba'lık hali" özünde ona bu adı ilk verene yani kadına bağlı bir durum.
dahası onun "kabul ve onayı" ile olgusallaşan, olguya dönüşen bir konum.
başka bir deyişle bir kadın, kendine "anne" ona da "baba" demezse aslında asla olmayacak bir sonuç.
bir paradoks aslında bu: tanımlayanın tanımladığına tabi ve bağlı olması ve tanımlandığı andan itibaren de ancak onun üzerinden kurgulanması.
kısacası "var"la "yok" arası bir şey; ya da hem "var", hem "yok"!
iki yanlıştan bir doğrunun çıkmaması gibi bunun sonucu da hemen her zaman bir "olumluluk" ya da bir "gelişme" veya bir "dönüşüm" değil.
"babalık duygusu"nun dönüşümü
bu sanal/kurgulanmış gerçeklik ve onu anlatan kavram, en azından bazı erkeklerde bir "özel hâl" ve/veya "duygu" yaratabiliyor. bu duyguya aslında tek bir duygu demek de doğru değil. daha doğrusu belki bir "duygular karmaşası." bu karmaşaya egemen olan başlangıcındaki "sanallığı" onu bir çeşit "zorunlu gerçekliğe" eviriyor.
sıklıkla önceliği "koruma ve şefkat duygusu"nun aldığı düşünülse de, insanlığın toplumsal evrimi sürecinde bu duygu daha önemli ve işlevsel bir duyguya "sahip olma ve egemenlik" duygusuna dönüşmüş durumda.
bu aslında basit mülkiyet ilişkisinden de farklı bir "yanılsama" ve "zannetme"den ibaret.
ama insanlık tarihini ve toplumları bu duygular şekillendiriyor.
yaşadığımız dönemde adına "vatan" denilen bir "toprak" parçasından yola çıkıp, ona el koyduktan sonra, üzerinde egemenlik kurarak bir "ana"ya dönüştüren, bu sırada da kendi "baba"lığını ilan ve tescil ettiren bir sürece karşılık geliyor.
onun için "ana" da, "toprak" da dişil. çünkü ikisi de "üretiyor ve var ediyor".
yine aynı nedenle "baba" da sadece "sahip ve egemen" olan gibi eril. çünkü el koyuyor ve erk kullanıyor, hatta gerektiğinde yok edebiliyor.
"baba"nın bir sıfat ya da ön ek olarak yer aldığı tüm kavramlar, olgular ve tanımlar da bu iki temel unsuru içeriyor ve bunlardan kaynaklanıyor.
yine de en azından insan soyunun evriminin en azından bu evresinde "onsuz" olunamasa da giderek "sönen" bir olgu durumunda. çünkü pek çok sahip ve egemen, daha üst bir egemenin iktidarı içinde erimiş, onun izin verdiği kadarıyla ve onun adına bunu kullanabiliyor. tıpkı sermayenin merkezileşmesi gibi "sahiplik de, egemenlik de" dolayısıyla "baba"lık, hatta "erkek"lik de merkezileşmiş durumda.
daha yakından bakarsak pek çok "erkek" ve "baba" bu "birleşme"den mahrum.
bu durumun ona yol açan duygular da dahil sönmesinin asıl nedeni ise bence evrimin bir sonucu. dolayısıyla sahip olma ve egemenlik de giderek "gönüllü kabul" halinden uzaklaşarak "baskı ve zor" ile sürdürülen bir gerçeklik yani "fiili ve despotik" bir "iktidar" halinde.
buradan yola çıkarak "baba"lığın gerçeği aslında bir kabul ve tescilden uzaklaştığını ve "zor"un bir görünüşüne dönüştüğünü de söylemek mümkün.
tabii bir de bunları görüp, anlayarak bilinciyle bunları reddeden ve dışarıda kalanlar var. onlar bu durumun yanlışlığını ve doğaya aykırılığını fark ederek evrimleşiyorlar, bu özelliklerini yitiriyor ya da eylemli olarak terk ediyorlar.
bu noktaya gelindiğinde "baba"lar birbirlerinin "karşıtı" iki ana gruba ayrılıyorlar:
bir tarafta iktidar sahibi ya da iktidara paydaş olan "mağrur" babalar; diğer tarafta da günümüzde çevremizde sıkça rastladığımız "mağdur", "mahrum", "mazlum", "mahkum" ve "mağlup" babalar. bu ikinci tarafa aslında fiili durumları nedeniyle 'baba karşıtları' demek sanırım daha doğru.
"duvarlar ve parmaklıklar"
işte bu yüzden bu yazı "baba'lık hali"nin bugünkü karşıtından söz etmek üzere bu babalar gününü "baba karşıtları günü"ne dönüştürmeyi önermek için yazıldı.
ama ondan önce bu grup içinde yer alan üç farklı alt grubun babalarına ve babalık hallerine biraz daha yakından bakmakta yarar var:
önce "mahkum baba"larla, "mahkum babaları"ndan söz etmek gerekli.
aslında birbirlerine sıkça dönüşebilen bu babalık hallerinin her ikisinde de "babalık" durumlarını var eden "sahiplik ve egemenlik"leri, başka ve iktidarla bir şekilde bütünleşmiş gerçek babalar tarafından ellerinden alınmış durumda.
onların bu "yoksunlukları" nedeniyle belki de iki kat sanallaşan "babalıkları"na karşın bu durumda olmalarından etkilenen oğulları ve kızları yani evlatları var.
onlar babalarının ellerinden alınan "sahiplik ve egemenliklerini" adeta yeniden tanımlayarak onların bu hallerini sürdürmeleri için uğraşsalar da artık geri dönüş neredeyse yok. duvarların ve demir parmaklıkların ya o ya da bu tarafında durarak bunu gerçek kılmaya çalışsalar da o duvarlar ve parmaklıklar, onları bu özelliklerinden ayırıyor.
bu bir üzüntü, babalığı var eden bir başka unsur olan "dokunma-değme" olanağıyla kendini gösteren "sevgi ve şefkat"den yoksunluğu doğuruyor ve tüm bunların etkisi ile giderek ağırlaşmış bir "çaresizlik" ile "hâlleri" görünür oluyor.
uzun bir süre bu grubun içinde yer aldığım için çok iyi biliyorum. şimdi de çok yakınımda olan bazılarına tanık oluyorum. sevgili necdet ile janbek örneklerden birisi. ama günümüzde hemen herkesin başka benzer örneklerine de sıklıkla tanık olduğundan eminim.
"coğrafya"nın ayırdıkları
"baba"lığın söz ettiğim temel unsurlarını kaybetmiş bir başka baba grubu, oğulları ya da kızları "silah altında" olanlar. bunların bir kesimi bu, bir kesimi başka tarafta. ama halleri hep aynı ve bir. yalnızca safları farklı. onlar da sahiplik ve egemenliklerini bu kez cins kimliklerinden âri ve bağımsız bir somut yaşam kılgısından kaynaklanarak kaybetmiş durumdalar.
yine de ilkinden farklı olan bir yönü var: "bitme olasılığı" ile kişisel eğilimlerine göre varolan bir "gelecek" ya da "değişim" umudu. "kötü haberler"in alınmadığı her günü bu umuda yaklaşma, en azından daha geriye gitmeme olarak gören bu babaların bazıları da babalıklarını kendi elleriyle ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. "barış" bunun en önemli araçlarından ve yollarından birisi. onlar varlıklarını tam da bunun için uğraş vermeye başladıkları anda varlıklarını sürdürebiliyor ve insanın değişimi konusunda yine önemli katkılarda bulunuyorlar.
çok yakında bunlardan birisinin, sur belediye başkanı abdullah demirbaş'ın anlattıklarından duygularını dinlemeye ve izlemeye tanık oldum. bence eğer izlerlerse istisnasız herkesin bundan alacağı, öğreneceği pek çok ders var!
"karşıt taraf"ta son olarak üzerinde duracağım "babalık" çeşidi ise "yaşamı sürdürmek için emeğini, aklını ve bedenini kiralamak zorunda oldukları" için ayrı düşen "babalar"dır.
bu grup "babalar" da aslında artık "sahip ve egemen" olmadıklarının çoktan farkındadırlar. başka ülkelerde ve başka diyarlarda, "babalık" ilişkisini doğrudan bir gerçeklik olarak değil, o sanallığı, telefon, internet gibi araçlarla bir kez daha sanal olarak yaşayan, dolayısıyla o temel unsurları asla uygulayamayacak durumda olanlardır.
bu kesimin genel olarak istekleri ve arzuları sıklıkla bu niteliklerine geri dönmek, kavuşmak olsa da artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını bildikleri de kuşkusuzdur. köprülerin altından çok sular akmıştır çünkü ve ne yazık ki aynı suda iki kez yıkanılmaz. onların bu hallerini ve yitirdiklerini, en iyi şekilde birbirlerine gönderdikleri fotoğraflar açık eder.
pek çokları gibi bu gruptaki babalara sık olarak tanık oldum, oluyorum.
kutlu olsun!
her üç grupta yer alan babalar, artık birer "baba" olmadıklarının ne kadar çok farkında olurlarsa, "babalık" olgusunun da insan türünün evrimindeki yeri o kadar küçülecek, sönecek ve tarihin sayfaların arasında "hoş"(?) bir anı olarak kalacak. hem de hâlâ "sahiplik ve egemenliği"ni sürdürenlerin uyguladıkları zor, baskı ve şiddete karşın.
o babalardan birisi olarak "böyle" babaların babalar günlerini kutluyorum!
"baba"ların ve "babalığın" olmadığı, olmayacağı günlere...
umutla! (MS/AS)