Mecazi bile olsa nefes alamadığını iddia eden insanlar var. Bu ülkede yaşamanın her gün ölmekle eş değer olduğunu söyleyenler de var keza. Utandığını, yüreğinin daraldığını, içine kor düştüğünü söyleyenler ve bu duygularını şiirlerle destekleyen, aforizmalarla perçinleyenler. İçine kor düşen birinin, o dakikalarında Turgut Uyar’ın şiirlerinden dizeler seçmesi tuhaf tabi. Ahlar-vahlar, tagler eşliğinde, cümle başlarına, bilumum cümle sonlarına kondurulurken, pek muhtemel olmasa da “torunlarınız utanacak sizlerden” diyerek geleceğe kavis çizerek geçiliyorken, bunca üzülen, harap olmuş insanlarla niye gün içerisinde karşılaşmıyoruz? Ya da kafasını yastığa rahat koyamayan bir grup vicdanlı uykusuz insanlar nerede?
İfadenin tonsuzluğu sürüsüyle ünlem işaretleri ile giderilirken, üç noktalar her bir ruh hali anlatımı için büyük kolaylık sağlarken yeni bir dil oluştu aramızda. Şu da var tabi, bunları yapan bir avuç kadar insanız. Çok ciddiye alınılabilecek gibi değil ama durumun kendisi bir olgu olma yolunda ve üzerinde incelemeye değer. Çoğunluk işinde, gücünde, misafirliklerinde, ay sonu taksitlerinde, evin eksiği gediğinde, herhangi yatırım derdinde. Hoş bu bir grup insanın da böyle hayati meseleleri var ama yemeyip, içmeyip üzülmeleri sanki tek gündemleri gibi bir intibah uyandırma gayretleri, sosyal medyadaki ilk öncelikleri.
Duygu tariflerindeki bu abartılı ruh hali, samimiyetsiz de gelmiyor işin açıkçası. Kelimeler anlamları olan yüklerini bıraka bıraka bugünlerimize geldiler. Şimdi daha hafif, daha taşınabilirler. Sanırım bu yüzden çok da içten olmadığımız söylenemez. Gerçekten de kendimizi tariflediğimiz duyguların malzemeleri o kadar. Mahvolmak, içinizin kıyılması gibi beş, on dakikalık bir şey artık. Duruma göre değişse de “bu, bu demek değildir” diye bir şey de diyemeyiz.
Bu söylediklerimin kötü şeyler olduğunu düşündüğüm gibi bir şey çıkmasın ortaya. Bu kanalı kullanan çoğu insanın dışarıdan nasıl gözüktükleri hakkında herhangi bir fikirleri yok. Bence art niyetli de değiller. Katharsis etkisiyle bir kapılma hali diyeyim.
Belagatin, hakikati sahteleştirdiği söylenir. Kelimeler hafifleyince, onlarla yapılanları da her şeyin ölçüsü olarak almamak gerekiyor sanırım. Haber ağlarının bu kadar hızlı olmadığı zamanlarda, bir insanın duyacağı en kötü habere olan tepkisi de o kıymetteydi. Yani ayda bir kötü haber duyan bir insan, ona da hak ettiği tepkiyi vermesi gerektiğini düşünür, istemsiz. Günde birkaç kötü haberin düştüğü ülkemizde, birini gözden kaçırıyorsak diğerine üzülüyoruz. Üzülmek, hislenmek gibi bir zorunluluk hiç olur mu derseniz, sosyal medya bir nevi duyguların kelimelerle performans sanatına dönüştürüldüğü bir yer de oldu. Bu demek oluyor üzüldüğünüzü illaki göstermelisiniz. Haklarında konuşulan insanlar da genellikle yoksullar. Arkalarından dönen bu tip şeylerden hiç haberleri yok. “Şimdi bir takım insanlar sizin için çok üzülüyor ve kendi aralarında sürekli konuşuyorlar.” Kulağa çok anlaşılabilir bir şeymiş gibi gelmiyor.
Bunun yanında hangi kötü habere yakınlık duyduğunuz diye bir şey de var. Etnik kimliktir, ideolojidir, dahil olduğun sınıftır her biri kendine yakın olan bir kötü haberi seçmene etkide bulunuyor. Zaten ayrışmanın ezeli çok eskilere giden bu ülkede, şimdi bunu daha ayan beyan görüyoruz. Yani yeni bir şey değil bu.
O niye hiç gündem olmadı, bu niye hiç gündem olmadı gibi haklı isyanlar da var. Çok ölen tarafın, ölümle ilişkisi, az ölen tarafın ölümle ilişkisinden ayrı tutulup, ayrı değerlendirmeye alınıyor. Bir Kürt’ün ölümü, Batı’daki herhangi birinin ölümüyle bir olamıyor bu yüzden. Bıçak sırtı bir konu olduğu için böyle şeyleri yüksek sesle düşünmek şimşekleri üzerinize çekebilir. Ama şu kesin ki bir Kürt’ün ölümü göze batmayacak, mesele edinmeyecek kadar kanıksanmış çok uzun yıllardır.
Asansörün düşmesi sonucu ölen 10 işçinin haberi ile Mahir Çetin’in linç edilerek öldürülmesi, hemen hemen peş peşe gelen haberlerdi. Ölenin hep yoksul olduğu bir yana o gün sosyal medya biraz karıştı. Tipik algı 10’a 1’le nicelikten yana haberin önemini belirledi. Bir konu bitirip öyle diğerine geçildi. Buna kalmadan bir Kürt’ün öldürülmesi zaten bir iş kazası kadar her zaman olasıydı. Bir de mesele Kürt olmak ve ölmekti. Yan yana durmasına alıştığımız bir şey. Bu yüzden eşit üzülmek konusunda ısrar edilmedi. Öyle basit, öyle karmaşık hesaplar yani. (FG/HK)