“Azez’in düşmesine izin vermeyeceğiz”
Bu konuşmayı duyduğum ilk an 3 yıl önce söylenmiş bir söz aklıma geldi. “IŞİD'e destek: IŞİD terörist bir örgüt değil. Öfkeden bir araya gelmiş bir insan topluluğu”
Bu açıklama, IŞİD’in Musul Konsolosluğunu basıp, başkonsolos dahil 49 çalışanı rehin aldıktan sonra, 8 Ağustos 2014 tarihinde Dışişleri bakanı olarak NTV’ye yaptığı açıklamada söylemişti. Konuşmanın devamı onda;
“IŞİD radikal, terörize gibi bir yapı olarak görülebilir ama katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır. Oradaki yapı, daha önceki hoşnutsuzluklar, öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu” diyordu.
Uzun süre IŞİD’e terörist denmedi. Bunun için özel gayret gösterildi. Suriye sınırında askerlerle IŞİD militanlarının oldukça sıcak ve yakın fotoğrafları yayınlandı. Selamlaşmaları, sohbetleri, birbirine gülümsemeleri fotoğraflaştırıldı. Yaralı IŞİD militanlarının Türkiye’deki hastanelerde tedavi edildiği, yardım ve destek sağlandığı söylentileri inkar edilemeyecek boyutlara ulaştı.
MİT tırları sorunu uzun zaman gündemde kaldı. Gazeteci Can Dündar ve Erdem Gül, MİT tırlarını ve arka planını haberleştirdiği için tutuklandı. MİT tırları devlet sırrı konumuna getirildi.
IŞİD kan kaybetmeye, geri çekilmeye, yenilmeye başladıktan ve Suriye’de şartlar değiştikten, uluslar arası koalisyon güçlerinin İŞİD’e karşı saldırı başlatmasından sonra sık olmasa da İŞİD terörist ilan edilmeye başlandı. Tek farkla, PKK ile aynı kefeye konularak. “İŞİD ne kadar teröristse PKK da o kadar teröristtir. Veya İŞİD ne kadar teröristse PYD de o kadar teröristtir” gibi ifadeler kullanılarak, zımmen terörist dendi.
Son üç gündür Azez ve çevresini obüs topları ile ateş altına tutan Türkiye için Azez neden bu kadar önemli?
“Azez’in düşmesine müsaade etmeyeceğiz” cümlesinin arka planına bakmak gerekiyor. Azez’in şu andaki durumuna baktığımızda konu daha iyi anlaşılacaktır.
Temmuz 2015 tarihinde bölgede araştırma yapan gazetecilerin verdiği bilgilere göre Azez’de hakim olan güç El Nusra. Muhalif güçlerinde barındığı ve devriye gezdiği şehir merkezinde yönetim El Nusra'nın elinde. Askeri anlamda ise muhalif güçlerin ittifakla kurduğu Fetih Ordusu güvenliği sağlıyor.
IŞİD güç olarak görünmüyor ama hissediliyor.
Yedi ay öncesinden alınan bu bilgiler değişmiş değil.
Rusya’nın hava desteği ile ilerleyen Suriye Demokrasi Güçleri, Azez’i kuşatmış durumda. Çatışmalar şiddetlenmiş.
Azez’in stratejik önemi de var. Bir taraftan Halep’e giden yol kavşağı ve bölgenin ulaşım merkezi, diğer taraftan da savaş nedeniyle kaçan Türkmenlerin yerleştirildiği bölge.
Kısaca belirlemek gerekirse, El Kaide'nin Suriye kolu olan El Nusra dahil, Esat yönetimiyle savaşan güçlerin konumlandıkları, Halep koridorunu sağlayan bir kent. Bu kentin düşmesi, hem muhaliflerin bir alanda daha yenilgiye uğraması hem de Halep koridorunun kapanması anlamını taşıdığı için oldukça önemli.
Burada, gerçeği bulmak için sorulması gereken soru, “Azez’in stratejik konumu kimin için ve neden önemli?” sorusudur.
Türkiye’nin “Azez’in düşmesine müsaade etmeyeceğiz” cümlesinde saklı olan gerçekleri mantık ve görünenleri tahlil ederek bulmaya çalışalım.
Türkiye’nin Suriye sorununda ilk mazereti soydaşlarımız olarak kabul ettikleri “Bayırbucak Türkmenleri” konusudur. Bir an için bunun doğru olduğunu kabul edelim. Soydaşlarımız zor durumda ve onlara yardım etmemiz gerekir.
Kürtler de aynı durumda değil mi?
Orada yaşayan Kürtler de Türkiye’de yaşayan Kürtlerin soydaşları değil mi? Onlar için de aynı hassasiyetin gözetilmesi gerekmez mi? Eğer, Esat yönetiminin zulmü varsa, Kürt soydaşlarımız da o zulüm altında ezilmeyecekler mi?
Kürtler nasıl olsa kendi başlarının çaresine bakıyorlar, kendilerini savunuyorlar, kendi güçlerini oluşturmuşlar diye mi onlardan hiç söz edilmiyor? Aslında kendi güçlerini oluşturdukları için tehdit olarak görülmeye başladı ve PYD “terörist” olarak ilan edildi. Defalarca Türkiye’ye davet edilen ve görüşmelerde bulunulan PYD, demek ki Türkiye’nin isteklerine olumlu cevap vermedi ve bu nedenle de “terörist” oldu.
“Bayırbucak Türkmenlerinin” örgütü, silahı, koruması yok. O nedenle de korunmalı!
Bu güne kadar hiç dile getirilmeyen, resmi ağızlarda söz edilmeyen Suriye’de yaşayan Kürtlerin, “Bayırbucak Türkmenleri” kadar değeri yok mu?
2011 de Suriye sorunu gündeme geldiğinde söylenen resmi mazeret “Esat yönetiminin halkına zulmettiği” idi. “Bayırbucak Türkmenleri”, MİT tırları sorunu yaşandıktan sonra ortaya çıktı. O güne kadar isimlerini kimseler duymamıştı.
Mantık yürütelim. Dünya üzerinde kendi halkına zulmeden birçok yönetim var. Bu tür sorun yaşayan her devlete müdahale edecek miyiz/etmeli miyiz? Bu tür müdahaleler ne kadar doğrudur? Aynı türde müdahale bizlere yapıldığında ne tür tepki veririz/veriyoruz?
Suriye sorununda son mazeret ise sınır komşusu olmamız, sınırın çok uzun olması ve Suriye’deki olayların Türkiye için tehdit oluşturma ihtimalleri. Sınır uzun. Birçok ülke ile sınırımız var ve hepsi de uzun. O zaman neden Suriye sınırı tehdit unsuru?
Neresinden baksak bakalım mazeretler mantıkla uyuşmuyor.
Türkiye, gösterdikleri gerekçelerle değil, göstermek istemediği/söylemediği ve sakladığı gerekçelerle Suriye sorununa dahil olmak istiyor.
Çıkarlar / gerçek gerekçeler, söylenmeyecek / açıklanmayacak kadar büyük.
Bu gerekçelerle “Azez’in düşmesine müsaade edilmeyecek”…
Savaş isteğinin tek nedeni, karartılan “söylenmeyen gerekçeler” ve onlar da çok yakın zamanda doğacak güneşle aydınlanacak…
Not: Yazı yazıldığı saatlerde, Merkel beni yanıltmadı, Türkiye’den 1 Kasım Seçimleri için istediği destek karşılığında, Türkiye’nin “uçuşa yasak bölge” isteğini desteklediğini açıkladı. (NT/HK)