Hüseyin Aykol’un İmge Kitabevi’nden çıkan Aykırı Kadınlar adlı kitabının ilk baskısını Gebze Hapishanesi’nde okumuştum.
Gazetede çıkan bir haberden de, kitaptaki Aykırı Kadınlar’dan birinin de ben olduğumu öğrenmiş, mutlu olmuştum.
Geçen hafta Brüksel’de Hüseyin Aykol’la yollarımız kesiştiğinde, kitabın yeni ve genişletilmiş baskısını verdiğinde, ilk işlerimden birinin kitabı okumak olduğunu söyleyip, çantama yerleştirdim.
Pazartesi günü de, Belçika’dan Hollanda’ya giderken trende başladım kitabı okumaya.
Eve geldiğimde de, kitabı bir solukta okuyup bitirdim.
Kitabın ikinci baskısı Kasım 2015’de yapılmış.
Hüseyin Aykol kitabın ilk baskısında da, yeni baskıda da özel olarak demiş ki; “bu çalışma, kadın ve mücadelesi üzerine bir değerlendirme falan değil, kadınları görmezden gelmeyi, küçümsemeyi alışkanlık haline getirmiş olan erkek egemen tarih anlayışından dolayı kadınlardan özür dileme adına minik bir denemeciktir sadece...”
Birinci baskıya göre sayfa hacmi hayli genişlemiş kitabı okuyunca, böyle bir çalışmayı vakti zamanında kadınlar yapsaymış diye düşünmeden edemedim.
Kadınların yapmadığını Hüseyin Aykol yaptığı için de, “neden yazdın” diye absürt bir yargılama ya da suçlama içerisine girmedim.
Kişisel olarak kadınlarla ilgili sorunlar ve kadınların mücadele tarihine ilişkin kadınların yazması, üretmesi gerektiğine inanıyorum.
Çünkü kadınlar olarak bunu başardığımızda özgürlüğümüzü kazanma yolunda önemli bir eşiği aşmış olacağız.
Ancak, kadınların bugüne kadar yapmadığı bir işin, bir erkek tarafından yapılmasını da, ortaya çıkan üründen bağımsız bir şekilde tartışmanın anlamsız olduğunu düşünüyorum.
Hüseyin Aykol, Aykırı Kadınlar kitabında bugüne kadar kadın özgürlük mücadelesinde ve toplumsal mücadelede yer almış, emek vermiş, büyük bedeller ödemiş onlarca kadını tarihin görünmez tozlu sayfalarından çıkarıp, okurla buluşturmuş.
Dolayısıyla bu meseleyi kitaptan bağımsız ele alarak tartışmak, eleştirmek haksızlık olur!
Aykol bu baskıda, kitabın birinci baskısında yer veremediği kadınların hayat hikayelerine de ulaşmış.
Böylece ilk baskıda eksik kalan yanları tamamlayarak okurun karşısına çıkmış.
Yeni haliyle kitap, çok daha zenginleşmiş!
Kitabın “Giriş” bölümünde Aykol, Türkiye’de 5 Aralık 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesindeki tarihi bir yanlışı düzeltmiş.
Yakın zamana kadar Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının bir tepside sunulduğu, kadınların mücadele etmeden bu hakka sahip olduğu bilgisi egemendi.
Mustafa Kemal’in batılılaşmanın bir parçası olarak bu hakkı kadınlara bahşettiği söylenirdi.
Çünkü erkek tarih yazıcıları bunu böyle not etmişler tarihe.
Aykırı Kadınlar kitabında Hüseyin Aykol, bunun böyle olmadığı gerçeğini kısa bir tarih anlatımıyla kitabın “Giriş” bölümünde ortaya koymuş.
Yine hem bu “Giriş” bölümünde, hem de tek tek anlattığı kadın portrelerinde kadın mücadelesinin tarihine dair önemli bilgilere yer vermiş.
Kitap bu bakımdan da önemli bir işi başarmış.
Aykol; Fatma Aliye’den, Hayganuş Mark’a, Sabiha Sertel’den, Suat Derviş’e, Mina Urgan’dan 1951 Tevkifatı kadınlarına, Azra Erhat’tan, Fatma İşmen’e, Ayşenur Zarakolu’dan Oya Baydar’a, Sabahat Karataş’tan Ayçe İdil Erkmen’e, Kutsiye Bozoklar’dan Mukaddes Erdoğdu Çelik’e, Filiz Koçali’den, Ayşe Düzkan’a, Leyla Zana’dan Gurbetelli Ersöz’e, Gültan Kışanak’tan Sebahat Tuncel’e 1951 Tevkifatındaki kadınlar hariç, tam 56 kadının kısa yaşam öyküsünü yazmış.
Birinci baskıdan farklı olarak yazar, hem ulaşabildiği Ermeni kadınlara yer vermiş kitapta. Hem de 2000’li yıllara kadar hiç bir şekilde adından söz edilmeyen Maria’ya, Meryem Hanım’a yer vermiş!
Eminim bu satırları okuduğunuzda “bu Maria ya da Meryem Hanım da kim” diye sizler de haklı olarak merak edeceksiniz.
Ne kadar bedel öderse ödesin, ne kadar mücadele ederse etsin, çok yakın zamana kadar, hatta bugün bile devrimci hareket içinde de kadınlar, eşleri ya da sevgilileriyle anıldıkları için, devrimci kadınların da adı genellikle olmamış.
Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Trabzon’da katledildiklerinde, olayı araştırmak üzere TKP Trabzon’a bir heyet gönderiyor.
Yaptıkları araştırmalar sonucunda ulaşılan bilgileri değerlendiren TKP rapor olarak bu bilgileri yayınlıyor.
Ancak bu raporda, 15’lerle birlikte olan Mustafa Suphi’nin eşi Maria/Meryem’in ne olduğuna dair herhangi bir bilgi yer almadığı gibi, Maria’dan da hiç bahsedilmez.
Maria’nın nelerle karşılaştığı, bu katillerin elinde neler yaşadığıyla hiç ilgilenilmemiş olması insanı isyan ettirecek türten bir adaletsizliktir.
Bu patik aynı zamanda TKP’nin hanesine yazılması gereken büyük bir utançtır aslında...
Katliamdan yıllar sonra ne TKP, ne de Mustafa Suphilerin mirasının devamcısı olduğunu söyleyen hiç bir örgüt ve parti de tartışmamış bu adaletsizliği, haksızlık ve çifte standartı.
1968, 70’lerde Mustafa Suphi ve 14’lere ilişkin yayınlanan yazılarda Maria’nın da o grupla birlikte Türkiye’ye geldiğine dair bir bilgi notu bile yoktu.
Kendi adıma birçoğu gibi 2000’lerin başında Suphi’lerin katledilmesine dair çıkan bir kitapta okumuştum Maria’ya yapılanları.
O kitapta da Semra ya da Semramis olarak geçiyordu adı.
O zaman bile bu meseleyi kimse tartışmadı.
Politik mücadelede yer alan kadınlar bile bu meseleyi gündemleştirmedi, konuşmadı!
Hüseyin Aykol’un Aykırı Kadınlar kitabında Maria’nın başına gelenleri okuyunca, unutulmaya bırakılmış tarihsel bir haksızlığın giderilmiş olmasına çok sevindim, kendi kendimle bazı iç tartışmalar yaptım.
1900’lerden günümüze kadar değişik zamanlarda mücadelede öne çıkmış değişik kuşaklardan 56 kadının öyküsü hem öğretici, hem de unutulmaya bırakılmış kadınları geçmişten günümüze taşıması, günümüzdeki aykırı kadınlarla birlikte okurla buluşturması bakımından da çok değerli bir çalışma.
Yazarın da dediği gibi, bu kitapta yer alması gereken, yazılmayı bekleyen o kadar çok aykırı kadın var ki!
O da kadınların görevi olsun!
Bence her kadın okumalı Aykırı Kadınlar’ı...
Hem değişik uluslardan ve milliyetlerden Türkiye ve Kürdistan’daki kadınları, mücadelelerini tanımak için...
Hem de onlardan, birbirimizden öğrenmek için okumanızı öneriyorum.
Kitapseverlere iyi okumalar diliyorum.
Hüseyin Aykol’un eline, emeğine sağlık, hakikaten güzel bir eseri kadın özgürlük mücadelesine kazandırmış...
* * *
Önceki gün İstanbul iki devrimci kadını Yeliz ve Şirin’i sonsuzluğa uğurladı.
Adli Tıp Raporu’nu açıklayan Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatları, polisin yaralı olarak yakaladığı kadınların yakın mesafeden ateş edilmek suretiyle katledilerini belirttiler.
Şirin’in cinsel organına ateş edilmesi ise, devletin erkek yüzünü bir kez daha ele verirken, kadınlar bu aşağılık saldırıdan kadın özgürlük mücadelesinin birer militanı olmaları gerektiği sonucunu çıkardılar.
Mezar başında Yeliz ve Şirin’e söz verdiler!
İdeallerini gerçek kılıncaya kadar mücadele edeceklerine and içtiler.
Gazi sokakları bu iki güzel kadınla bir kez daha güzelleşirken, yakınlarına, yoldaşlarına, tüm kadınlara metanet diliyorum.
Işıklar içinde uyusun Yeliz ve Şirin...
Yıldızlar yoldaşı olsun. (FE/HK)
Hüseyin Aykol hakkındaHüseyin Aykol, Manisa'nın Salihli ilçesinde 1952 yılında doğdu. İzmir Koleji'ni bitirdikten sonra üç yıl Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde, dört yıl da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okudu. 12 Eylül öncesinde Ser Yayınevi'nde çevirmen ve editör olarak çalıştı ve Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi oldu. Kırk civarında ülkede yayınlanan Sosyalizm: Teori ve Pratik dergisinin Türkçe edisyonunu çıkardı. 12 Eylül döneminde yaklaşık 10 yıl hapis yattıktan sonra gazeteciliğe ve yayıncılığa geri döndü. Son yirmi yıldır çeşitli aylık dergiler, haftalık ve günlük gazetelerde çalışıyor. Genelde dünya haberleri editörlüğü yapmış olsa da kimi gazetelerde genel yayın yönetmenliği görevini de üstlenen Aykol'un çok sayıda çeviri ve telif eserleri bulunuyor. |