* Fotoğraf: Haluk Kalafat
Aslında ne zamandır aklımda olan bir konuydu bu. Erteledim, üşendim, zorlandım. Ama o beynimin içinde döndü de döndü. Ve sonunda köşeye sıkıştırdı beni.
Bu yazının şimdi olmasının müsebbibi bu haftaki Penguen dergisinin son sayısıdır. Ne hüzünlü bir sayı olmuş bu seferki. Usulca veda etmişler bize. Altını çizmek istediğim bir kelime bu. Usulca! Dergiyi okumam bitince bir ayrılık duygusu kapladı içimi. Sarıldık ve ayrıldık Penguen’den. Yolları açık olsun, iyi ki kesişmiş çizgileri bizlerle. Bir de her şey için teşekkür etmişler bizlere. Biz de size teşekkür ederiz.
Ayrılık duygusunun ağırlığını en çok alışkanlık, özlem, yalnız kalma korkusu, boşluk duygusu oluşturuyor sanırım.
Bu arada belirtmek isterim ki ayrılık derken sadece ilişkilerde yaşanan ayrılıklardan bahsetmiyorum.
Bir şehirden ayrılmayı, bir evden, bir çalışmadan, Penguen örneğinde olduğu gibi bir dergiden, çok sevilen bir kitap bitiminde o yazardan ayrılmayı da kastediyorum.
Ancak yazının ana eksenini ilişkilerdeki ayrılık oluşturuyor.
Kolay ayrılık olur mu? Sanmıyorum.
Ama biliyorum ki ayrılmayı başarabilmek için önce birleşmeyi, bağlanmayı gerçekleştirmiş olmak gerekiyor. Bütünlüğü yakalayamadığımız bir şeyden ayrılmak da pek mümkün olmuyor.
Özellikle ilişkilerdeki ayrılıklarımızın çoğunlukla vurdulu kırdılı, gürültülü patırtılı olmasının sebebi bu olabilir mi? Gerçekten birleşememiş olmanın getirdiği bir hınç, öfke tam da ayrılığın eşiğinde gelip bizi buluyor olabilir mi?
Öfkemiz aslında ayrıldığımız nesneye değil de, birleşemediğimiz ve bu sayede ayrılmayı başaramadığımız kendimize karşı olabilir mi?
Çoğu zaman ilişkiyi bir üçüncü olarak düşünüp aslında ilişkinin kişilerden ya da kişilerin ilişkilerden ayrıldığını düşünürüm. O ilişki artık bol ya da dar geliyordur, dizleri çıkmıştır, son kullanma tarihi geçmiştir, artık sıcak tutmuyordur, su geçiriyordur vs…
İlişkilerdeki ayrılığın sorumlusu hiçbir zaman tek kişi olamaz, çünkü bir ilişki en az iki kişiden oluşan ve kendini sürekli yeniden yaratan canlı bir mekanizmadır.
Mesleki kariyerimde çok önemli bir yeri olan hocam Dr. Murat Dokur, ilişkiler başlar ama bitmez; kullanırsınız ya da kullanmazsınız artık o ilişkiyi gibi bir laf etmişti vakti zamanında ve eklemişti “kişiler masumdur ama ilişkiler değil”.
Buzdağının görünen kısmı ilişkilerin iki kişiden oluştuğu. Buzdağının görünmeyen kısmında ise ilişkiyi oluşturan birçok farklı dinamik söz konusu. Kişilerin kendi köken aileleri, kişilerin geçmiş ilişkileri, travmatik deneyimleri, beklentileri, öncelikleri hepsi buzdağının görünmeyen kısmında yerlerini alıyor. Çoklu gerçeklikler silsilesi diyebiliriz kısaca. Ve ilişkileri belirleyen de daha çok bunlar oluyor.
Mesela şuanki ilişkinizde önceliğinizi belirleyen şey belki de bir önceki ilişkinizde yaşadığınız can sıkıcı şeyler olabilir. Örneğin son ilişkinizde cinsellikle ilgili ciddi sıkıntılar yaşadıysanız, bir sonraki ilişkinizde iyi bir cinsellik en önemli önceliğiniz olabilir. Veya bir önceki ilişkide partnerinizin öfke probleminden zarar gördüğünüzü düşünüyorsanız, bir sonraki ilişkide partnerinizin öfkesini uygun yollarla ifade edebilmesi sizin önceliğiniz olabilir.
Bir önceki ilişkide tatsız deneyimler yaşadıysanız bir sonraki ilişkide kaygınız daha yüksek olabilir, kendinizi ilişkiye bırakmakta bir nebze zorlanıyor olabilirsiniz çünkü sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer çoğu zaman.
Yani ilişkilere ister istemez kendimizden, geçmişimizden birçok şeyi bulaştırıyoruz. Ve buna göre de duygusal pozisyon alışlarımız belirleniyor. Bizim duygusal pozisyonumuza göre karşımızdaki de kendi pozisyonunu belirliyor.
Durum böyleyken ayrılık vuku bulduğunda ilişkide olan biten olumsuz şeylerin faturası ise genellikle tek kişiye çıkarılıyor. Ya ötekine ya da kendimize. Bunun sonucunda ise karşımızdakini ya da kendimizi duygusal bir savaş ortamına çekiyoruz ve çekiliyoruz. Suçluluk duygusu hissederek ya da hissettirerek cezalandırıyoruz kendimizi ya da karşımızdakini. Ancak bilmeliyiz ki bunun galibi ya da mağlubu asla olmayacak. Çünkü ortada iki kişinin oluşturduğu başka bir şey var ve buna “ilişki” diyoruz.
Aslında birbirimizden değil, ilişkilerden gidiyoruz. Ama birbirimizin canına okuyarak bunun acısını çıkarıyoruz.
Ayrılıkların yıkıcı ve yaratıcı taraflarından bahsedecek olursak, yıkıcı tarafı seçtiğimizde bir ilişkiyi ya da bir kişiyi tamamen iyi ya da kötü olarak ayırıyoruz. Bir ilişkide hem iyi hem de kötü şeylerin ya da bir insanda hem iyi hem de kötü tarafların olabileceğini es geçebiliyoruz. Bir zamanların sevgi nesnesi olan şey, şimdinin öfke nesnesine dönüşebiliyor. Bir anda yaşanılan tüm iyi şeyler rafa kaldırılıyor ve “kötü” şeyler raflardan indiriliyor. Elbette böylesi işimize geliyor. Bu eylem, ayrılığın acısıyla baş etme yöntemi olabilir ancak öfke en güçlü bağdır çoğu zaman ve ilişkiyi sabit tutar, bırakmayı engeller ve avuçlarımızın içini kanatır. Ha geçer mi? Bu da geçer elbet ama bir sonraki ilişkide yine hortlayıverir. Tekrarlayan zorlu ilişkiler, benzer kişiler, takılmışlıklarımızla patinaj çekmemizi sağlar.
Yaşanılan iyi şeylerin hakkını vererek onlara teşekkür etmeyi başarabildiğimizde, onlarla vedalaşabildiğimizde ise ayrılığın yaratıcı tarafına geçebiliyoruz. İşte o zaman “ayrılık, sevdaya dahil” olabiliyor. Ve ayrılığı yaratıcı bir sürece dönüştürebiliyoruz. Birbirimizi uğurluyoruz yeni yaşantılara. Kendi içimize çekilip ya da dışımıza açılıp yasımızı tuttuğumuzda, ayrılığın iyi gelmeyen taraflarıyla usulca yüzleştiğimizde ve onları kabullendiğimizde ise değişimin gerçeğini, hayatın döngüselliğini de kabulleniyoruz. İşte o vakit kendimizi de uğurlamayı başarabiliyoruz yeni yaşantılara. Aksi halde takılıp kalıyoruz hep bir yerlerde.
Sonrası mı?
Nefes aldığımız sürece ne eksik ne fazla… Yine birleşmeler, yine ayrılıklar… Daima ve daima…
Uğurlar olsun. (TI/HK)