Öleni anmak isterken ölünen, yasını tutmak isterken yası tutulan olunan bir ölüm sarmalının varlığını sürdürdüğü bir ülke burası.
Bu ülkede ölüm her yerde; sokakta, bir evin bahçesinde, bir maden ocağında, yol kenarında, dağda, cemevi avlusunda…
Bu yazı, bir 'kimsesizin' ölümü üzerine. Ve bir kimsesizin yası bu yazıda tutulan yas.
Şöyle diyor haber başlığı, "Okmeydanı’nda hayatını kaybeden Ayhan Yılmaz’ın trajik hikayesi". Hikaye ise şöyle: "Askerliği döneminde, askerde gördüğü ağır dayaklar ve işkenceler sonucu akıl sağlığını kaybetmiş ve çoğunluğu sokakta olmak kaydıyla, Örnektepe’deki esnafın yardımlarıyla yaşayan bir arkadaşımızmış kendisi. Üzerinden 24 saat geçmesine rağmen biz bir yakınını bulamadık. Kimsesini bulamadık.."
Ayhan Yılmaz, Okmeydanı'nda Uğur Kurt'un polis kurşunuyla öldürülmesinin ardından çıkan olaylarda, yaralandı ve kaldırıldığı hastanede de öldü. İstanbul Valisi 23 mayıs günü "üç el yapımı parça tesirli bombalı saldırı gerçekleştirildi" diye açıkladı. Kimlik bilgilerinden önce, yere serili bedeniyle gösterdi varlığını Ayhan Yılmaz. İki polisin duyarsız bakışlarının ve bedenlerinin arkasında, çatışmanın ortasında, yerde öylece kımıltısız duran bedeniyle bizlere çok şey anlatıyor adını ölümünden sonra öğrenebildiğimiz Ayhan Yılmaz.
Hayatını kaybetmedi, öldürüldü!
'Kaybetmek' nedir?
Elinde olanı kaybeder insan, kendine ait olanı. İnsan, hayatını kaybetmez; hayat, kaybedilecek bir şey değildir. Avuç içlerinde saklanacak, çantada gizlenecek, yastık altına koyulacak bir mücevher değildir hayat; bedenimize yerleşmiş bir kımıltı, bir ışıktır. O, ancak kımıltısız kılınacak, bir başkası tarafından hareketsiz bırakılacak, karartılacak bir şeydir. Hayat, kaybolmaz; çalınır, yok edilir, imha edilir, karartılır…
Ölüme 'ölüm' demek gerek, katliama da 'katliam'…
Gözden kaçan önemli bir ayrıntı şudur: Egemen iktidar bizi, öldürdüğü, katlettiği, yok ettiği canlar arasında bir seçim yapmaya zorluyor; birine daha çok üzülmeyi ve belki de bir diğerinin ölümü için yas tutmayı ertelemeyi ve bir ölümü diğerinden daha çok 'ölüm' gibi görmeyi dayatıyor. İktidar, tabiri caizse, bize ölümlerden ölüm beğendirtiyor. Kategorize ediyor. Ölümün adını koyarken -facia, hayatını kaybeden, yaşamını yitiren- temkinli olmamızı buyuruyor ve tutulacak yas için dahi buyurgan davranıyor.[1] O, sadece öldürme ve katletme işini başarıyla icra etmiyor, bize fark ettirmeden aynı zamanda bizim hangi ölüme nasıl üzüleceğimize de karar veriyor.
Tam da bu yüzden Ayhan Yılmaz'ın hikayesi öyle sıradan bir hikaye değil; bir toplumun hikayesi onunki. Kimliksizliğin hikayesi.[2] İktidarın topluma buyurduğu 'ölümler kategorisinde' en aşağıda yer alabilen bir hikaye yani.
Hatırda olması gereken şey şu ki; Ayhan Yılmaz ne 'hayatını' ne de 'akıl sağlığını' kendisi kaybetti. İkisi de ondan çalındı ya da kaybettirildi. Bu gaspı ve gaddarlığı yapan ise devlet aygıtlarından başkası değildi; yani tüm diğer ölümlerdeki faille aynı fail.
Ayhan Yılmaz için tutulan, tutulmuş olan ya da tam anlamıyla tutulamayan yas -farkında olarak ya da olmayarak- iktidarın kategorizasyonu doğrultusunda tutulduğu içindir ki, iktidarın vahşeti hız kesmeden kendisini şiddetle sürdürmeye devam ettirebilmektedir. Tam da bu nedenle Ayhan Yılmaz'ın vefatında gerçek yaşam gizlidir.
Bir 'anıp geçme' ya da 'adını zikretme' olarak değil de, Ayhan Yılmaz'ı gerçek manada bir 'sahiplenme' aynı zamanda kimliksizliği yani 'insanlığı' da sahiplenme olacağından, iktidarın buyurduğu 'ölüm kategorilerini' alt üst edeceğinden ve nihayet devam eden ölümlere, katliamlara 'dur' demenin yegane yolu olacağından onun ölümüne tutulan yas daha başka bir önem arz ediyor. (BA/HK)
[1] Başbakan Erdoğan'ın Berkin Elvan için sarf ettiği "Ölmüştür, geçmiştir" sözleri, böylesi bir buyurganlıktır.
[2] Fotoğraflarda, polislerin arkasında yerde yatar halde görülen Ayhan Yılmaz için haberlerde ilkin 'kimliği belirsiz kişi' denilmişti. Ayhan Yılmaz'ın kimliği ise ölümünden sonra açıklanmıştı.