Anayasa Mahkemesi (AYM), Can Dündar ve Erdem Gül kararını yayımladı. Kararın çıktısını alacak olursanız, elinize 35 sayfalık bir metin geçiyor. Kararın bu kadar uzun olmasının nedeni, AYM’nin gerekçe bulmakta zorlanması değil. Aslında Mahkeme’nin somut olaya özgü esas değerlendirmesi, yaklaşık 7-8 sayfa. Bunun dışında; kararın ilk 8 sayfası savcıların sordukları sorular vb. olay ve usul aktarımlarından ibaret. Kararın 18 sayfası ise Dündar ve Gül’ün tutukluluğunu haklı gören 3 üyenin karşı oy yazılarından oluşuyor. Yani kararı uzatan şey, gerekçe bulmakta zorlanılması değil, savcılığın tutumu ve sulh ceza hâkimliğinin itirazları reddetme süreçlerinin anlatımı ve de karşı oy veren üyelerinin açıklamalarıdır.
Kararın içeriğine bakıldığında; belirlemeler, asgari bir insan hakları hukuku bilgisine sahip olan biri için çok da özgün bir nitelik taşımıyor. Şöyle ki; eğer bu karar normal şartlarda, normal bir Avrupa ülkesinde, farklı bir isimle verilmiş olsaydı; ortalama bir insan hakları hukukçusu, muhtemelen karar üzerinde ayrıca bir değerlendirme yapmayı dahi gerekli görmeyebilirdi. Çünkü kararda, konuyla ilgili süregelen, klasik yerleşik ilkelerin uygulandığını düşünürdü. Yani Anayasa Mahkemesinin bu kararı, neresinden bakılırsa bakılsın, yani objektif olarak Avrupa ve insan hakları hukuku standartlarına uygun bir karardır. Fakat Türkiye pek normal olmayan bir ülke olduğu için; insan haklarına ilişkin çok temel belirlemeler dahi çok ağır tepkilere neden olabiliyor. Her şeye rağmen Mahkeme’nin bu tepkilere kulak asarak “millî” bir karar vermeyip, “evrensel” standartlara göre karar vermiş olması sevindirici.
Dündar ve Gül kararında Mahkeme ne diyor?
Peki, karar ne diyor? Kararda aslında söylenen özetle şu: Cumhuriyet’inkinden on altı ay önce bir konuda haber yapılmış. Söz konusu haberin videolarına internetten de ulaşılabiliyor. Başvurucu gazeteciler, bu haberleri yeniden haberleştirmişler. Haberlerin, süre gelen bir terör soruşturmasıyla ilgili olmasından dolayı, haberin yayımlanmasının “terör örgütüne üye olmasızın bilerek ve isteyerek yardım etme” ve “siyasal veya askeri casusluk” amaçları taşıdığı düşünülmüş; bundan dolayı da gazeteciler tutuklanmış. İtirazlar yapılmış ama reddedilmiş; konu AYM önüne gelmiş.
AYM, tutuklulukla ilgili olarak olağan yollara (itiraza) başvurulduğunu fakat sonuç alınamadığını görüyor ve konuyla ilgili olağan yollar tüketildiği için meseleyi esastan inceliyor. Bu, Anayasa’ya, AYM Kanunu’na, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarında ve AYM’nin önceki kararlarına uygun bir yaklaşım. Yani söylenenin aksine olaya ve kişiye özgü bir sapma yok.
AYM, esasa ilişkin değerlendirmesinde ise özetle şunu söylüyor: Olaya konu haber, 16 ay önce başka bir gazete tarafından yayımlanmış, Dündar ve Gül’ün yaptığı şey, bu haberi yeniden haberleştirmekten ibaret. Başka delil olup olmadığı sorulduğunda, başka delil sunulamıyor. O halde sadece bu haberi yeniden yayımlamış olmak, terör örgütüne yardım ve casusluk suçlarıyla ilgili olarak tutuklanmak için yeterli değildir. Bu belirleme, davanın esasından bağımsızdır.
İkinci olarak; AYM, bu kararda Dündar ve Gül’ün gerçekten suçlu olup olmadığıyla ilgilenmemiştir. Zaten tam da bu, AYM’nin işi değildir. Nitekim AYM’nin kendisi de buna önemle dikkat çekmiştir. Başka deliller bulunursa ve bu deliller ışığında adil de bir yargılama yapılırsa, bu yargılama sonucunda ulaşılacak sonuca AYM saygı gösterir. Fakat 16 ay önce yayımlanmış bir videoyu yeniden yayımlayan bir gazetecinin sırf bu nedenle tutuklanması, hâlihazırda kişisel özgürlük hakkının ihlalidir.
Teknik olarak bu belirlemeyi yaptıktan sonra, ifade özgürlüğü konusunu göz ardı edemezsiniz. AYM de öyle yapmış ve bu tür bir keyfi tutuklamanın, konuyla ilgili olan herkesi potansiyel olarak korkabileceğini ve bu konuda haber yapmak isteyen kişileri caydırabileceğini de tespit etmiştir. Mahkeme’ye göre bu “caydırıcı etki” (AİHM buna chilling effect diyor) de ifade özgürlüğünü ihlal etmiştir.
AYM’nin söylediği bundan ibarettir. Mahkeme’nin kararında ne bir yetki gaspı vardır ne de hatalı bir tespit. Fakat tepkiler o kadar aşırı oldu ki, bütün ilgi bu karar üzerinde, yaygın bir bilgi kirliliği ile toplandı. Hatta AYM’nin meşruluğu dahi tartışmaya açılabildi. Bu gündem ne kadar sürer bu belirsiz. Fakat bu bağlamda asıl düşündürücü ve sorunlu olan ise Roboski başvurusunun idari nedenlerle reddedilmesi ve bu haberle ilişkili olan ve tartışmanın kabindeki MİT Kanunu’nun çok sayıda hükmünün anayasa uygun bulunmuş olması ve bu kararların gölgede kalmasıdır. Oysa aslında esas tartışmamız gereken kararlar bunlardır. (TŞ/EA)