Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası tarafından İstanbul'da Küresel Krizin çözümüne dönük konu başlığıyla yapılan toplantılar önceki yıllarda karşılaşılmadığı kadar yankı oluşturdu. Bu derece kapsamlı protestoların oluşmasının temelinde toplantıların Türkiye'de yapılıyor olması akla gelen ilk olasılıktır. Bunun yanında küresel krizin etkilerinin dünya çapında birçok toplumu derinden etkilemeye devam ediyor olması ve bu doğrultuda diğer ülkelerden küresel ekonomiye karşı bayrak açmak amacıyla gelen kişilerin katkısı da İstanbul'daki hareketliliği artırdı ve dünyanın para yöneticilerine karşı isyanları dışarıdan da duyulur hale getirdi.
Belki küresel bir krizin varlığı sayesinde dünyadaki yoksulluk ve açlık olgusu da gündeme gelip konuşulur hale geldi. Aksi takdirde geçmiş yıllardan alışık olunan genel toplantı konularıyla paranın yönünü çizmeye çalışan dünya para lobilerinin buluşup kaynaşmasını sağlayan şekilsel olarak düzenlenip dünyadaki çarpık gelir dağılımı sorununa el sürmeden gelecek toplantılar için sözleşmek geleneğiyle karşılaşacaktık. Peki ne oldu da dünyanın para babaları dünyanın yoksulluğu üzerine konuşur hale geldi ve bunu gidermek üzere farklı çözümler bulmak için toplantı bile düzenlediler. Böyle bir durumda artık müsterih olmanın zamanı geldi mi yoksa ihtiyatlı olmaya devam mı etmek gerekiyor? Küresel ekonominin canlılığı maskesiyle masum bir görünüm sergileyen vahşi kapitalist sistemin bir kazaya kurban giderek mevta olduğunu ya da bir yenilgiye kurban gittiğini duyuran bir toplantı olduğu bile akla gelebilmektedir. Böyle düşünülmesinin temelinde sosyalist bir düşünceye sahip Kahn isimli IMF başkanı ara yüzüyle sevimli bir kapitalist sistem para yönetimi sunulmaya çalışılması da etki yapmaktadır. Ancak böyle bir ara yüz Bush'un Irak'ta maruz kaldığıyla eşdeğer bir ayakkabı taarruzuyla karşılaşması bir nebze insanları kendine getirse bile "büyüklerin bir bildiği vardır" düşüncesine sahip olanların kafalarındaki ihtiyati bakış açısı devam etmektedir.
Burada kapitalist sistemin işleyişi hatırlanırsa; toplantıların masum bir şekilde yoksullara yardım etmek ve insancıl bir yaklaşımla gariban ülkelere can suyu vermek arzusu, kapitalizmin acımasızlığından yaka silkenlerin nefretini gidermek veya tamir etmek için düzenlenmediği anlaşılabilecektir. Çünkü kapitalist sistem içinde acıma hissinin olmadığı ve güçsüzlerin silinmesinin normal karşılandığı herkes tarafından bilinmektedir. Kapitalist sistem, karlılığı layıkıyla sağlayamayan firmaların, benzeri üretim yapan firmaların arasından silinmesini normal karşılar ve bu firmaların doğal seleksiyon (güçsüzlerin ayıklanması) vasıtasıyla o sektörde zayıf duruma düşerek kirlilik oluşturmasının engellendiğini düşünür. Böyle bir yapı içinde etkin çalışan, yönetimi ve mali yapısı güçlü şirketlerin ilgili sektörde hüküm sürmesi olağan durumdur. Ancak sektörden silinen işletmelerin oluşturduğu kirlilikten kaynaklanan sorunların giderek tehlike arz ettiği, kapitalist sistem tarafından öngörüldüğüyle ilgili bilgilere genellikle rastlanmamaktadır.
Bu durumun izah edilmesi için günlük hayattan örnekler bulmak mümkündür. Hayat standartlarımızı yükseltmek ve refah içinde yaşamak için insanlık olarak bulduğumuz çözümlerin birçoğu, dünyadaki bütün canlıları tehdit eder hale gelmiştir. Dünyanın ömrünü giderek kısalttığı belirtilen küresel ısınma olarak tanımlanan kronik (müzmin) sorun dünyanın kanseri olarak nitelendirilebilir. Bunu ortaya çıkaran nedenlerin altyapısında lüks ve israf içinde yaşama düşkünlüğünün bulunduğu ve atıkların çoğalmasıyla tetiklendiği herkes tarafından halen görmezden gelinmektedir. Örneğin çöpler, plastik atıklar, ozon tabakasının delinmesine neden olan parfüm benzeri spreyler rahatlığın getirdiği bir hayat tarzıyla paralel görünse de dünyadaki tükenişin kolaylaşmasına da katkı sağlamaktadır. Yani artıklar ve atıklar giderek bizim sonumuzun gelişini hızlandırmakta ve kanser olayları da sıradan vakalar haline gelmektedir.
Benzer şekilde büyük şehirlerde yaşanan önemli keşmekeşler ve şehir hayatının giderek yaşanmaz hale gelişi örnek gösterilebilir. Metropollerde de doğal seleksiyon konusuyla benzerlik kurulabilecek bir yaklaşımla, eğitim, kariyer ve zenginliği olmayan kişilerin maddi güce sahip olanların ortamından silinmesi normal karşılanabilir. Ancak büyük şehirlerde, alt gelir grubu ve alt hayat standardından bile dışlanarak daha aşağı itilen insanların varlığının giderek artması şehirlerdeki güvenlik, asayiş ve huzur sorunlarına neden olmakta ve kentleri yaşanmaz hale gelmektedir. Bu nedenle insanların veya güçlülerin ben kendimi kurtardım diğer kişiler beni ilgilendirmez bakış açısına sahip olması sürdürülebilir bir durum değildir. Eninde sonunda toplum açısından gelir düşüklüğü veya işsizlik nedeniyle soruna yol açabilecek kişiler varlıklı kesim başta olmak üzere herkes için tehdit oluşturur hale gelmektedir.
Dünya ekonomisini yönetenler için de durum böyledir. Dünya ekonomisi deniz olarak kabul edilirse, dünya ekonomisinin kaptan köşkünde bulunmakla güvenlikten emin olmak veya sorunların varlığına kulak tıkayarak gemiyi yüzdürmeye çalışmak güçleşmektedir. Diğer bir ifadeyle dünya ekonomisinde azgelişmiş veya açlığa sürüklenen ülkelerin sayısı arttıkça gelişmiş ülkelerin hayat alanları da giderek daralmaktadır. Bir anlamda en dipte bulunan ülkelerin ekonomi denizinde oluşturduğu kirlilik, gelişmiş dünya ekonomilerinin gemilerini yüzemez hale getirmektedir. Buradaki kirlilik terimiyle, Aden körfezinde ticari gemilere saldıran Somalili korsanlar anlaşılabileceği kadar, fakirleşen ekonomilerin artmasına bağlı olarak dünya ekonomilerinden mal taleplerinin daralması ve bu ülkelerin hayat alanlarını daraltması da anlaşılabilecektir.
Sonuç olarak fakirleşen ülkeler yanında talepleri giderek azalan ülkelerin de varlığı kabul edilmektedir. Çünkü gelişmiş ülkelerin zenginlikleri, daha fakir olan gelişmiş veya az gelişmiş olanlara yaptıkları satışlar (ihracat) ölçüsünde artabilmektedir. Bu durum gerçekleşmezse zengin ülkelerin de fakirleşmesi veya en azından gelirlerinin azalması kaçınılmazdır. Böyle bir ihtimal geleceğe dönük olarak gelişmiş ülkelerin hayat standartlarından taviz verip daha az tüketmeye kendilerini mecbur etmeyi gerektirecektir. Benzer durumlarda sorun çözümü olarak, daha önce karşılaşılan küresel krizlerden örneklerde gelişmekte olan ülkeler borçlandırılarak atlatılmış ancak bu denizin de sonu gelmiştir. Çünkü Türkiye dahil zaten borçlu olan birçok ülkenin ödenemez hale gelen borçlarına ilave olarak yeni borçlarla jest yapılması dünya para yönetimleri açısından kolay uygulanır bir durum değildir. Ancak ülke gelecek vaat etmesi durumunda böyle bir ihtimal gündeme gelebilir. Şimdi karşılaşılan sorunda ise biraz daha bonkör davranılarak açlığa ve yoksulluğa düşmüş ülkelerin ihya edilmesinden bahsedilmektedir.(AÜ/BÇ)