* Görsel: Netflix Türkiye.
Herkesin babası gibi olan babayı bambaşka anlatıyormuş gibi verme telaşı, konunun tekdüzeliği ve artık kabak tadı verişi.
Cici'nin bendeki tanımı tamamen bu cümleden ibaret olabilir; fakat filmin bende uyandırdığı diğer hisleri de yazmayı deneyeceğim.
Netflix'teki yerli yapımları izlemek gün geçtikçe izleyici daha da zorlasa da "Bir Başkadır" (2020) dizisiyle adından çokça söz ettiren senarist ve yönetmen Berkun Oya'nın yeni filmi "Cici"yi sanırım herkesle birlikte ben de izledim.
Berkun Oya'ya dair gördüğüm en iyi analizi ise şuraya sabitleyerek başlayayım: "Berkun Oya günümüzün Çağan Irmak'ıdır."
Oyuncu kadrosunda Ayça Bingöl, Fatih Artman, Funda Eryiğit, İncinur Daşdemir, Nur Sürer, Okan Yalabık, Olgun Şimşek, Şevval Balkan ve Yılmaz Erdoğan gibi isimleri buluşturan "Cici", bir kaybın ardından köyden kente göçen bir ailenin yaklaşık 30 yıl sonra eski evlerinde buluşmasını konu alıyor.
Cici, Yılmaz Erdoğan'ın (Bekir) babayı oynadığı bir ailenin evinde ve evin avlusunda geçiyor. Evin içinde yaşayanların 30 yıl önceki ve sonraki hallerini gördüğümüz filmde, bir aile trajedisi anlatılmaya çalışılıyor.
Sorular
Yazının bundan sonrası mecburi spoiler içeriyor.
Cici, aile trajedisinin kaynağı aramamızı sağlamaya çalışıyor; fakat bize hiçbir zaman bu trajediye dair yeterli veri vermiyor. Ekranın karşısında sürekli "Neden?", "Kim?" derken buluyorsunuz kendinizi.
Ailenin çocukları: Saliha, Kadir ve Yusuf. Bir de "kimsesiz" Cemil var. Babasının vefatından sonra Cemil'in bakımını ya da en azından geçim sorunu yaşamayacak şekilde hayatına devam etmesi görevini Bekir üstleniyor.
Ailedeki kırılma anı ortanca çocuk Kadir'in (daha sonra Okan Yalabık olarak göreceğiz) bir çocukluk travmasında gerçekleşiyor. Bu tekil olaya Berkun Oya bizi adeta hapsediyor. Yan bir hikâye olarak ise hatırda kalan tek şey Bekir'in, karısı Havva'ya uyguladığı psikolojik şiddet. Bir de bir gece Havva'nın üzerine kapı kilitlemesi.
Bu davranışlar başlı başına bir fail portresi çıkarabilir ancak ne Yılmaz Erdoğan'ın bir yandan babacan da olan tavırları ne de Berkun Oya'nın sineması bu hissi bize veriyor.
Babası Bekir'in Almanya'da çalıştığı yıllarda getirdiği bir kamerayla kendi kendine çekim yapan Kadir, her seferinde kameraya dokunduğu için azar işitiyor fakat asıl fırtına, Kadir'in Cemil'e yaptığı haset dolu bir şakadan sonra kopuyor.
Ve diğer her şey
Cemil'in üzerine hortumla su tutan Kadir'i gören babası, "Ne şakası?" diye Kadir'i örselemeye ve aynı şakayı Kadir'e yöneltmeye başlıyor. Mevsimini bilmediğimiz; ancak kış ayları olmadığından emin olduğumuz bir dönemde yapılan bu su şakaları, Kadir'in zihninde karlı bir günde ona hortumla su tutulması olarak kalıyor. Ya da aslında Kadir, zorbalığının kendine yönelmesinden asla payını almıyor ve olaylar zihninde gerçekten böyle canlanıyor.
Kadir'e vermek istediği dersin dozunu kaçıran Bekir ise bunun bedelini hayli ağır bir şekilde ödüyor.
Olay gecesi Kadir'in iyileşmesi için kaynatılan ıhlamurdan sonra TRT ekranı kararıyor, odunlar sönüyor ve evin penceresi açılıyor. Gece boyu cam açık ve en azından üstünde bir şey olmadan uyuyan Bekir'in başına gelenleri kısa bir süre sonra görüyoruz.
Sormak istediklerimize ve bir yere koyamadığımız diğer her şeye gelirsek:
- Saliha hiçbir şey bilmiyorken bile neden annesini affetmediğini söylüyor? Annenin cama konulan taşları görmesi, bunu bilmesi ne anlama geliyor?
- Havva neden Cemil'e saldırıyor?
- Yusuf diğer kardeşlerin aşağılayacağı bir kardeşe ne zaman ve neden dönüşüyor?
- Kadir neden depresyonda? Çocukluk travması tüm yaşamını ele mi geçirmiş?
- Filmin sonu neden bu kadar tahmin edilebilir ve genel kanı neden finalin beklenmedik olduğuna dair?
- Demans tanısı alan annenin sahnelerinden, özellikle aynada kendine "Küçük kız" demesinden emin miyiz? Bu sahneleri bir uzmana mı danışsaydık?
Berkun Oya'nın muhtemelen güzel fikirleri ve kurmaya çalıştığı bir takım bağlar, bağlantılar var. Fakat zihnimizde inşa ettiğimiz ve bizi iştahlandıran "projelerin" bazılarını asla somut olarak inşa edemiyoruz. Çünkü bu zorlu bir uğraş. Somut inşayı başaramamaktan daha kötü olan ise başardığını sanmak.
Berkun Oya belli ki başardığını sanıyor.
Berkun Oya'da latent bir şekilde de zaman zaman gözlemlenen mizojiniye dair bilgi veren bir not: 2020'de birartibir.org'da yayımlanan "Teoride ve pratikte 'hop'" başlıklı söyleşide tiyatrosunun ismi (Krek) sorulduğunda şöyle diyor Oya: Aynı söyleşinin bir başka yerinde ise şöyle diyor: "En çok etkilendiğim film Güneşli Pazartesiler. O filmi çok seviyorum, şifrelerim falan oradan. Fikirsiz bir genç kızın A-ha grubunu sevmesi gibi bir ilgim var o filmle." |
Fikrini duyurmak isteyen başka fikirsizlerin, filme dair kritiklerini okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.
(TY)