Pazar günü hava güzel olunca soluğu dışarıda alan kalabalığın bir parçası oldum ben de. Şimdi ne yazarsam yazayım bu cümlenin ardılı olmayacak gibi duruyor. Amacım herhangi bir mekanı ya da markayı karalamak değil, sadece aklım almıyor.
Ayrımcılığın kötü bir şey olduğunu düşünüyoruz. Ayrımcılığın engellenmesi için kampanyalar düzenliyoruz, savunuculuk yapıyoruz. Ama gelin görün ki, en beklenmedik anda ayrımcılık parlak kırmızı rugan ayakkabılar gibi ayağımızı vuruyor.
Önce hata yapmamak için ayrımcılığın tanımına bakalım. Sonra şapkalarımızı önümüze alıp düşünmek için bolca vaktimiz olacak nasılsa. Belki böylece ayrımcılığın sadece belli azınlıklara uygulanan bir şey olmadığını da anlamış oluruz.
Ayrımcılık, bir dizi bağlayıcı insan hakları standardına göre yasaklanmış bir insan hakları ihlalidir. Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin uygulamalarını denetleyen ve bağımsız uzmanlardan oluşan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi ayrımcılığı şöyle tanımlamıştır:
‘’Siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel veya kamusal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin eşit ölçüde tanınmasını, yararlanılmasını ya da herkes tarafından kullanılmasını engelleyici veya zayıflatıcı amaç taşıyan ya da bu sonuçları doğuran ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya farklı görüş, ulusal ve etnik köken, mülkiyet, doğum veya farklı bir statüye dayalı her türlü ayırma, dışlama, kısıtlama veya ayrıcalık tanıma’’ 18 No’lu Genel Yorum, Ayrımcılık Yasağı, Otuz Yedinci Oturum (1989), 7. Paragraf.
Uluslararası hukuk uyarınca, ayrımcılığı belirleyen üç unsur söz konusudur. Ayrımcılık olabilmesi için kötü muamelenin mevcut olması, söz konusu eylemin yasaklanan bir zeminde gerçekleşmesi, kabul edilebilir ve nesnel bir gerekçelendirmenin olmaması gerekmektedir.
Kötü muamelenin, kişi veya bir grup bireyin haklarından birini kullanmalarını etkilemesi gerekmektedir.
Şimdi olduğumuz yerden devam edelim. Önce ‘kamusal yaşamın herhangi bir alanında’ ibaresini alalım, ‘eşit ölçüde’yi de ekleyelim, aslında tanımı olduğu gibi alalım. Bütün bunları Pazar günü Karaköy’de gittiğim kafede menünün altında yazan ‘istemediğimiz kişiye servis yapmama hakkımız saklıdır’ ibaresine çarpalım. Ya da bu ibarenin tokat gibi yüzümüzde patlamasına seyirci kalalım. Hangi temele dayandırılarak bir mekan, bir müşteriye servis yapmama hakkını saklı tutabilir ki?
Böyle şeyleri algılaması, gelir seviyesi ‘bir nebze’ yüksek insanların gidebileceği mekanlarda gerçekleşince zorlaşıyor. LGBT bireylerin ya da vicdani retçilerin, Kürtlerin ayrımcılığa uğramasından bahsederken, bu noktada kimin kimi ayrımcılığa ve hatta hangi temelde maruz bıraktığı oldukça muğlak. O ibarenin açıklaması elbet vardır ama sorun açıklaması olması değil, o ibarenin oraya yazılmış olması.
İş bununla da kalsa iyi. Aynı mekanda bir arkadaşımın başına geleni okuduktan sonra mekanın tavrı ile ilgili böyle düşünen tek kişi olmadığıma sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.
Böyle şeyler bana hep Maymunlar Cehennemi filminin setinde yemek aralarında maymunlarla şempanzelerin ayrı masalarda oturması gerektiğine dair çıkan tevatürleri hatırlatıyor. Bir yandan da Ahmet Hakan’ın 18 Nisan’da Hürriyet’teki köşesinde araya sıkıştırdığı cümleyi: ‘Karaköy’ü severim ama semtte yeni açılan bazı kafelerdeki burnu büyüklük bana bile fazla geldi.
Peki bu sözde ‘elit’, ‘bohem’ ya da sosyal medyada kısa bir gezi yaptıktan sonra ‘hipster’ olarak algılandığına kanaat getirdiğiniz mekanların ilk taaruzu mu? Tabii ki değil.
Ortalama bir İstanbullu kanımca ortalama iki AVM’ye girmiştir ömrü hayatında. Varsayımımı İstanbul ile kısıtlıyorum çünkü vereceğim örnek İstanbul’un güzide AVM’lerinden birine ait.
‘Genç güzel herkes her şey’ oradaydı. İç güzelliğin öneminden dem vuranlar, güzelliğin görenin gözünde olduğundan bahsedenler ve hatta güzelliğin geçici olduğundan bahsedenler sanırım o sırada kahve molasındaydı.
Bir mekanın kendisini tanımlarken güzel ve genç olanlar üzerinden tanımlaması büyük bir kesimi dışarıda bırakmıyor muydu? Şimdi ilk bakışta bu ayrımcılık olarak algılanmayabilir ama ‘genç’ ve ‘güzel’ olmadığınızı (kime göre, neye göre) farzedin, İstanbul’dasınız ve birçok markayı içinde barındırması sebebiyle bir AVM’ye gideceksiniz. Fakat bir tanesi genç ve güzel herkesin, her şeyin kendi bünyesinde toplandığı iddiasını taşıyor. Yolunuz ne tarafa düşer? (Pİ/HK)