Sabah karanlıkta işe gidiyorum. Kadınım, körüm, tekim. Tren istasyonunda sessiz bir el beyaz bastonumu tutup sarı çizginin üzerine yerleştiriyor, “Burada dur” deyip uzaklaşıyor. Araca biniyorum, ayakta duran yolculardan biri oturanlara doğru sesleniyor: “Bir yer verin, yardımcı olalım…” Başka bir adam elimi tutup beni çekiyor, “Gel böyle” diyor. Elimi ondan kurtarıp demirlere daha sıkı tutunuyorum. Bir başkası “Bayanı böyle oturtun” diyor. Sinirlenmeye başlıyorum. Oyalanmak için sosyal medyada gezinmeye karar veriyorum. Birisi, “Engelli çocuğu doğurmak ahlaksızlıktır, nokta.” yazmış kendinden emin bir şekilde. Kör bir arkadaşımın, gebelik takibi için gittiği doktordan, “Bunu sana kim yaptı?” sorusunu duyması geliyor aklıma. “Doktor neden böyle düşündü” derken bir başka yaşanmış olayı hatırlıyorum. Az gören bir lise öğrencisinin ailesi okula çağırılıyor, “Kızınızın görmesi o kadar bozuk ki yanındaki kişinin kız mı erkek mi olduğunu bile anlayamıyor, bu sorun karşısında ne yapmayı düşünüyorsunuz?” diye soruluyor. Bana da lisedeki bir öğretmenim, “Dersleri daha rahat takip etmen için ne yapabiliriz?” diye sormak yerine, neye ihtiyacım olduğunu kendisi tespit ederek “bir göz doktoru” önermişti…
İktidar her yerde
Bizim kim olduğumuza, bizim için neyin iyi olduğuna karar verme hakkını kendinde bulan iktidar, kaynağını devletten ve onun kurumlarından alarak zehirli bir sıvı gibi en küçük sosyal ilişkilere kadar sızıyor. Kapitalizm, kimin daha iyi “çalıştırılabilir” olduğunu belirlerken norm olarak “”sağlam” bedeni ve onun üzerinden de benim “sakat” bedenimi yaratıyor. Sınıflandırılmış varlığım, tıbbi müdahalelerle düzeltilmeye çalışılıyor. Eğitim kurumlarıyla düşüncelerime ve davranışlarıma şekil veriliyor. Bir yerden sonra iktidarın baskı ve dayatmalarını, adına toplum dediğimiz yapı üstleniyor. Ailesiyle, normlarıyla, değerleriyle, kurallarıyla, beklentileriyle beni tanımlıyor, beni izliyor, beni denetliyor… Nihayetinde tek tek bireyler de bilinçsiz bir kendiliğindenlikle iktidarın kırbacını birbiri üzerinde sallayacak şekilde hiyerarşideki konumunu alıyor.
Öjenik fikir ve uygulamalarla üreme hakları elinden alınan, aileler tarafından baskılanan, sömürülen, tıbbi otoritelerce damgalanan, kurumlara kapatılan, hayatta kaldıklarında ise annelikleri sorgulanan, patrondan çifte ayrımcılık gören, kendi parasını yönetmesine izin verilmeyen, rıza/onay süreçlerinden otomatik olarak muaf tutulan… engelli kadınlar; kendi yaşamlarında kendileri söz sahibi olmak için mücadele veriyor.
Tüm bu baskı ve dayatmalara karşı yürütülen öz savunma, yine aynı sağlamcı iktidar ve onun görünmez uzantıları eliyle durdurulmaya çalışılıyor. Kişilere zorla yüklenen cinsiyet rolleri ile toplumsal normlar, kimin neyi nasıl savunacağını da belirlemeye kalkışıyor. Asıl sorunun ne olduğu, bu sorunun çözümünün ne olduğu, bunun için ne yapılması gerektiği ve bunun da nasıl ifade edilmesi gerektiği konusunda dayatmalar başlıyor. Hem sağlamcılık hem ataerki doğası gereği kişilerin kendi kaderini tayin ve öz savunma hakkını doğrudan hedef alıyor.
Ben konuşacağım
Sabahki trene geri dönersek; bana nerede durmam gerektiğini söyleyen otoriteye itirazım var, benim adıma yardım istenmesinden rahatsız oluyorum, ille de oturmam gerektiğine karar verilmesinden hoşlanmıyorum, izinsizce bedenime dokunulmasını taciz olarak görüyorum, benim yaşamım ve kararlarım hakkında hüküm verilmesini kabul etmiyorum… Fakat birileri çıkıyor, “Asıl sorun iş yerinin uzak olması” diyor. Bir başkası da, “İş bulamayan bunca engelli varken bunu gündeme getirmen şımarıklıktır” diyor. Bir diğeri, “Sinirlenmek yerine insanlara sakince durumu anlatır ve onları bilgilendirirsen sorun çözülür” diyor… Ve tekrar bir yetki aşımı başlıyor.
Şüphesiz ki neyden rahatsız olduğumu en iyi bilecek olan benim ve bunu da ifade edecek olan benim. Kör bir kadın olarak dolaysızca deneyimlediğim tüm yaşantılarım hakkında hüküm verme yetkisi bana ait. Söz gelimi, engelli bir kadın, karşılaştığı bir davranışı fiziksel taciz mi yoksa iyi niyetli bir yardım çabası olarak mı algılayacağını, alelade bir günde yolda giderken hiç memesi ellenmemiş bir erkekten öğrenmeyecek.
Direniş ve dayanışma
Kişilerin kendi kaderini tayin hakkını kabul ederek, tüm ezilenlere alan açarak, öznelerin kendi seslerini yükselterek dayanışmayı büyütebiliriz. Verili kimliklerime dayatılan her türlü normu ve hiyerarşiyi reddediyorum. Her taraftan sarmalandığımız sağlamcı iktidarı, kendimizi de dahil ederek, öncelikle fark etmek, onu sorgulamak, onu sorunsallaştırmak buna direnç göstermektir. Direnişim devam edecek.
(MS/RT)