Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nin kapısından bir kadın hızlıca giriyor.
Üstünde lacivert ceketi, kolunda şık çantasıyla, kalabalığı yarıyor. Kendini, duruşmanın yapılacağı salona atıyor.
Aylardan Ekim, yıl 2012.
Gazetecilerin yargılandığı davada sanıklar, Kürtçe savunma yapmak istedikleri için mahkemeyi protesto ediyor ve duruşma daha başlamadan bitiyor.
Adliye önünde bir araya geliniyor bu kez. Uluslararası meslek örgütlerinin temsilcileri, Avrupa Birliği’nden heyet, hak savunucuları, sosyalistler, Kürt siyasetçiler…
Eline mikrofonu alan hemen herkes, barış adına, düşünce özgürlüğü adına konuşuyor.
Lacivert ceketli şık çantalı kadın da konuşuyor. Özetle, “Barışın sesini yükselten, hakikati yazan gazetecileri yargılamayın” diyor.
Ertesi gün birçok gazete davaya bir iki cümle ile değinirken -sanki takip ettikleri haber o değilmişçesine- paragraflarca kadının çantasının önce “çok pahalı lüks bir çanta olduğunu” yazıyor.
Sonra, kadın, çantanın “Büyükada’da pazardan alındığını” açıklayınca, bu kez “sahte çanta” diye sayfalarca haber yazıyorlar.
O gün önce “lüks” sonra “sahte” çantasıyla haber yapılan, Adliye önündeki açıklamasından neyi, nasıl, neden söylediğine dair tek bir cümle yazılmayan kadın Aysel Tuğluk.
Yandaş medyaca, sözlerine yer verilmeyen, yaşama dair derdi duyulmayan Aysel Tuğluk, sadece çantasıyla, asıl sahte olanın, gerçeği yazmayanın, olan biteni manipüle etmeden, hedef göstermeden anlatmayanın kim olduğunu gösteriyor.
Bir kadın, muhtemelen milyonlarca kadının kullandığı sahte çantasıyla asıl sahte, çürümüş, kokmuş olanın, düşmanlık üzerine kurulu bu sistem ve bu sistemden nemalananlar olduğunu kanıtlıyor.
Bugün de bu kadın siyasetçi, eril hapishane sisteminde içine düşürüldüğü “demans” hastalığı ile Adli Tıp Kurumu’nun adil olmayan, bilim dışı kararlarını vicdansızlığını, kokuşmuşluğunu gözler önüne seriyor.
Yine, yandaş medyaca, sesi sözü, arkadaşlarının ve aktivistlerin onun için verdiği mücadele hiç duyulmuyor, aktarılmıyor.
Aslına bakarsanız, yapılmayan her haberle, sesi kısılıyor, varlığı yok kabul ediliyor, toplumun bir kesimine de varlığı yok kabul ettirilmek isteniyor.
Hapishanedeki arkadaşlarının anlatımına göre, Aysel Tuğluk annesinin mezarına yapılan saldırıyı hiç unutmuyor.
Zamanla sessizleşiyor, çocuklaşıyor. Hapishanede arkadaşları annesi için üzüldüğünü bu nedenle içine kapandığını düşünüyor ilk başta. Kimsenin aklına gelmiyor “demans”.
Ailesinde benzer bir hastalıkla mücadele eden tutuklu Kürt siyasetçi Edibe Şahin fark ediyor önce. Sonra onu sürekli doktora götüren gardiyanlar.
Hapishane kuralları çerçevesince, Tuğluk’un yetkili sağlık kurumları ile görüşmesi sağlanıyor.
Türkiye’nin sayılı kadın genel başkanlarından Aysel Tuğluk’a “demans” teşhisi konuyor, yerel yetkili sağlık kurumları “cezaevinde kalamaz” raporu veriyor.
Hapishanede kaldıkça hastalığı ilerliyor, hem hapishanedeki arkadaşlarının hem de avukatlarının, ailesinin “Aysel Tuğluk serbest bırakılsın” talepleri, “sahte vicdanlara”, “unutulan Hipokrat yeminlerine” takılıyor. Tuğluk serbest bırakılmıyor.
Çünkü, yasalara göre, hasta bir mahpusun hapishaneden çıkabilme kararını sadece Adli Tıp Kurumu (ATK) veriyor.
Daha doğrusu, vermiyor!
ATK de Hipokrat yemini etmiş doktorlar yerine, “siyaset ne getirirse ona karar veririz” diyen birileri olduğu için hemen hemen hiçbir politik mahpus için “Cezaevinde kalamaz” raporu yok!
Kanser hastası olan mahpuslara ATK, “cezaevinde kalabilir” dediği için bazı mahpuslar ayağından kelepçeli bir şekilde hastane yatağında öldü hatırlıyor musunuz?
Hasta mahpuslara kendi gibi düşünmeyene reva görülen bu uygulamalara imza atanlar, bu imzaları alkışlayanlar, sanki Aysel Tuğluk’tan çok daha önce “demans” olmuş gibi.
Egemen olan politik görüş dönüşebilir, değişebilir, işte o vakit geldiğinde, siz, bu bilim dışı kararlara imza attığınız için yargılanabilirsiniz.
Yazının başında sözünü ettiğim hakimler gibi hukuk dışı olduğunu bildiğiniz yollardan elde edilmiş kanıtlarla gazetecileri siz yargılamamış gibi sosyal medyada “basın özgürlüğü” çağrısı yaparsınız, adalet istersiniz.
Sizin için ümit ederim ki hasta olup “cezaevinde kalamaz” raporu almak için dahi o zahmetli, hastalığı yeniden üreten, derinleştiren sisteme muhtaç olmak zorunda kalmazsınız! Hiç bir insan kalmaz!
Doktorlar, Aysel Tuğluk’un tedavisi için bir an önce sıradan nöroloji ekiplerinin değil demans alanında uzman doktorların, heyetlerin Tuğluk’u görmesi gerektiğini ve bir an önce tedavisine başlanması gerektiğini söylüyor.
Israrla tekrar ediyorum, bu nedenle Adli Tıp Kurumu’nun bir an önce “Cezaevinde kalamaz” raporu vermesi gerek.
“Sahte çantalı” Kürt politikacı hakiki bir insan, önce ATK üyelerini, sonra tüm toplumu vicdanlı bir karar vermeye çağırıyor.
Bu sesleri bugün duymayan duyurmayanlar, ülkenin dertlerine sorunlarına, penceresini perdesini kapatanlar, bana dokunmayan yaşasıncılar, bana bir şey olmazcılar, benim sırtım pek karnım tok diyenler, bilin ki eşitsizliğin getirdiği adaletsizlikler göle atılan bir taş halkası gibi her an sizin de kıyınıza varabilir.
Aysel Tuğluk’u serbest bırakın!
Aysel Tuğluk’un tedavisi hapishane dışında uzman doktorlarca yapılsın!
Canı cehenneme rahat uyuyanın Kapısını örtenin perdesini çekenin
|
(EMK)