Anayasa Mahkemesi (AYM) tutuklu iki gazeteci hakkında Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği ile 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verdi (2015/18567 Başvuru, 25.02.2016).
AYM, kararın bir örneğini ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi ve Mahkeme gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül hakkında tahliye kararı verdi. Gazeteciler Cuma gününü Cumartesiye bağlayan gece sabaha karşı 27 Şubat 2016’da saat 03.15 sıralarında Silivri Cezaevinden salıverildiler.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 28 Şubat 2016 Pazar günü Afrika ülkesi Fildişi Sahili'ne hareketinden önce İstanbul Atatürk Havalimanı'nda gazeteciler hakkındaki tahliye kararıyla ilgili görüşlerini açıkladı.
"Anayasa Mahkemesi bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim, bunu çok açık net söyleyeyim ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum. Niye çünkü ortada bir gerçek var. Bakın bu bir beraat kararı değildir. Bu bir tahliye kararıdır. Aslında onlarla ilgili kararı veren mahkeme kararında direnebilirdi. Eğer kararında direnmiş olsaydı bu bireysel başvuru veya Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karar boşa çıkacak ve yahutta şu anda tahliye edilmiş olan bu kişiler AİHM'e gideceklerdi."
Mesai arkadaşları kendi kişisel görüşünü açıklamıştır dediler önce… Sonra Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanının “devletin başı” olduğunu ve görüşünün kişisel değil “devlet görüşü” olduğunu açıkladı. Adalet Bakanı Anayasa Mahkemesini yetki aşımı yaptığı için eleştirdi.
Tutuksuz yargılamadan yana olduklarını söyleyen ve Cumhurbaşkanına saygılı oldukları anlaşılan birçok hukukçu, siyasetçi, politikacı ve milletvekili gazetecilerin tutuklanmasını ister oldu. Cumhurbaşkanının ardından görüş açıklayanların görüşleri ve söyledikleri için söylenecek tek şey var; vesaire vesaire!
Anayasa Mahkemesi'nin kararına uymamak anlayışı ve saygı duymamak aslında üzücü ve endişe verici.
Cumhurbaşkanını yargıya, yargı kararlarına ve kişilere karşı saygılı olarak bilirdik; değilmiş, öğrendik ve çok üzüldük. Kişisel olsun veya devletin resmi görüşü olsun “devletin başı” olduğu için kaygılandık.
Toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal ilkelere dayanan anlayışla saygılı yurttaşlar olarak mahkeme kararlarına uymak gerekiyor ama bu durumdan endişelendik.
Anayasa hükümlerini, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olarak bilir (Anayasa Madde 11) ve saygı duyardık.
Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar diye bilirdik, yanılıyor muyuz?
Devlet büyüklerinden, “devletin başı” tarafından saygı duyulmadığı ve uyulmayacağı açıklandığına göre Anayasa Mahkemesi'nin bu kararına saygılı yurttaşlar olarak artık saygı duymasak ve uymasak mı?
Gazetecileri kulaklarından tutup yeniden hapishaneye götürecek tutuklama kararları veren mahkeme kararları mıdır saygıyla uyulması gereken kararlar ve artık sadece bu tür kararlara mı uymamız bekleniyor?
Demokratik hukuk devletinin tam ortasında yargı kararlarına uyanlar ve uymayanlar, saygı duyanlar ve duymayanlar olarak tam ortadan ikiye ayrılmışlar ülkesinde; gündüz vakti fenerle insan haklarına “saygıyı” aramak ve korumak zorunda olanlar için ne kadar zor, anlaşılmaz ve utanç verici bir ayırım.
İnsan haklarına saygıyı bir kenara koyun! Nerede kaldı “insan haklarını korumakla” görevli devleti hak ihlalleri iddiasıyla yeni Türkiye “düzeninde ulusal ve ulusalüstü yargı organları önünde yargılayabilme!
Eskiden şöyle olmuştu…
4 Kasım 1950’de imzalanan 3 Eylül1953 tarihinde yürürlüğe giren “İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Avrupa Sözleşmesi”ni (AİHS) Türkiye aynı tarihte imzaladı. 18 Mayıs 1954’den itibaren iç hukukumuzda kanun hükmünde olan bu Sözleşme yükümlülüklerini yerine getirmek Türkiye’nin görevidir.
Turgut Özal’ın başbakanlığında kurulu Bakanlar Kurulu’nun 22 Ocak 1987 tarihli 87/11439 sayılı kararıyla Sözleşme'nin öngördüğü hakların ihlali halinde insanlara Türkiye’yi Komisyona / Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine “şikâyet hakkı” tanındı (R.G. 21.04.1987-19438).
25 Eylül 1989 tarih ve 18/14563 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye AİHM’sinin “zorunlu yargı yetkisini” kabul etti. Başbakan Turgut Özal, Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren imzasıyla bu karar Resmi Gazete'de yayımlandı (27.09.1989 tarih, 20295 sayı).
Türkiye’nin AİHM’sinin zorunlu yargı yetkisinin tanınmasına ilişkin 22 Ocak 1993 tarihli son bildirimden sonra 11 Numaralı Protokolün yürürlüğe girmesiyle artık AİHM’sinin “zorunlu yargı yetkisi” tüm devletler için süresiz olarak kabul edilmiş durumdadır.
Anayasa’da 7 Mayıs 2004’de yapılan değişiklikle; kanun hükmünde olan, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda bile, milletlerarası anlaşma hükümleri esas kabul edilmiştir. Bu değişiklik temel hak ve özgürlüklere saygıdan öte korunması anlayışının uluslarası düzlemde kabulüdür.
7 Mayıs 2010 kabul tarihli ve yapılan referandum ile yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanunla Anayasa'nın 148. maddesinde yapılan değişikliğe göre; herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurabilir.
Halk, temel hak ve özgürlüklerin korunmasında herkese Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapabilmeyi “hak” olarak tanıyan Anayasa değişikliğine, niteliğini bilse de bilmese de referandumla “evet” dedi.
Kamu gücü tarafından insan haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi'ne yapılan bireysel başvurularda AYM hakkın ihlal edildiği tespitini yaparsa zararların ve hak ihlalinin giderilmesine karar vermek zorundadır. Aksi düşünülemez ve AYM yargı yetkisini kullanmaktadır. İç hukukta Anayasada ve AİHS’de yazılı temel insan haklarının ve bir anlamda AİHM’si kararlarının uygulanmasından ve hak ihlallerinden sorumlu mahkemedir.
İfade özgürlüğüne dayalı hukuki, siyasi, politik en sert eleştiriler Anayasa Mahkemesi'nin tüm kararlarını kapsar ve tartışılmalıdır.
Hukuk, adalet ve insan haklarının korunması ilkelerine göre görevini yapan Anayasa Mahkemesi'nin sorumlulukla hareket etmesinin temeli insan haklarına saygıdır, korumaktır.
Haklarını kullanan herkes gibi ifade özgürlüğüne dayalı eleştiri hakkını kullananların da “görev ve sorumluluk bilinci” ile hareket etmeleri demokratik toplum düzeninin gereğidir.
Aksine ve bu ilkeyi gözetmeyen tartışma ve eleştiriler hukuka aykırıdır daha doğrusu vesaire, vesaire olarak kabul edilmelidir. Temel haklar ve özgürlükleri kötüye kullanmak yasaktır.
Türkiye ve diğer devletlerin imzaladığı, taraf olduğu ve tanıdığı AİHS’sine göre insanlar devletlere karşı “şikâyet başvuru” hakkını kullandığında AİHM tarafından verilen kararlarda eğer bir insan hakkı ihlali “tespit” edilirse; AİHM kararlarına “uyulması” ve zararın giderilmesi devletlerin baştan kabulüdür.
Zorunlu yargı yetkisi tanınmış olan AİHM’si kararlarlarına uyulmaması, uygulanmaması veya tanınmaması temel insan hak ve özgürlüklerinin ulusalüstü yargı organları kararlarıyla korunması anlayışına karşı, en hafif anlatımla saygısızlıktır!
İç hukukumuzda kamu gücü, yasama, yürütme ve yargı organları tarafından Anayasa ve AİHS’de yer alan temel insan hak ve özgürlüklerinin ihlallerinin önlenmesi amacıyla temel insan haklarına gösterilmesi gereken saygının gereği olarak, tıpkı AİHM kararlarında olduğu gibi Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru kararlarına uyulması esastır. (Fİ/HK)