* Fotoğraf: Dilara Şenkaya - 8 Mart 2016 / İstanbul
İstanbul Sözleşmesi CEDAW Komitesinin 19 numaralı Genel Tavsiyesiyle de uyumlu bir şekilde kadına yönelik şiddetin kadınlar ile erkekler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinden, toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıktan kaynaklandığını söylüyor. Bu anlayışla yaklaşıldığında kadına yönelik şiddetin önlenmesi için en başta kadınlar ile erkekler arasındaki eşitsizliğin, bu eşitsizliği besleyen toplumsal cinsiyet rollerinin ve önyargıların ortadan kaldırılmasına yönelik politikaların hayata geçirilmesi gerekiyor.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR? DETAYLI BİLGİ İÇİN TIKLAYIN.
Taraf devletlerde sözleşmenin uygulanıp uygulanmadığını denetleyen GREVIO (Kadınlara Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Uzman Eylem Grubu) da anket formunda bu önyargıları, toplumsal cinsiyet rollerini ve bunların beslendiği sosyal ve kültürel yapıyı değiştirmek için neler yapıldığını soruyor. GREVIO ayrıca kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi için yürütülen kampanya ve programlara ilişkin bilgiler soruyor. Bu politikalar oluşturulur ve uygulanırken hamilelik, etnik köken, cinsel yönelim, göçmen olma, azınlık olma, engellilik, seks sektöründe çalışma gibi durumların ayrıca gözetilmesi de önem taşıyor.
Bütünleşik politikalar ve veri toplamayla ilgili dün yayınlanan bölümde, basına yansıdığı kadarıyla hükümetin kadınlarla erkekleri eşit görmeyen ve daha da ileri giderek eşit olmamaları gerektiğini ifade eden açıklamalarına yer vermiştik. Bu yaklaşım kadınların şiddete sessiz kalması gerektiği, iyi bir eş ve anne olmalarının en önemli görevleri olduğu gibi tam da GREVIO’nun karşı önlem alınması gerektiğini belirttiği ayrımcı söylemlerle devam ediyor.
Örneğin, dönemin başbakanı Eylül 2016’da katıldığı bir düğünde evliliğin sırrının itaat olduğunu, eşi hiddetlendiğinde kadınların “peki” demesi gerektiğini söylemişti. Türkiye’nin 2014’te küresel toplumsal cinsiyet eşitliği sıralamasında 142 ülke arasında 125. sırada yer alırken 2015’te 145 ülke arasında 130. sıraya gerilediğini buraya not etmek gerek.
Aynı yıl açıklanan AB İlerleme Raporunda toplumsal cinsiyet temelli şiddet, ayrımcılık ve LGBTİ haklarının temel endişe kaynağı olarak işaret edildiği, kadın erkek eşitliği konusunda mevcut yasal mevzuatın uygulanmadığına ve toplumsal cinsiyet temelli şiddet olaylarında rıza ve tahrik indirimlerinin uygulanmaya devam ettiğine dikkat çekildiği de önemli bir gösterge.
TIKLAYIN - AB İLERLEME RAPORUNDA KADINLAR VE LGBTİ'LER
Sözleşme engellilik, cinsel yönelim gibi unsurların da dikkate alınmasını istiyor. Engelli Kadın Derneği’nin 2015’te yayımladığı kadınlara yönelik şiddet raporu ise engelli kadınlara yönelik önleyici ve koruyucu hizmetlerin son derece yetersiz olduğunu gösteriyor. Şiddet önleme merkezlerinin engellilerin de yararlanabileceği şekilde tasarlanmamış olması, engelli kadınların sığınaklardan yararlanmaması, eğitimde engelli kız çocuklarının iki kat daha dezavantajlı olduğu, mecliste kadına yönelik şiddetle ilgili soru önergelerinde bile orantısız bir biçimde engelli kadınların görmezden gelindiği raporun öne çıkan bulgularından.
Öte yandan hükümet yetkililerinin haberlere yansıdığı kadarıyla sık sık homofobik söylemlerde bulundukları görülüyor. Örneğin, dönemin başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan Nisan 2015’te HDP’nin seçim beyannamesinde dokuz defa “lezbiyen, gey bilmem ne” kelimelerinin geçmesini toplumun hassasiyetlerine aykırı olarak niteledi.
Birkaç ay sonra ise Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın eşcinsellerin onur yürüyüşünü fevkalade üzüntü verici olarak adlandırdığı ve “cinsel yönelimlerin toplumun inanç, gelenek, örf ve adetlerinde hoşlanılan işler olmadığını” açıkladığı haberlere yansıdı. Benzer zamanlarda dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu eşcinsellerin “Lut kavminin helakına sebep olduğunu” söyledi.
TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu üyesi olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki en büyük engellerden olan ayrımcı söylemlerle mücadele etmesi gereken bir milletvekilinin ise Şubat 2016’da komisyondaki bir konuşmasında LGBTİ bireylerin cinsel yönelimlerini “sonradan oluşturulmuş, insan doğasına aykırı, bizim toplum örf ve adetlerimize aykırı olan farklı cinsel eğilimler ve farklı grupların yatak odasındaki özel cinsiyetleri” ve onların varlığını “toplum için oluşabilecek en büyük tehditlerden biri” olarak adlandırması da başka bir vahamet. 2015 ve 2016’da Trans Onur Yürüyüşünün ve İstanbul LGBTİ ve Onur Yürüyüşünün çok sayıda tehditle ve polis saldırısıyla karşı karşıya kaldığını, aktivistlerin darp edilerek gözaltına alındığını da unutmamak gerek.
Yerleşik ve ayrımcı toplumsal cinsiyet rollerinin ve bunların sürmesini sağlayan sosyal ve kültürel yapıların dönüştürülmesi yükümlülüğü çerçevesinde kadınların ailenin bir parçası ve ev işleri ve çocuk bakımı başta olmak üzere bakım hizmetlerinin esas sorumlusu olarak değil, kendi başına bir birey olarak görülmesine ve ailede olsun başka birliktelik formlarında olsun tüm sorumluluklardan birlikteliğin diğer bireyleriyle eşit sorumluluğu olduğunun kabul edilmesine yönelik politikalar geliştirilmesi son derece önemli.
GREVIO anket formu da bu politikaları önleme yükümlülüğünün temeli olduğunun altını çiziyor. Dönemin başbakanı Erdoğan’ın 2014’te yaptığı açıklamada kadınlara çok seçici olmayıp hemen evlenmeleri ve sık sık üç ya da beş çocuk doğurmaları tavsiyesinde bulunmasını kürtajın ve doğum kontrolünün yasaklanmasına yönelik açıklamalarıyla birlikte düşündüğümüzde hükümetin GREVIO nezdinde bu başlıkta da sınıfta kalacağını tahmin etmek zor değil.
Hükümetin bu şekildeki bir söylemi uzun yıllardır sürekli olarak tekrar ettiği biliniyor. Dönemin başbakanı Davutoğlu 2015’te yaptığı bir konuşmada devletin gerekirse evlenmek isteyene eş de bulacağını, ayrıca çocuklarına “çeyiz hesabı” açan ebeveynlere devletin yüzde 20’ye kadar katkı koyarak evlenmeleri teşvik edeceğini açıkladı. İktidar partisinden ve TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerini Araştırma Komisyonu üyesi bir milletvekili “kreş eken huzurevi biçecek, hiç kuşkunuz olmasın” derken yine kadınların aile içindeki bakım işlerinden sorumluluğuna dikkat çekmiş ve bu işlerin devlet tarafından üstlenilmesi hakkındaki olumsuz görüşünü açıklamıştı.
Kuşkusuz bunlar münferit örnekler değil. Yalnızca bianet’in üç yıllık haber arşivinde yaptığımız bir tarama bile pek çok örneği gözler önüne eriyor. 2016’da da dönemin cumhurbaşkanı “Nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş, hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayışın içerisinde olamaz” diyerek hükümetin aileyi güçlendirmek yönündeki politikalarıyla da birlikte düşünüldüğünde kadınları aile içinde çocuk bakımı görevine hapsetmeyi amaçlayan söylemleri devam ettirdi. Nitekim cumhurbaşkanı Haziran 2016’da kadın erkek eşitliğine karşı çıkan, anne olmayı reddeden kadınları eksik ve yarım kadın olarak niteleyen söylemleriyle bu tutumunu sürdürdü.
Dini nikah kadınları korumasız bırakıyor
Türkiye’de kadınları şiddete, yoksulluğa iten ve yasal olarak korumasız bırakan yerleşik kültürel ve dini uygulamalardan biri de dini nikah.
Dini nikah yasal hiçbir koruma altında olmadığı gibi Mayıs 2015’e dek nikahı kıyan ve nikahlanan kişiler bakımından suç oluşturuyordu. Yasa koyucu bu ceza normuyla kadınları ikincilleştiren ve hak kaybına uğramalarını sağlayan, zorla ve birden fazla evlenmelerin önünü açan dini nikah uygulamasına son vermeyi ve evlilikleri kayıt altına almayı amaçlamıştı. Ancak 2015’de Anayasa Mahkemesinin dini nikahı cezalandıran yasa maddesini iptal ettiği haberlere yansımış durumda.
Kadın hakları savunucuları ise karara “erken yaşta ve zorla evliliklerin önünü açacağı ve kadını güvencesiz bırakacağı, kadınların boşanma ve miras hukuku açısından kazanımlarını ellerinden alacağı, kadın ve çocukları güvencesiz bırakacağı” için karşı çıktıkları görülüyor. Bu iptal kararı, İstanbul Sözleşmesinin bütünleşik politikalar oluşturma, önleme, koruma, çocuk evliliklerinin ve zorla evlendirmelerin yasaklanması başta olmak üzere maddi hukuk düzenlemelerini kabul etme yükümlülükleri bakımından ayrı ayrı olumsuz sonuçlar doğuruyor.
Eğitim cinsiyetçilikten arındırılmalı
Sözleşmede ayrıca toplumsal cinsiyete uygun davranışların çok küçük yaşlardan itibaren yerleştiği gözetilerek eğitimin tüm aşamalarında kullanılacak materyallerin toplumsal cinsiyete ilişkin yaygın ve eşitsiz davranış kodlarından arındırılması, küçük yaştan itibaren şiddetsiz iletişim yolları hakkında eğitimler verilmesi ve bu eğitimlerin medyanın imkanlarıyla desteklenmesi gerektiği ifade ediliyor. GREVIO da yaygın ve örgün eğitimde kullanılan materyallerin bu niteliğe kavuşması için alınan önlemlere ilişkin sorular soruyor. Ancak hükümetin bu yönde çalıştığını gösteren haberlere taramamız sırasında rastlamadık.
Sözleşme kadına yönelik şiddetle mücadelenin kalitesini ve kadınların alacakları desteği arttıracağı için kadına yönelik şiddete maruz bırakılan kadınlarla ve faillerle muhatap olacak kolluk, yargı mensubu, sağlık çalışanı, sosyal çalışmacı gibi personelin ayrıca özel eğitimlere tabi tutulmalarını da gerektiriyor. Bu konuda alınan önlemler de haberlere yansımamış durumda. Öte yandan hükümetin kadına yönelik şiddete ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin yaklaşımını gösteren açıklamalar dikkate alındığında bu tür eğitimlere ilişkin verilecek tüm niceliksel verilere dikkatle yaklaşılması gerektiği gözetilmeli.
“Faillere yönelik programlar” Türkiye’de yanlış anlaşıldı
Önleme faaliyetleri kapsamında öne çıkan konulardan biri de faillere yönelik programlar. Bu programların faillerin fiillerinin sorumluluğunu üstlenmelerine ve kadınlara karşı davranışlarında ve önyargılarını gözden geçirip değiştirmelerine yol açacak ve bu yolla tekrar şiddet uygulamalarının önüne geçecek şekilde tasarlanması gerek. Bu tür bir program ise ancak çok yetkin ve nitelikli personellerle yürütülebilir.
GREVIO anketi bu faaliyetlere ilişkin niceliksel ve niteliksel verileri de soruyor. Örneğin, kadın mağdurların güvenliğinin, aldıkları desteğin ve onların insan haklarının bu programlar yürütülürken birincil kaygı olmasını güvence altına almaya yönelik tedbirler ya da kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyetlendirilmiş anlayışının bu programlarda ne şekilde yer aldığı gibi hususlar sorgulanıyor.
Türkiye’de faillere yönelik önleme faaliyetleri ise İstanbul Sözleşmesi’ndekinden biraz farklı anlaşılmış durumda. 2014 yılının Mayıs ayında basına yansıyan bir haberde ASPB’nin eşinden ve evinden uzaklaştırma cezası alan ve kalacak yeri olmayan erkeklere yönelik içinde sağlık ve spor birimleri de bulunan bir merkez açacağı söyleniyor. Haberde bu merkezlerde 10 gün süreyle ücretsiz konaklanacağı, kalanların yürüyüş ve koşu programlarıyla stres atacağı, kalanların yaşam koçlarından öfke kontrolü eğitimleri almanın yanı sıra rehabilitasyon ve psikolojik destek de göreceği bilgilerine yer veriliyor.
Kuşkusuz İstanbul Sözleşmesi'nin faillere yönelik faaliyetlerden kastı, birincil amacı onlara konaklayacak yer sağlamak olan faaliyetler değil. Tek başına bir öfke kontrolü ya da psikolojik destek verilmesi de. Açıklayıcı kitapçık bu faaliyetlerin toplumsal cinsiyet algısında dönüşümü hedefleyen ve bu yolla şiddetin tekrar edilmesini önlemeyi amaçlayan nitelikte olması gerektiğini ortaya koyuyor.
Çarpık bir çözüm önerisi: “Namus” kavramının güçlendirilmesi
Sözleşme kültürün, örf ve adetin, dinin, gelenek ya da sözde “namus”un şiddetin hoş görülmesinin gerekçesi olamayacağını ve şiddete bu gerekçelerle hoşgörüyle yaklaşan resmi açıklamaların, raporların veya bildirilerin önleme yükümlülüğü çerçevesinde ele alınmasını gerektiriyor.
GREVIO anket formu da önleme yükümlülüğünün kültür, örf ve adet, din, gelenek ya da sözde namusun her türlü şiddetin gerekçesi olmasının önüne geçilmesini garanti altına alınmasını gerektirdiğini ortaya koyuyor. Öte yandan hükümet yetkililerinin yaptıkları açıklamalarda şiddete uğrayan kadınların acil durumlarda kullanması için tasarlanan panik butonları yerine mahalle namusu kavramının güçlendirilmesini şiddetle mücadelede çözüm olarak sunabildiğini görüyoruz.
Açıkça şiddetin gerekçesi olarak sunmasa bile dönemin başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın kadınların kahkaha atmasını bile namusa aykırı gören ve namusun çok önemli bir değer olduğunu savunan açıklamaları kadınları nesneleştiren ve bu yolla şiddete hoş görü içeren açıklamalar olarak not edilmeli.
Medya etik kodlara uyuyor mu?
Önlemeye yönelik yükümlülükler bakımından da özel sektörün ve özellikle medyanın kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılmasına yönelik ilkeler benimsemesi, çalışanların maruz bırakıldığı şiddet olayları karşısındaki tavırlarına yönelik kurallar benimsemesi gerekiyor.
Medyada kullanılan dil ve yapılan haberlerin içeriği ile kadına yönelik şiddete ilişkin farkındalık yaratacak programlara yer verilmesi de önleme yükümlülüğüne sunulacak katkılara örnek verilebilir. GREVIO her türlü medyanın kadın erkek eşitliği ve kadına yönelik şiddet alanında belirli özdenetim standartları geliştirmesi gerektiğinden yola çıkarak bu standartlara ilişkin sorular soruyor. Burada özellikle zararlı toplumsal cinsiyet kalıplarının, kadınları küçük düşürücü ve şiddet ile seksi ilişkilendiren imgelerin yayılmasından kaçınma gibi başlıklar üzerinde duruluyor.
Türkiye’de yaygın medya araçlarının takip ettiği etik ilkelerin olmadığını görüyoruz. Örneğin, bir gazetecinin gözaltındayken polisin kendisini tecavüz etmekle tehdit ettiğini açıklamasının ardından bir köşe yazarı tecavüzle ilgili yaygın yanlış anlayışları sürdürerek “ne çekicilikleri ve özellikleri var ki bunların?” sorusunu sorabiliyor.
Ayrıca haber taramalarında hakkında iki kere kasten öldürmeden yargı kararı bulunan ya da yargıya intikal etmiş tecavüz ve taciz iddiaları olan kişilere canlı yayınlarda yer verildiğini ve program sunucularının bu kişileri hoş gören ya da savunan açıklamalarda bulunduklarını gördük. Bir türkücünün “Tokadı da şiddetten mi sayalım?” şeklinde sözler sarf ettiği röportajı herhangi bir açıklama yapmadan ya da kadına yönelik şiddet alanında çalışan uzmanların görüşünü de sunmadan olduğu gibi yayınlanabiliyor.
İyi örnekler, kişisel girişimlerle sınırlı
GREVIO anket formu, medya haricindeki diğer sivil toplumun kadına yönelik şiddetle ilgili politikalara dahil edilmesi için neler yapıldığını da soruyor.
Bu konuda hükümetin aldığı önlemlere dair bir habere rastlamadık. Ancak Türkiye Futbol Federasyonu’nun bir kadın hakeme “Sizin yapacağınız en güzel şey, evinize gidip bulaşık yıkamaktır” diyen teknik direktöre 7 gün men cezası vermesi, Tunceli Belediyesi ve Diyarbakır Belediyesi ile DİSK’e bağlı Genel İş Sendikası arasındaki yapılan toplu iş sözleşmesinde eşine şiddet uygulayan çalışanın aylık ücretinin beyan esasına dayalı olarak eşine ödeneceğine karar verilmesi ya da İzmir Emniyet Müdürünün eşine, nişanlısına veya sevgilisine şiddet uygulayan 45 polis memuruna yönelik çeşitli idari yaptırımlar uygulandığını açıklaması farklı sektörlerin gerçekleştirdiği olumlu adımları örnekliyor.
Yine de bu politikaların daha merkezi, farklı birimler arasında koordineli bir şekilde ve sürekli olarak uygulanmasının sağlanması ve takibinin yapılması gerekir. Bu haliyle bu örnekler iyi niyetli kişisel girişimlerden öteye gidemez.
CEDAW Komitesinin Türkiye’yle ilgili endişeleri
Kadınların toplumsal, siyasal ve ekonomik olarak güçlendirilmesine yönelik politikaların geliştirilmesi ve uygulanması da onları şiddete karşı daha dirençli kılacağı ve şiddetten uzak bir yaşam kurmaları yönünde destekleyeceği için son derece önemli. Ancak CEDAW Komitesi’nin Türkiye’nin 7. dönem raporuna dair nihai görüşlerinde dile getirdiği endişeler İstanbul Sözleşmesi bakımından da son derece önem taşıyor.
Komite, hükümet yetkililerinin kadınlara yönelik bizim de bu raporda yer verdiğimiz ayrımcı açıklamalarına, aşağıda örnekleri verilecek kadının birey olarak değil "eş ve anne" olarak değerlendirildiğini gösteren beyanlara, çocuk evliliklerine, yasalardaki ayrımcı düzenlemelere, kanun uygulayıcıların kanunları uygulamamasına, kadınların ise hakları konusunda yeterince bilgilendirilmemesine, çözüm sürecinin sona ermesi, darbe girişimi ve diğer gelişmelerle ortaya çıkan güvensiz ortamın kadınların insan haklarına etkilerine dikkat çekiyor.
GREVIO son olarak iş yerinde cinsel tacizle mücadele ya da çalışanların kadına yönelik şiddetle ilgili farkındalıklarının yükseltilmesi protokollerin ya da rehber ilkelerin hazırlanmasının teşvik edilmesine yönelik tedbirlere ilişkin soru soruyor. Bu konuda bir çalışmaya taradığımız haberlerde yer verilmemişti. Ancak Adalet Bakanlığı bünyesindeki adliye, ceza infaz kurumları ve denetimli serbestlik müdürlüklerinde çalışan personel için yapılan mobbing anketinin sonuçları her ne kadar mobbingin tek biçimi cinsel taciz olmasa da bize iş yerine cinsel tacize yönelik çalışmaların ne kadar acil bir gereklilik olduğunu göstermesi bakımından önemli. Ankete göre “’Çalıştığınız ortamda mobbinge (psikolojik tacize) maruz kaldınız mı?’ sorusuna yüzde 94 (1063) ‘Evet, mobbinge maruz kaldım’, yüzde 6 (64) çalışan ‘Hayır, mobbinge maruz kalmadım’ yanıtını verdi. ‘Mobbinge karşı ne tepki verdiniz ?’ sorusuna yüzde 75 (823), ‘Bir şey yapmadım’ dedi”.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden kaynaklanan önleme yükümlülüğünün gereklerini yerine getirmediğini tespit etmek için elimizde yeterince veri var. Hem söylem hem de uygulama düzeyinde İstanbul Sözleşmesinin yürürlüğe girmiş olması hiçbir etki yaratmamış görünüyor. CEDAW Komitesinin ardından GREVIO’nun da Türkiye’yi bu açıdan eleştireceği kuvvetle muhtemel. İstanbul Sözleşmesi'nin biz kadınların hayatında yaratacağı somut değişiklikleri görmek için belli ki biraz daha beklememiz gerekiyor. (NK/ÇT)
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NE DİYOR, DEVLET NE YAPIYOR?* İstanbul Sözleşmesi Ne Diyor? Devlet Ne Yapıyor? (12 Haziran) * Kadınlar Eşitlikte, Devlet Eşitsizlikte Israrcı (13 Haziran) * Ayrımcılık Önlenmiyor, Resmi Söyleme Dönüşüyor (14 Haziran) * Şiddete Karşı Koruma ve Destekleme Yükümlülüğü mü? Bir Telefon Hattı Bile Yok (15 Haziran) * İstanbul Sözleşmesi, İç Hukukta Nasıl Uygulanıyor? (16 Haziran) İhlal Edilen Koruma Kararları, Reddedilen Müdahillikler… (17 Haziran) Bu yazı dizisi Friedrich Ebert Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği'nin mali desteği ile yayınlanmıştır. |
* Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi bakımından karnesini ortaya çıkarmak amacıyla hazırlanan ve altı gün sürecek “İstanbul Sözleşmesi Ne Diyor? Devlet Ne Yapıyor?” başlıklı yazı dizisi için, bianet’te 1 Ocak 2014 – 31 Aralık 2016 arasında yayınlanan “Kadınlar Mücadele Ediyor, Erkek Şiddeti Yargılanıyor” çetelelerinde yer alan verileri Feray Salman inceledi.
TIKLAYIN - İSTATİSTİKLERLE 2015-2016 ERKEK ŞİDDETİ DAVALARINDA ÇIKAN KARARLAR