Savaşı kutsamak pek yaygındır. Devlet dili ve bu dilin dayatıldığı medya savaş, kan, kayıplar üzerinden güç devşiren bir nizamın parçasıdır çoğu zaman.
Meslek hayatımda yüzlercesine denk geldim, boynuna üzerinde kuru kafa simgeleri bulunan fularlar bağlayıp İsrail’in kuzeyinden Lübnan’a atılan bombaların özelliklerini sıralayan televizyon gazetecileri vardı, hâlâ varlar.
Yine savaş jeti simülatörlerine girip askeri uçakların hedefleri nasıl bombaladığını canlandırarak bunu bir televizyon haberi haline getiren gazeteciler oldu. 20 yıllık meslek yaşamımda sadece kendi gördüklerim üzerinden bile onlarca kötü örneği arka arkaya tek nefeste sıralayabilirim. Savaşın eksik olmadığı bir coğrafyada savaşı kutsayan haberler yapıldı, bu marifet sayıldı, sayılıyor.
Yeniden savaş dili
Çok değil kısa bir süre önce ülkenin Kürt coğrafyasında yeniden başlayan savaş ile ilgili yazılanlar ibret verici. Uzun bir dönem devam eden çatışmasızlık biter bitmez hemen ertesi günkü gazeteleri açıp bakınca dönüşümü görmek, ya da en azından yaşanan çatışmalar üzerinden savaşa methiyeler düzenlerin yazdıklarını okumak elbette şaşırtıcı değildi.
Zira bugüne kadar o köşelerin, o ekranların sahibi olmak için ne yaptılar ise ellerine fırsatı geçirdikleri ilk anda aynı şeyi yapmaya devam ettiler. Müzakere ve barış süreci ile geçen bir kaç yılda kaybettikleri zamanı bir an evvel telafi etme yarışına girdiler. Her şey gözümüzün önünde oldu.
Barış gazeteciliği
Henüz Türkiye yeniden çatışmalara, bombalı intihar saldırılarına, suikastlara sahne olmaya başlamadan kısa bir süre önceydi. Barış gazeteciliği fikrinin yayılmasına öncülük eden Jake Lynch ve Annabel McGoldrick’in bu konuda yaptıkları çalışmalara yeniden bir göz atma fırsatı bulmuştum.
Lynch ve McGoldrick’in ‘Barış gazeteciliği’ni anlatmak için yaptıkları videolar çok öğreticiydi. Onlardan mülhem, ‘acaba benzer bir çalışmayı Türkiye için yapabilir miyiz?’ diye düşündük, böylece yola koyulduk.
TIKLAYIN: ŞİDDETİN RESMİ VE HABER FOTOĞRAFÇILIĞI
Bu çalışmayı da IPS İletişim Vakfı/bianet tarafından düzenlenen bu yılki Okuldan Haber Odasına (OHO) programında katılımcılar için vereceğim seminer öncesinde tamamlamak niyetindeydik.
Bunun için Televizyon habercisi meslektaşlarım Işıl Sarıyüce ve Akın Depecik ile birlikte sokağa çıkarak barış gazeteciliğine dair bir çalışma yapmaya karar verdik.
İstanbul’da sıradan bir Cumartesi günü ‘barış gazeteciliği’ tanımına belirgin bir şekilde uyan ve uymayan iki haber yapacaktık. Aynı habere iki farklı bakış açısı ile yaklaşacak, aradaki belirgin farkı, bu farkı ortaya çıkaran iki ayrı yaklaşımı seminere katılan gazeteci adayları ile tartışacaktık.
Barışın dili
Bu nedenle Johan Galtung'un 1970’lerde ilk kez dile getirdiği Barış Gazeteciliği, Lynch ve McGoldrick tarafından, ‘muhabirlerin çatışmaya ilişkin şiddet içermeyen tepkilere daha fazla değer verilmesi noktasında toplumu cesaretlendirecek -hangi haberlerin verileceği ve bunların nasıl sunulacağı konusunda- tercihler yapmaları’ olarak tanımlanıyor.
İşte bu tanıma uyan ve uymayan iki haber çekmeli, lisanı buna göre kullanmalıydık. Zira kullanılan dil, habere bakışın en önemli enstrümanıydı. Üstelik içinde bulunduğumuz günler medyada ‘barış dili’nin kullanımına ilişkin en olumsuz örneklerin sergilendiği zamanlara tekabül ediyordu.
Hürriyet, Milliyet gibi ana akım medyanın en tipik temsilcisi sayılabilecek yayın organları, tıpkı siyasi gündemin pespaye erotizmini yapan iktidar yanlısı bir takım küçük tirajlı gazeteler, kendisini ‘muhalif’ olarak konumlandıran/tanımlayan Sözcü Gazetesi ve benzeri bazı yayınlar şiddeti yücelten, süregelen çatışmalardan beslenen ve bu konuda insanı değil sistemi, barışı değil savaşı gözeten yayınlarına tam gaz devam ediyordu.
İstiklâl Caddesi’nde bir Cumartesi
İşte tam da bu ortamda biz bir Cumartesi günü, polisin bir kaç yıldır emniyet tedbirleri konusunda aşırıya kaçtığı İstiklal Caddesi’ne çıkıp iki haber hazırladık: Işıl, barış dilini kullanarak, barış gazeteciliği ilkelerine uygun bir TV haberi hazırladı. Ben ise aynı habere aslında alışageldik insanı değil devlet nizamını tesis etmeye dönük her gün karşı karşıya kaldığımız güvenlikçi dili kullanarak bir haber yaptım.
Barış Gazeteciliğini Prof. Dr. Sevda Alankuş’un tanımladığı şekliyle, “Herhangi bir çatışma konusunu –ki bu etnik, dinsel, ulusal topluluklar, farklı cinsler, sınıflar ya da iki birey arasında olabilir- futbol söyleminin temellendiği gibi ‘kazanmak –ya da- kaybetmek’ gibi bir ikili karşıtlıkla haberleştirmemek” olarak ele alırsak, haberimde ‘taraftar dili’ni egemen kılan bir söylemin her günkü ana akım televizyon haberine egemen olduğu bir yapı kurdum.
Bunu yaparken günlük haber pratiğinde sık sık gördüğümüz gibi polisin (dolayısıyla devletin) tavır, davranış ve muamele biçimini meşrulaştırmaya dönük bir dil kullandım.
‘Öteki’ni anlamaya hiç gayret etmeyen, asla empati kurmayan, devlet tarafından telkin edileni haklı kılmayı amaçlayan, güvenlikçi-devletçi bir dil tutturdum. Burada Galtung’un özgün tablosunda sözünü ettiği savaş/şiddet odaklı gazeteciliğin neredeyse tüm unsurlarını kullandım; polisin kullandığı gücü ve devletin halk karşısında kurmaya çalıştığı güç eksenli egemenlik üzerinden durumu tarif ettim.
Karşıtlık kurdum, sanki bir gruptaki bütün bireyler aynıymış gibi ‘biz ve onlar’ üzerinden ötekileştirmeyi besledim; devlet, millet, ordu, güvenlik güçleri ‘bizimkiler’ oldu, politik bir derdi olup bunu yüksek sesle söylemek isteyenleri ise marjinalleştirdim. Hoşnutsuz esnafı konuşturup karşıt tepkiyi ‘mutlak’mış gibi yükselttim. Bunu yaparken diğerlerine söz hakkı tanımadım.
Güvenlikçi dil
Bu nedenle haberde bireylerin neden bir eylem yaptığını anlamaya çalışan bir dil yerine, onların İstiklal Caddesi’ne gelmelerinden rahatsızlık duyan, bunu kimi zaman üzeri kapalı, kimi zaman ise açık açık söyleyen, hatta polisin meşru bir gösteriye göz yaşartıcı gaz ile müdahale etmesini haklı bulduğunu söyleyenlerin görüşlerine yer verdim.
Buraya gelerek eylem yapan siyasal yapıların isimlerini telaffuz ederken de mümkün olduğunca küçük gören, tepeden bakan bir dil kullandım, kısacası hegemonik olanın hegemonik olanın, muktedirin söylemini hakim kıldım.
Görüntü
Şimdi de bilhassa televizyon haberciliğinde görüntü kullanımının da önemine değineceğim. Zira TV de kullanılan görüntü dilin en önemli parçasıdır.
Kameramanın topladığı görüntü ve o görüntünün metin ve kurgu yoluyla kullanılma biçimi, çekim sırasında oluşturulan kadraj, kimin gösterildiği, kime odaklandığı, kimin gösterilemediği, kameranın açısı, haberin dilini-hakim anlatıyı yeniden üretir, pekiştirir, doğrudan etkiler.
Bir kameraman, aslında görsel cümleler kurar; o görsel cümleler haberi oluştururlar, çünkü TV haberi görüntüye göre yazılır. Dolayısıyla haberi hazırlarken kullanılan her görüntünün tek tek önemli olduğunu söylemek gerekir.
Bir televizyon muhabirinin haberin içinde kullandığı anons (diğer adlarıyla stand up ya da PTC - Piece to camera) yapılırken fonda polis araçları ve bekleyen polisler vardı. Savaş-şiddet gazeteciliği dilinin hakim olmadığı bu haberde eylem – eylemci mümkün olan en düşük profilde görüldü, güvenlik ve polisin pozisyonu öne çıkarıldı.
Barış dili örneği...
Barış gazetecisinin yaklaşımıyla savaş gazetecisininkini karşılaştıran Galtung'un özgün tablosu, 1998 tarihli "Barış Gazeteciliği Seçeneği" yayınında yer aldı. Galtung, "gazeteciliğin içine barış katmanın" yollarını ararken dört odaktan söz ediyordu: "Barış odaklı, gerçek odaklı, halk odaklı, çözüm odaklı bir gazetecilik yapmak."...
Işıl, aynı haberi, neredeyse tamamı aynı olan görüntüler ile benim yaptığımın aksine barış dilinin egemen olduğu bir haber şeklinde yaptı.
‘Cumartesi İnsanları’nın ne söylemek istediğini anlatmaya yönelik haberde anons da bu nedenle ilk örneğin aksine kayıplarını arayanların yakınında, derdi olanı gösterecek şekilde çekildi.
Haberin ana konusu, anonsta da öne çıkıyordu. Sadece anons değil, haberin bütününde eyleme katılan insanların ne demek istediği anlatılıyordu.
Barış gazeteciliğinin temel özelliklerinden birisi süreç odaklı olması. Süreç odaklı olmak sebep sonuç ilişkilerinin kurumasını gerektirir.
Işıl’ın haberinde gördüğümüz de tam da bu; 1990’lı yılların en karanlık dönemlerinde devlet görevlileri tarafından alınıp kaybedilen insanların yakınları, onları bulabilmek için yıllardır her türlü baskıya rağmen bir araya geliyor.
Zaten haber kendi bağlamını bu nedensellik ilişkisi içinde kuruyor. Böylece izleyici/okuyucu anlatılan haberi gerekçeleri ile beraber anlayabiliyor.
Bu nedenle barış gazeteciliği ilkelerine uyarak yapılan haberde eylemciler ile yapılan röportajlara yer veriliyor, onların sesinin duyulması da sağlanıyor.
Aynı zamanda hem eylemlerden hem de polisin sert müdahalesinden hoşnut olmadığını ifade eden esnafın sözlerine de yer veriliyor.
Şöven, ötekileştirici, polisin tüm eylemlerini meşrulaştıran, eylemcilerin her koşulda haksızlığı üzerine yoğunlaşmış görüşler ise haberde kendisine yer bulamıyor.
Diğer yandan da polisin tutumuna ilişkin somut tespitler yapılıyor. Kullanılan arşiv görüntüsü de bir önceki haberde olduğu gibi izleyiciyi provoke etme ve polis güç kullanımını haklı çıkarma maksadını taşımıyor, haberin temel işlevine hizmet ediyor, yani bilgi aktarıyor, propaganda yapmıyor.
Yaptığımız çalışmanın yine de barış gazeteciliğine teorik olarak tam olarak uymayan yanları olduğunu söylemeden geçmeyelim. Zira bilhassa bir uzman ya da (Türkiye’nin kendine özgü koşulları gereği) polis yetkilisi ile görüşme olmaması, bir otoriteye fikrinin sorulmamış olması eksiklik olarak görülebilir.
Sadece eylemlere karşı olan esnafla konuşmak, eylemciler ile benzer görüşte bir diğer dükkan sahibi/çalışanı olmaması, esnafın tamamının homojen, her türlü eyleme karşı bir kite olduğu algısını yaratmış olabilir. Ayrıca esnaf dışında İstiklâl Caddesi’ne yolu düşenler de haberlerde görüşlerine başvurulacak kişiler arasında olabilirdi.
Nötr ifadeler
Burada üzerinde en çok tartıştığımız paragraf şöyleydi:
‘Genellikle de protestoların önü Taksim Meydanı’na varmadan, daha Galatasaray’da kesiliyor. Polis, göstericilerin sayısı az da olsa kalabalık da, güvenlik önlemlerini en üst seviyede tutuyor.’
Barış dili ile yazılan haber, polisin pozisyonunu ‘güvenlik önlemi’ olarak tarif edebilir miydi? Bu konuda farklı görüşler var. Fakat güvenlik önlemi sözü ‘nötr’ ifadelerden biri olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla bu ve benzeri ifadeler çok tercih edilmese de barış dili ile çelişmeyebilir.
Ancak bu yine de tartışmaya açık bir mesele. Burada güvenlik önlemi lafının sorgulanmayan ve sıklıkla kullanılan bir klişe olarak sorunlu olduğunu söyleyebiliriz.
Barış gazeteciliğinde yaratıcılığın önemli olduğundan hareketle bu klişeler yerine onu ikame eden ifadeler bulunmasının önemi söylenebilir. Ayrıca nötr gibi görünenin sözcüklerin kimi zaman tehlikeli olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir.
Bu da tıpkı ‘İzinsiz gösteri yürüyüşü’ gibi oksimoron bir durum aslında! Anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü için izin alma zorunluluğu varmış gibi bir algı yaratmak medyanın şiddetten ve devletin telkinlerinden beslenen dilinin bir ürünü olabilir mi acaba?
Mesela burada da eğer yürüyüş hakkının kullanılmasından söz ediyorsak, pek iyi niyetli bir yaklaşımla, söz konusu ‘güvenlik’ten pekalâ göstericilerin güvenliğinin sağlanması anlamını çıkaracaklar da olabilir! Ama bu nötr gibi duran ifade aslında kendi içinde yanlış anlamalara yol açacak bir durum yaratıyor.
‘Konvansiyonel gazetecilik’
Sonuç olarak aynı konu hakkında, aynı yer ve zamanda, dediğim gibi neredeyse tamamen aynı görsel malzemeyi kullanarak, iki farklı bakış açısıyla hazırladığımız bu iki haber, barış gazeteciliği konusunda OHO’ya katılan gazeteci adaylarına net bir fikir verme ve özellikle de son dönemde yeniden artan, şiddetin dilini habere hakim kılmaya çalışan ‘konvansiyonel gazetecilik’ anlayışını görünür kılma, bir turnusol işlevi görme amacını taşıyor.
Zira haber metinleri, toplumun geniş kesimlerine ulaşıyor. Özellikle de yaygın bir biçimde izlenen televizyon haberlerinin şiddet dili üzerinden yazılmaması, barışa katkı ve barışın özendirilmesi açısından önemli. Yaptığımız bu çalışma da bu çabaya vurgu yapıyor, yapılmaması gerekenleri yalın bir dil ile anlatmayı hedefliyor.
Aslında barış gazeteciliği, yaratıcılık kullanılarak kadrajın azıcık değiştirilmesi ile bile yapılabilir bir şey.
Bu konuda yazıda da sıkça değindiğimiz Galtung’un özgün tablosu, bizim de bu sayfada gördüğünüz çalışmamızda esinlendiğimiz Lynch ve McGoldrick’in bu konudaki videolarının da ne kadar yol gösterici olduğunu da bir kez daha ifade etmek gerekiyor. (MU/BA)